Daha önce bu köşede yazıp, okumanızı önermiştim. Tekrar yazıyorum:
Bir paket gönderildi.
İçinde kitaplar vardı.
Bahriye!
Paketi açacaktı.
Bir an durdu.
“Kumru” dedi.
Kumru kızıydı.
“Sen uzak dur kızım”
Bir iple bağlıydı paket.
İpi kesmesiyle sanayiler içinde büyük bir patlama sesi duyuldu. 1990 yılının Ekim ayıydı. Öldürülen tarihçi, siyaset bilimci, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin ilk kadın akademisyeni Doç. Dr. Bahriye Üçok'tu. Yazar Elfin Tataroğlu, “Bahriye” adlı biyografik romanında böyle anlatmıştı. O yıllarda muhalif görüşte insanlar öldürülüyordu. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Çetin Emeç ve onlarca isim, postayla gönderilen paket ile evinde, ya evinden çıkıp otomobiline binerken ya işinden evine dönerken peş peşe “vuranı ve vurduranı bulunmayan, bulunamayan, yakalanmayan” suikast sonucu canlarını verdiler. Elfin Tataroğlu, “Bahriye” romanında o yıllarda iktidarların yarattığı “düşmanlaştırma- şeytanlaştırma- kutuplaştırma”
ortamında toplumun sağırlaştırıldığını ve vicdansızlık ile hukuksuzluğa göz yummaya itildiğini de anlatıyor.
★★★
1990.
2020.
30 yıl geçti.
Benzerini yaşıyoruz.
Gizlenen, saklanan, yalanla, algıyla saptırılanları bulup yazmayı çizgi edinmiş; bu nedenle de muhalif duran gazete yazarları, tıpkı 1990'larda olduğu gibi yine evlerinin önünde yine sabah vakti saldırıya uğruyorlar.
Gelişme var.
Öldürülmüyorlar.
Taşla, sopayla…
Tabanca kabzası ile…
Dövülüyorlar.
Unutmadık. Gazeticiler Sabahattin Önkibar, Yavuz Selim Demirağ, Murat İde, Ahmet Takan evlerinin önünde saldırıya uğramışlardı. Ana muhalefet partisi CHP'nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu, şehit cenazesinde linç edilmek istendi. Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Barış Atay, saldırıya uğradı.
Gazeteci dövenler.
Lideri linç edenler.
Milletvekiline saldıranlar.
Korundu.
Övüldü.
Eli öpüldü.
Vatansever ilan edildi.
Serbestler.
Dolaşıyorlar.
Saldırganların arkasında kimler vardı, araştırılmadı, bulunmadı. Toplum tıpkı 1990'da olduğu gibi “sağırlaştırma- korkutup sindirme” vicdansızlık ve hukuksuzluğa göz yummaya itildi.
★★★
Ve önceki gün de gazeteci yazar Orhan Uğuroğlu ve iktidar partisinde siyaset yaparken ayrılıp Gelecek Partisi'ni kurarak, iktidarı ve iktidar ortağı partinin liderini eleştiren Selçuk Özdağ ve gazeteci Afşin Hatipoğlu evlerinin kapısında saldırıya uğradılar.
Yine taş, sopa!
Tabanca gösterme.
Aynı küfür.
Aynı korkutma.
Kafalarında 15 dikiş, kollarında kırık bırakıp gittiler. Saldırganlar, güçlerini ve cüretlerini Orhan Uğuroğlu ile Selçuk Özdağ'ı evlerinin önünde dövmeye yollayanlardan alıyorlar.
Saldıran belli!
Saldırtan kim?
Saldırtanlar; hukuksuz, adaletsiz, vicdansız, seçimsiz, “ben ne söylersem sen onu yapacaksın” emrine itirazsız boyun eğen bir Türkiye hazırladılar, buna uyulmasını istiyorlar.
Bir paket gönderildi.
İçinde kitaplar vardı.
Bahriye!
Paketi açacaktı.
Bir an durdu.
“Kumru” dedi.
Kumru kızıydı.
“Sen uzak dur kızım”
Bir iple bağlıydı paket.
İpi kesmesiyle sanayiler içinde büyük bir patlama sesi duyuldu. 1990 yılının Ekim ayıydı. Öldürülen tarihçi, siyaset bilimci, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin ilk kadın akademisyeni Doç. Dr. Bahriye Üçok'tu. Yazar Elfin Tataroğlu, “Bahriye” adlı biyografik romanında böyle anlatmıştı. O yıllarda muhalif görüşte insanlar öldürülüyordu. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Çetin Emeç ve onlarca isim, postayla gönderilen paket ile evinde, ya evinden çıkıp otomobiline binerken ya işinden evine dönerken peş peşe “vuranı ve vurduranı bulunmayan, bulunamayan, yakalanmayan” suikast sonucu canlarını verdiler. Elfin Tataroğlu, “Bahriye” romanında o yıllarda iktidarların yarattığı “düşmanlaştırma- şeytanlaştırma- kutuplaştırma”
ortamında toplumun sağırlaştırıldığını ve vicdansızlık ile hukuksuzluğa göz yummaya itildiğini de anlatıyor.
★★★
1990.
2020.
30 yıl geçti.
Benzerini yaşıyoruz.
Gizlenen, saklanan, yalanla, algıyla saptırılanları bulup yazmayı çizgi edinmiş; bu nedenle de muhalif duran gazete yazarları, tıpkı 1990'larda olduğu gibi yine evlerinin önünde yine sabah vakti saldırıya uğruyorlar.
Gelişme var.
Öldürülmüyorlar.
Taşla, sopayla…
Tabanca kabzası ile…
Dövülüyorlar.
Unutmadık. Gazeticiler Sabahattin Önkibar, Yavuz Selim Demirağ, Murat İde, Ahmet Takan evlerinin önünde saldırıya uğramışlardı. Ana muhalefet partisi CHP'nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu, şehit cenazesinde linç edilmek istendi. Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Barış Atay, saldırıya uğradı.
Gazeteci dövenler.
Lideri linç edenler.
Milletvekiline saldıranlar.
Korundu.
Övüldü.
Eli öpüldü.
Vatansever ilan edildi.
Serbestler.
Dolaşıyorlar.
Saldırganların arkasında kimler vardı, araştırılmadı, bulunmadı. Toplum tıpkı 1990'da olduğu gibi “sağırlaştırma- korkutup sindirme” vicdansızlık ve hukuksuzluğa göz yummaya itildi.
★★★
Ve önceki gün de gazeteci yazar Orhan Uğuroğlu ve iktidar partisinde siyaset yaparken ayrılıp Gelecek Partisi'ni kurarak, iktidarı ve iktidar ortağı partinin liderini eleştiren Selçuk Özdağ ve gazeteci Afşin Hatipoğlu evlerinin kapısında saldırıya uğradılar.
Yine taş, sopa!
Tabanca gösterme.
Aynı küfür.
Aynı korkutma.
Kafalarında 15 dikiş, kollarında kırık bırakıp gittiler. Saldırganlar, güçlerini ve cüretlerini Orhan Uğuroğlu ile Selçuk Özdağ'ı evlerinin önünde dövmeye yollayanlardan alıyorlar.
Saldıran belli!
Saldırtan kim?
Saldırtanlar; hukuksuz, adaletsiz, vicdansız, seçimsiz, “ben ne söylersem sen onu yapacaksın” emrine itirazsız boyun eğen bir Türkiye hazırladılar, buna uyulmasını istiyorlar.