- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
XII. yüzyıldan başlayarak Orta Asyada ve XIII. Yüzyıldan sonra da Anadoluda ve bütün Osmanlı topraklarında gelişen İslâmî-Türk edebiyâtı olan dîvân edebiyâtı, nesir ve nazım olarak ikiye ayrılır. Bu edebiyâtın, nazım ağırlıklı olduğu, kolayca görülür. Dîvân şâirlerinin mesnevî dışındaki şiirlerini topladıkları kitapları, dîvân adını taşır ve bu sebeple bu edebiyât dîvân edebiyâtı adını almıştır.
Dîvânların Tertîbi: Bir dîvân içinde, sırasıyla şu tip şiirler bulunur.
l. Tevhîd: Allâhın birliğini, yüceliğini anlatan kasîde.
2. Münâcât: Allâhın yüceliğini, onun karşısında kulun aczini ve bu yüce kudret sâhibine yakarışını işleyen şiirler.
3. Nat: Hz. Muhammedi öven kasîdeler.
Bir divânda çâr-yâr-ı güzîni, Mevlânâyı, devlet büyüklerini öven kasîdeler de bulunur.
Gazeller: Gazeliyyât, dîvânın en geniş ve önemli kısmıdır. Bunlar, kâfiye rediflerinin son harflerine göre sıralanırlar. Buna elifbâ sırası denir.
Musammatlar:
Kıtalar.
Rübâîler
Tuyuglar
Târîhler
Lûgazlar
Muammâlar
Müfredler
I. Kasîde:
Bir kasıt ve maksat güden uzunca manzûmelerdir. İlk olarak câhiliyye dönemi Araplarında görülür. Oradan Îrana ve daha sonra XI. Asırda Türklere geçmiştir.
Arap edebiyatının ürünü olan kasîdenin M.Ö. V. Yüzyıla uzandığı bilinir. Hicretin ilk yıllarına kadar Arap şiirinde başlıca iki nazım şekli vardı. Birisi recez, diğeri ise kasîdeydi. Recez, ânî ilhamlarla, bir anda söylenirdi, irticâlîydi.
İlk kasîde örnekleri seba-i muallaka denilen yedi muhtelif şiirde görülür. Bu yedi kasîde, her yıl yapılan panayırlarda okunan şiirler arasında, herkesçe sevilip beğenilen şiirlerdi ve Kabe duvarında sergilenirlerdi. Anlamı yedi askı demektir.
Kasîdenin muhtevâsının zenginleşmesi ve bir nazım şekli olarak en büyük önemi kazanması, İran edebiyâtı sâhasında oldu. Sâsânîler devrinde başlayan saray edebiyâtı geleneği, Türk devletlerine de yayıldı.
Kasîdenin Şekli:
Kasîdenin ilk beytinin mısraları, kendi aralarında kâfiyelidir. Beyit sayısı muhteliftir. Genellikle otuz birden doksan dokuza kadar olduğu söylenir. Ama 20 beyitten başlayıp 500 beyitten fazlaya kadar uzanan değişik hacimde kasîdeler vardır. Türk Dîvân şiirinde bu sayılar, 45-75 arasıdır. İlk beyti kâfiyeli olmayan kasîdeler, aynı vasıftaki gazeller gibi, şeklen kıta hükmündedirler.
Kasîde, beş bölümden oluşur:
1. Nesib (teşbîb): Eski belâgatçılar, nesibi kasîdenin başında söylenilen gazel diye tarif ederler. Buradan, tegazzül bölümünün, eskiden başta olduğu anlaşılmaktadır. Teşbib, konusu şâirin kendi hâlini anlattığı, aşk ıztıraplarını tesellî yollu söylediği şiirdi. Bu kelime ateş yakmak anlamina geldiğinden, Arap edebiyâtında âşık, sevgilisini anarak coşkunluğunu ve sevgisinin ateşini arttırdığı için gazele teşbib demiştir. Fakat şâirlerin çoğunluğu, kasîdenin başlarında bulunan zamanın ferahlığını, insanlara ezâ ve cefâsını, diğer taraftan bağ-bahçe ve çiçeklerin tasvirlerini, zevk ve neşe duygularını ihtivâ eden gazele, hem teşbib hem de nesib diyerek bu iki kavramın birini, diğerinden ayırmamışlardır. İçinde teşbib, yani gazel bulunmayan kasidelere mahdûd ya da muktedâb demişlerdi ki anlamı tegazzülden geri kalmış ve teşbîbden kesilmiş demektir.
Nesîb (teşbîb) bir mevsim, bir olay, bir manzara, bir çiçek ve başka akla gelecek her şeyin tasviri olabilirdi. Şâir, tasvir ettiği şeyle ilgili somut görüntü ve belirtileri, bilgisinin ve kültürünün el verdiği ölçüde yorumlar, kendi düşünce ve duygu âlemine göre anlamlandırırdı. Nesîb bölümü, şâirin genel kültürünü sergilemesine en uygun ve kasîdede de oldukça uzun bir bölümdü.
Şâir, bundan sonra okuyucuda yeni bir düşünce ve duygu zevki uyandırmak için aynı kâfiyede bir beyit söyleyebilir ki buna tecdîd-i matla denir. Araya gazel yerleştirdiği de olurdu. Matlaı yenilerken, kâfiye bulmakta sıkıntı çekmeyecek kadar dil hakimiyeti bulunduğunu da isbat etmiş olurdu.
Gazel, bazen kasîdenin baş tarafına yerleştirilirdi. Şâirin kasîdeye bir gazelle başlaması mümkündü. Dîvân edebiyâtında, şiir denince akla hemen gazel geldiği için, şâirlik de gazeldeki başarıyla ölçülürdü. Böylece şâir, kasîdeye yerleştirdiği tegazzül bölümüyle gerçek bir şâir olduğunu ispat etmeye çalışırdı. Tegazzül, Mehdiye den sonra da olurdu.
2. Girizgâh:
Daha sonra, girizgâh denilen bir veya birkaç beyitlik bölümle medhiyyeye geçilirdi. Girizgâh, medhiyyeye giriş bölümüdür.
Medhiyye:
Kasîdenin yazılışından maksat, bu bölümdür. Şâir, medhiyye bölümünde sultanlık, vezirlik, müftülük gibi yüksek makamlardan birinde bulunan kişinin, o makamın gerektirdiği erdemlerin en yücesine sahip olduğunu söyler, böylece hem onu övmüş; hem de diğer taraftan o erdemlere gerçek anlamda sâhip kişiyi tarif ederek kasîdenin muhâtabını öyle olmaya davet etmiş olurdu. Bu özellikler adâlet, bilgelik, cömertlik, düşkünleri koruma, sanat ve ilim adamlarına el uzatmak, merhamet, cesâret gibi kavramlardı. Bu arada bir cimriyi cömert, bir zâlimi merhametli, elini kılıç kabzasına dokundurmamış birini en büyük kahraman diye tarif etmek gibi tuhaflıklar da olurdu. Bir şâirin göz göre göre gülünç olmak istemesi mümkün olmayacağına göre, bu şâirlerin, diledikleri özellikleri zikr ederek memdûh denilen övülen kişiyi, anlattıkları gibi olmaya teşvîk ettikleri söylenebilir.
Fahriyye: Bu bölümde şâir, ne kadar ince hünerli ve bilgili olduğunu söyleyerek yaptığı övgünün önemini ve değerini îmâ ederdi. Kendi kâbiliyetlerinden, şikâyetlerinden, şiirlerinin mükemmeliyetinden söz eder, kadirbilmezlikten yakınırdı. Fahriyye bölümünden aşağıdaki duâ bölümüne geçerken şâir mahlasını söyler ki bu beyite Taç beyti denir.
Duâ Bölümü:
Dua bölümüyle kasîde son bulurdu. Burada, övülenin şahsına ve mevkiine göre mutluluğunun, ömrünün, zaferlerinin artmasına, sürekli olmasına duâ edilirdi.
Yukarıda zikredilen bölümler, bütün kasîdelerde bulunmayabilirdi.
Genel olarak kasîdeler, en az on beş beyittir ve daha kısa kasîdeler kasîde-i beççe (çocuk kasîdesi) diye tebessümle küçümsenirdi.
Kâfiye sistemi aa ba ca ..
II. GAZEL:
Arapça olan gazel kelimesinin, sözlük anlamı, sevgi üzerine konuşmak, söyleşmektir. Edebî terim olarak ise, en eski nazım şekillerinden birinin adıdır. Beyitlerle kurulur ve tek kâfiyeli, kısa bir şiir şeklidir.
Kâfiye düzeni aa, ba, ca, ça, da, ea, ............
Gazel, 5-7-9-11 ........ beyitten oluşur. Umûmiyetle 5 ve 7 beyitten ibârettir; fakat 30-40 beyte kadar uzayan gazeller de vardır.
Gazelin ilk beyti musarradır. Yani mısralar, ilk beyitte birbiriyle kâfiyelidir. Buna mukaffâ (kâfiyeli) da denir. Sonraki beyitlerin ilk mısraları serbesttir. İkinci mısralar, mutlakâ ilk beyitle kâfiyeli olurlar.
İlk beyite matla (doğuş yeri) denir. İkinci beyitin, birinciden daha güzel olmasına özen gösterilir ve ikinci beyite hüsn-i matla denir.
Bazen gazelde birden fazla musarra beyit bulunur. Yani ilk 2-3 beyit tek kâfiye üzerine kurulurlar. Bu tür gazellere çok matlalı anl***** zül-metâli denir. Sadece ilk iki beyit tek kâfiye üzerine kurulmuşsa, yani peşpeşe iki matla varsa, bu tür gazellere, dü matla (iki matlalı) denir.
Gazelin matladan sonra gelen beyitlerini de kâfiyeli yapmaya tasrî denir. Bütün beyitler her mısraı tek kâfiye üzerine kurulmuşsa, bu gazellere musarra denir.
Bazen şâir, matlaın birinci ya da ikinci mısraını gazelin maktaında, yani son beytinde tekrarlar. Buna redd-i matla denir. Matla ve makta dışındaki mısralardan biri maktada tekrarlanırsa, buna da redd-i mısra denir. Redd-i matla ve redd-i mısrâda tekrarlanan mısraların, anlamlarının sağlam olması gerekir.
Gazelin son beytine makta (kesme yeri, bitirme yeri) denir. Maktadan bir önceki beytin, maktadan daha güzel olmasına dikkat edilir ve bu beyite hüsn-i makta denir. Gazellerin makta beyitlerinde şâirler, umûmiyetle fahriye yaparlar (övünürler)dı.
Şâirler, şiirlerinin başka şâirlerin şiirlerine karışmaması için, takma ad (mahlas) kullanırlar ve bu mahlası, genellikle makta beytinde kullanırlardı. Buna, tahallus denir. Eğer mahlas, sözlük anlamıyla kullanırsa, buna hüsn-i tahallus denirdi:
Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi Sal-Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
Mahlas beytine, mahlas-hâne de denir. Bazen şâirin, mahlasını iki ayrı yerde tekrarladığı da görülür. Mahlasını, redif olarak kullanan şâirlere de rastlanır. (Örnek: Cem Sultan)
Şâirin mahlası, gazelin makta beytinden önce kullanılabilir. Şâir gazeline aşk, şarap, güzellik, sâkî gibi konularla başladıktan sonra, bir beyitte mahlasını söyler ve bu arada gazeline bir ya da birkaç beyit daha ekler; şiirini uzatır. Bu eklenen beyitlere zeyl (ek) denir. Bu beyitlerde şâir, zamanın büyükleri için medhiyelerde bulunurlar. Gazel bu hâliyle bölümleri eksik bir kasîdeye benzer. Bu tür gazellere müzeyyel (uzatılmış, zeyl almış) gazel denir.
Gazelin en güzel beytine beytül-gazel veya şâh beyt denir.
Gazelde redif, bir kavram birliği sağlar. Beyitler arasında da anlam birliği ve bütünlüğü bulunan, bir pilan ve kompozisyon kaygısıyla söylenmiş gazeller, yek-âhenk gazel adını alır.
Gazelde anlam birliği ve konu bütünlüğünden başka beyitlerin aynı güç ve güzellikte olması da özenilen bir husustur. Bu güzelliğin sağlandığı gazellere, yek-âvâz gazel denir.Yek-âvâz gazellerde, konu birliği aranmaz.
Kasidelerde genellikle medhiyye bölümünden sonra şâir, bir fırsat düşürüp aynı vezin ve kâfiyede bir gazel kaydeder. Bu bölüme tegazzül (gazel söyleme) denir. Bunun amacı, medhiye bölümünün ağır üslûbunun hafifletilmesi ve kasîdeye bir canlılık kazandırmaktır. Kasîde içinde şâir, duruma uygun bir beyitle gazel söyleyeceğini önceden îmâ eder. Bazen kasîdenin, gazelle başladığı da olur. Bu tip kasîdelerde, daha sonra medhiye bölümü gelir.
Mısra ortalarında iç kafiye bulunan ve böylece her beyti ortadan bölünerek dörtlüğe dönebilen gazellere, musammat gazel denir.
İki şâir, birlikte gazel yazmışlarsa, bu tip gazeller, müşretek gazel diye adlandırılır.
Bazen de bir gazel, Türkçe, Arapça veya Farsça olarak yazılır. Mısraları değişik dillerde olan bu tip gazellere mülemma gazel adı verilir. Bu tip gazellerin ilk mısraları, genellikle Türkçe olur. Farklı dil kullanımının mısrada değil, beyitte bulunduğu mülemma gazellere de rastlanır.
Bazı gazeller, karşılıklı konuşma şeklinde şekillenmiştir. Dedim:.... , Dedi: .......... tarzında şekillenen bu tip gazellere mürâcaalı gazel denir. Bu tarzda soru cevap şeklinde yazılmış gazellerde soru ve cevap aynı mısrada veya soru ilk mısrada cevap ikinci mısrada olur.
Gazelin Önemi ve Konuları:
Nazım, dîvân edebiyâtında nesre göre daha çok ilgi görmüştür. Şâirler, sadece şâirâne duygu ve düşünceleri değil, türlü bilimsel konuları da işlemişlerdir. Ancak, gerçek şiir özelliği taşıyan ürünler arasında ilk sırayı, gazeller alır. Gazel, şiirin sadece sanat için ele alındığı nazım şeklidir. Türlü duygu ve düşünceler, en hür ve serbest şekilde, ancak gazelde ele alınır. Kısa bir nazım şekli olduğu için, gazel şâire kafiye ve redif bakımından kolaylık sağlar. Anlam bütünlüğü, umûmiyetle beyit içinde tamamlanır. Bu da her beytin, âdetâ bir kuyumcu titizliğiyle işlenmesi imkânını verir. Şiirin bütünlüğü, özenle işlenmiş beyitlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu sebeple gazel, bir ipliğe dizilmiş inci tanelerine benzetilir. Şâir, gazel beyitlerinde âşıkâne, rindâne, sofîyâne, zâhidâne, hakîmâne duygu ve düşüncelere yer verdiği gibi; şiir, şâir ve sanat üzerine eleştiri ve değerlendirmeler de yapar. Bu türlü düşüncelere, gazellerin genellikle makta beyitlerinde rastlanır. Şâir, bu beyitlerde aptığı fahriyelerin yanı sıra, bilhassa gazelin nasıl olması, nasıl yazılması gerektiğini de belirtir. Şâirler şiir, gazel redifli gazeller yazarak da bu yoldaki düşüncelerini anlatmışlardır. Ayrıca bu türlü düşüncelere, dîvân önsözlerinde de rastlanır.
Gazel Türleri:
Âşıkâne gazel:
Gazelde en çok işlenen konu kadın ve aşktır. Bunun yanı sıra sevgilinin güzelliği, çekiciliği; ona duyulan hayranlık ve özlemin ve sevgilinin âşıka olan kötü muâmelelerinin verdiği ıztırap, rakîbin âşıkta uyandırdığı kızgınlık ve kıskançlık; feleğin ve tâlihin âşıka cevirleri de anlatılır. Bunun dışında meyhâne, içki âlemleri, şarabın zevki, bahaârın verdiği neşe, tâlihin iyi veya kötü cilveleri, en çok işlenen konulardır. Dîn ile ilgili düşünceler; tasavvuf, ham sofularla alay, hayat, dünyâ ve âhiret hakkında türlü görüş ve hikmet yorumları da gazellerde sık sık söz konusu edilir. Bu konuların kesîf olarak işlendiği gazeller, üslûp yönünden çeşitli adlar alır. Aşkın verdiği mutluluğu, ayrılık acısını, sevgilinin cefâsından ve vefâsızlıklarından yakınmayı; sevgiliye yalvarışları, kavuşma isteğini, içli ve duygulu bir biçimde anlatan gazeller, âşıkâne gazel gurubuna girer.
Rindâne gazel:
Umûmiyetle dünyadan zevk alarak fânî hayâtın bütün fırsat ve imkânlarını değerlendirip mutluluğa kavuşmayı, toplum kurallarını, dînin ve şerîatın emir ve yasaklarını umursamadan kendince daha yüksek bir insanlık seviyesine ulaşmayı; yeyip içip eğlenmeyi; içkiyi, içki zevkini, içkiyle ilgili türlü düşünceleri işleyen yani rind ve rindlik felsefesine geniş yer veren gazellerdir. (Rind: Etvârı sâde, mutâdı bâde, aklı nûr-ı irfân ile pîrâste olan kişi-).
Şûhâne gazel:
Kadını, kadın güzelliğini, aşkın maddî ve manevî zevklerini konu alan zarif, nükteli ve çapkın bir üslûpla yazılmış gazellerdir. Dîvân şiirinde bu yolda yazılmış gazellerin en parlak örneklerine, Nedîmde rastlanır. Ondan sonra yazılan bu tarz gazellerin Nedîmâne gazel diye anılması dahi söz konusu olmuştur.
ç. Hikemî gazel:
Ahlâk ve edeple alâkalı öğütler veren, şâirin hayat tecrübelerine dayanan ve bu konudaki görüşlerini ihtivâ eden, özdeyiş denilebilecek sözlerin ağır bastığı gazellerdir.
d.Sofîyâne gazel: Daha çok mutasavvıf şâirlerde görülen ve tasavvufu, sofî inançlarını anlatan, tarîkatlerin düşünce sistemini işleyen, bunlar arasında dînî konulara da yer veren gazellerdir.
e.Sebk-i Hindî: İran şairlerinin etkisiyle dîvân şiirimizde XVII. Yüzyıldan itibaren ortaya çıkan bu akım, çok rağbet görmüş ve bu yolu benimseyen şâirlerce, bu tarzın özelliklerini taşıyan pek çok gazel yazılmıştır. Bu şiir tarzı, sözden çok anlama, gerçekten çok hayâle önem veren, yeni mazmunlar bulmaya, zincirleme terkiblerle ince istiâre, benzetme ve kinâyeler, mübâlağa ve tezatları çok kullanmaya dayanan bir akımdır. Bu yola, eski mazmunları tekrarlamamak ve şiire yeni bir söyleyiş getirmek amacıyla girilmiştir.
f.Türkî-i Basît:
Dîvân şiirinde basit bir Türkçeyle gazel yazmaya verilen addır. Böyle gazeller basît-nâme adıyla da tanınır. Bu gazellerde Arapça, Farsça kelime ve terkibler, yok denecek kadar azdır. Edirneli Nazmî (Ö. 1535) ve Tatavlalı Mahremî (Ö. 1548), Türkî-i Basît cereyânının ilk tatbikçileri olarak kaydedilirler.
g. Mesel-âmîz gazel:
Deyim ve atasözü kullanmakta ve mecazlı anlamlarıyla başka sözler arasında ilişki kurarak gazel yazmakta ustalaşan şâirlerin meydana getirdiği akımın ürünleridir. Böyle şâirlere mesel-gû, bu tür gazellere de mesel-âmîz- gazel denir. XV. Asırda çok tutulan bu tarz, Bosnalı Sâbit (Ö. 1712)te zirveye çıkmıştır.
III. Musammat:
Üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on mısralı bendlerden oluşan nazım şekilleridir. Her bend bir bütündür. Musammatlar müzdevic veya mütekerrir olur. Müzdeviç musammatların bedlerinde, sondan birer veya ikişer mısra aynı kâfiyede olur. Mütekerrir musammatlarda, bendlerin sondan birer veya ikişer mısraı tekrarlanır. Musammatların Türk edebiyâtında en çok kullanılan şekilleri aşağıdadır:
Dörtlüler (Murabba) (Gazellerin her beytinin önüne ikişer mısra eklemeye terbî denir)
Beşliler (Muhammes)
Altılılar (Müseddes)
Yedililer (Müsebba)
Sekizliler (Müsemmen)
Dokuzlular (Mütesa)
Onlular (Muaşşer)
Terkîb-i Bendler : Aynı vezinde 5-l0 beyitlik bendlerden kuruludur. Son beyite vâsıta, öndeki bir grup bende hâne denir. Hânelerin bütün mısraları kâfiyeli olabilir (müselsel), ya da gazel gibi kâfiyelenebilir. Vâsıta beyitlerinin kâfiyeleri, kendi içlerindedir.
Tercî-i Bendler: Bir terkîb-i bendin vâsıta beyti tekse ve her hâne sonunda tekrarlanıyorsa, buna tercî-i bend denir.
Terkîb-i Bend ve Tercî-i Bendlerin bend sayıları da 5-l0 arasında değişir. 7 rakamı tercîh edilir.
Tahmîs: Bir şâirin bir gazelini alıp da her beyit önüne aynı vezin ve kâfiyede üçer mısra eklenerek yapılır.
Taştîr: Bir şâirin bir gazelinin her beytini meydana getiren mısraların aralarına üçer mısra ilâvesiyle yapılır.
Saydığımız şekiller dışında şu iki şekil, özellik arz eder:
Şarkı: murabbadan geliştirilmiştir. abab, cccb, dddb,
aaaa , bbba, ccca, ..
Yahut/ a-nakarat-a-nakarat , bbb-nakarat, ccc-nakarat ........ olur.
Tardiyye: Muhammesin özel bir şeklidir. bbbba, cccca, dddda,
IV. Müstezad: Her mısraının altına, bir kısa mısra ilâve edilmiş gazel gibidirler. Zaten adı, ziyâdelenmiş (arttırılmış) anl***** gelir. Kısa mısrâlara ziyâde denir.
Müstezâdın özel vezni Mefûlü mefâilü mefâîlü feûlün + Mefûlü feûlün dür.
V. Rübâî: Dîvân edebiyâtına, İran edebiyâtından geçmiştir. Dört mısradan ibâret bir nazım şeklidir. Felsefî ve sofîyâne muhtevâlı şiirlerdir. 24 özel vezinle yazılır. Kâfiye düzeni:aa, xadır. Rübâîlerde, mahlas kullanılmaz.
VI. Tuyug. XVI yüzyıla kadar daha çok Âzerî ve Çağatay edebiyatlarında rastlanırdı. Halk edebiyâtımızdaki mâninin dîvân edebiyâtındaki karşılığıdır. Genel olarak
Fâilâtün fâilâtün fâilün vezniyle yazılır ve cinaslı kâfiyelere çok yer verilir.
VII. Kıta: Kıta, 2, 4 veya daha çok beyitten kurulmuş matlasız gazeldir. Bir fikri, bir nükteyi yahut bir yergiyi konu olarak alır. Bazen ilk beytin kâfiyeli olduğu da görülür. Kıtalarda, genellikle konu bütünlüğü görülür. 30-40 beyitlik kıtalara, kıta-i kebîre denir.
VIII. Târîh: Savaş, barış, tahta çıkma (cülûs), cülûs yıldönümü, evlenme, sakal bırakma, ölüm vb. gibi olayları veya saray, yalı, çeşme, hastane, medrese, kışla vb. yaptırma veya tamir ettirme gibi önemli olayları ebced hesâbı denilen usulle tespit eden bir nazım türüdür.
Ebced: elif. 1 be: 2 cim: 3 dal: 4 he: 5 vav: 6 ze: 7 ha: 8 tı. 9 ye: l0
Kef: 20 lâm: 30 mim: 40 nun: 50 sin: 60 ayn: 70 fe: 80 sad: 90 kaf: l00
Rı: 200 şın: 300 te: 400 peltek se: 500 hı: 600 zel: 700 dat: 800 zı: 900 gayn: l000
Târîh-i tâm: Târih mısraının bütün harfleri, tarihi bulmak için toplanır.
Tâmiyeli târîh: Tarih beytinden katılmalar veya çıkarmalar yapılarak elde edilir. Şâir, neyin çıkarılıp katılacağını espriyle bildirir.
Târîh-i mücevher: (cevherîn târîh): Sadece noktalı harfler toplanarak hesaplanan tarih.
Târîh-i mühmel (bî-nukât, sâde): Yalnız noktasız harflerin toplanmasıyla bulunan tarih.
Târîh-i dü-tâ: Târih mısraında aynı târihin iki defa düşürülmesidir.
Lâfzen ve manen Târîh: Tarih hem harf değerleriyle ve hem de rakam olarak söylenir.
IX. Muammâ: Bir insan isminin, îmâ yoluyla buldurulması üzerine kurulmuş şiirlerdir.
X. Lûgaz: Manzum bilmece. Herhangi bir nesne veya hayvan adının bilmece olarak manzum biçimde sorulmasıdır.
Dîvânların Tertîbi: Bir dîvân içinde, sırasıyla şu tip şiirler bulunur.
l. Tevhîd: Allâhın birliğini, yüceliğini anlatan kasîde.
2. Münâcât: Allâhın yüceliğini, onun karşısında kulun aczini ve bu yüce kudret sâhibine yakarışını işleyen şiirler.
3. Nat: Hz. Muhammedi öven kasîdeler.
Bir divânda çâr-yâr-ı güzîni, Mevlânâyı, devlet büyüklerini öven kasîdeler de bulunur.
Gazeller: Gazeliyyât, dîvânın en geniş ve önemli kısmıdır. Bunlar, kâfiye rediflerinin son harflerine göre sıralanırlar. Buna elifbâ sırası denir.
Musammatlar:
Kıtalar.
Rübâîler
Tuyuglar
Târîhler
Lûgazlar
Muammâlar
Müfredler
I. Kasîde:
Bir kasıt ve maksat güden uzunca manzûmelerdir. İlk olarak câhiliyye dönemi Araplarında görülür. Oradan Îrana ve daha sonra XI. Asırda Türklere geçmiştir.
Arap edebiyatının ürünü olan kasîdenin M.Ö. V. Yüzyıla uzandığı bilinir. Hicretin ilk yıllarına kadar Arap şiirinde başlıca iki nazım şekli vardı. Birisi recez, diğeri ise kasîdeydi. Recez, ânî ilhamlarla, bir anda söylenirdi, irticâlîydi.
İlk kasîde örnekleri seba-i muallaka denilen yedi muhtelif şiirde görülür. Bu yedi kasîde, her yıl yapılan panayırlarda okunan şiirler arasında, herkesçe sevilip beğenilen şiirlerdi ve Kabe duvarında sergilenirlerdi. Anlamı yedi askı demektir.
Kasîdenin muhtevâsının zenginleşmesi ve bir nazım şekli olarak en büyük önemi kazanması, İran edebiyâtı sâhasında oldu. Sâsânîler devrinde başlayan saray edebiyâtı geleneği, Türk devletlerine de yayıldı.
Kasîdenin Şekli:
Kasîdenin ilk beytinin mısraları, kendi aralarında kâfiyelidir. Beyit sayısı muhteliftir. Genellikle otuz birden doksan dokuza kadar olduğu söylenir. Ama 20 beyitten başlayıp 500 beyitten fazlaya kadar uzanan değişik hacimde kasîdeler vardır. Türk Dîvân şiirinde bu sayılar, 45-75 arasıdır. İlk beyti kâfiyeli olmayan kasîdeler, aynı vasıftaki gazeller gibi, şeklen kıta hükmündedirler.
Kasîde, beş bölümden oluşur:
1. Nesib (teşbîb): Eski belâgatçılar, nesibi kasîdenin başında söylenilen gazel diye tarif ederler. Buradan, tegazzül bölümünün, eskiden başta olduğu anlaşılmaktadır. Teşbib, konusu şâirin kendi hâlini anlattığı, aşk ıztıraplarını tesellî yollu söylediği şiirdi. Bu kelime ateş yakmak anlamina geldiğinden, Arap edebiyâtında âşık, sevgilisini anarak coşkunluğunu ve sevgisinin ateşini arttırdığı için gazele teşbib demiştir. Fakat şâirlerin çoğunluğu, kasîdenin başlarında bulunan zamanın ferahlığını, insanlara ezâ ve cefâsını, diğer taraftan bağ-bahçe ve çiçeklerin tasvirlerini, zevk ve neşe duygularını ihtivâ eden gazele, hem teşbib hem de nesib diyerek bu iki kavramın birini, diğerinden ayırmamışlardır. İçinde teşbib, yani gazel bulunmayan kasidelere mahdûd ya da muktedâb demişlerdi ki anlamı tegazzülden geri kalmış ve teşbîbden kesilmiş demektir.
Nesîb (teşbîb) bir mevsim, bir olay, bir manzara, bir çiçek ve başka akla gelecek her şeyin tasviri olabilirdi. Şâir, tasvir ettiği şeyle ilgili somut görüntü ve belirtileri, bilgisinin ve kültürünün el verdiği ölçüde yorumlar, kendi düşünce ve duygu âlemine göre anlamlandırırdı. Nesîb bölümü, şâirin genel kültürünü sergilemesine en uygun ve kasîdede de oldukça uzun bir bölümdü.
Şâir, bundan sonra okuyucuda yeni bir düşünce ve duygu zevki uyandırmak için aynı kâfiyede bir beyit söyleyebilir ki buna tecdîd-i matla denir. Araya gazel yerleştirdiği de olurdu. Matlaı yenilerken, kâfiye bulmakta sıkıntı çekmeyecek kadar dil hakimiyeti bulunduğunu da isbat etmiş olurdu.
Gazel, bazen kasîdenin baş tarafına yerleştirilirdi. Şâirin kasîdeye bir gazelle başlaması mümkündü. Dîvân edebiyâtında, şiir denince akla hemen gazel geldiği için, şâirlik de gazeldeki başarıyla ölçülürdü. Böylece şâir, kasîdeye yerleştirdiği tegazzül bölümüyle gerçek bir şâir olduğunu ispat etmeye çalışırdı. Tegazzül, Mehdiye den sonra da olurdu.
2. Girizgâh:
Daha sonra, girizgâh denilen bir veya birkaç beyitlik bölümle medhiyyeye geçilirdi. Girizgâh, medhiyyeye giriş bölümüdür.
Medhiyye:
Kasîdenin yazılışından maksat, bu bölümdür. Şâir, medhiyye bölümünde sultanlık, vezirlik, müftülük gibi yüksek makamlardan birinde bulunan kişinin, o makamın gerektirdiği erdemlerin en yücesine sahip olduğunu söyler, böylece hem onu övmüş; hem de diğer taraftan o erdemlere gerçek anlamda sâhip kişiyi tarif ederek kasîdenin muhâtabını öyle olmaya davet etmiş olurdu. Bu özellikler adâlet, bilgelik, cömertlik, düşkünleri koruma, sanat ve ilim adamlarına el uzatmak, merhamet, cesâret gibi kavramlardı. Bu arada bir cimriyi cömert, bir zâlimi merhametli, elini kılıç kabzasına dokundurmamış birini en büyük kahraman diye tarif etmek gibi tuhaflıklar da olurdu. Bir şâirin göz göre göre gülünç olmak istemesi mümkün olmayacağına göre, bu şâirlerin, diledikleri özellikleri zikr ederek memdûh denilen övülen kişiyi, anlattıkları gibi olmaya teşvîk ettikleri söylenebilir.
Fahriyye: Bu bölümde şâir, ne kadar ince hünerli ve bilgili olduğunu söyleyerek yaptığı övgünün önemini ve değerini îmâ ederdi. Kendi kâbiliyetlerinden, şikâyetlerinden, şiirlerinin mükemmeliyetinden söz eder, kadirbilmezlikten yakınırdı. Fahriyye bölümünden aşağıdaki duâ bölümüne geçerken şâir mahlasını söyler ki bu beyite Taç beyti denir.
Duâ Bölümü:
Dua bölümüyle kasîde son bulurdu. Burada, övülenin şahsına ve mevkiine göre mutluluğunun, ömrünün, zaferlerinin artmasına, sürekli olmasına duâ edilirdi.
Yukarıda zikredilen bölümler, bütün kasîdelerde bulunmayabilirdi.
Genel olarak kasîdeler, en az on beş beyittir ve daha kısa kasîdeler kasîde-i beççe (çocuk kasîdesi) diye tebessümle küçümsenirdi.
Kâfiye sistemi aa ba ca ..
II. GAZEL:
Arapça olan gazel kelimesinin, sözlük anlamı, sevgi üzerine konuşmak, söyleşmektir. Edebî terim olarak ise, en eski nazım şekillerinden birinin adıdır. Beyitlerle kurulur ve tek kâfiyeli, kısa bir şiir şeklidir.
Kâfiye düzeni aa, ba, ca, ça, da, ea, ............
Gazel, 5-7-9-11 ........ beyitten oluşur. Umûmiyetle 5 ve 7 beyitten ibârettir; fakat 30-40 beyte kadar uzayan gazeller de vardır.
Gazelin ilk beyti musarradır. Yani mısralar, ilk beyitte birbiriyle kâfiyelidir. Buna mukaffâ (kâfiyeli) da denir. Sonraki beyitlerin ilk mısraları serbesttir. İkinci mısralar, mutlakâ ilk beyitle kâfiyeli olurlar.
İlk beyite matla (doğuş yeri) denir. İkinci beyitin, birinciden daha güzel olmasına özen gösterilir ve ikinci beyite hüsn-i matla denir.
Bazen gazelde birden fazla musarra beyit bulunur. Yani ilk 2-3 beyit tek kâfiye üzerine kurulurlar. Bu tür gazellere çok matlalı anl***** zül-metâli denir. Sadece ilk iki beyit tek kâfiye üzerine kurulmuşsa, yani peşpeşe iki matla varsa, bu tür gazellere, dü matla (iki matlalı) denir.
Gazelin matladan sonra gelen beyitlerini de kâfiyeli yapmaya tasrî denir. Bütün beyitler her mısraı tek kâfiye üzerine kurulmuşsa, bu gazellere musarra denir.
Bazen şâir, matlaın birinci ya da ikinci mısraını gazelin maktaında, yani son beytinde tekrarlar. Buna redd-i matla denir. Matla ve makta dışındaki mısralardan biri maktada tekrarlanırsa, buna da redd-i mısra denir. Redd-i matla ve redd-i mısrâda tekrarlanan mısraların, anlamlarının sağlam olması gerekir.
Gazelin son beytine makta (kesme yeri, bitirme yeri) denir. Maktadan bir önceki beytin, maktadan daha güzel olmasına dikkat edilir ve bu beyite hüsn-i makta denir. Gazellerin makta beyitlerinde şâirler, umûmiyetle fahriye yaparlar (övünürler)dı.
Şâirler, şiirlerinin başka şâirlerin şiirlerine karışmaması için, takma ad (mahlas) kullanırlar ve bu mahlası, genellikle makta beytinde kullanırlardı. Buna, tahallus denir. Eğer mahlas, sözlük anlamıyla kullanırsa, buna hüsn-i tahallus denirdi:
Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi Sal-Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
Mahlas beytine, mahlas-hâne de denir. Bazen şâirin, mahlasını iki ayrı yerde tekrarladığı da görülür. Mahlasını, redif olarak kullanan şâirlere de rastlanır. (Örnek: Cem Sultan)
Şâirin mahlası, gazelin makta beytinden önce kullanılabilir. Şâir gazeline aşk, şarap, güzellik, sâkî gibi konularla başladıktan sonra, bir beyitte mahlasını söyler ve bu arada gazeline bir ya da birkaç beyit daha ekler; şiirini uzatır. Bu eklenen beyitlere zeyl (ek) denir. Bu beyitlerde şâir, zamanın büyükleri için medhiyelerde bulunurlar. Gazel bu hâliyle bölümleri eksik bir kasîdeye benzer. Bu tür gazellere müzeyyel (uzatılmış, zeyl almış) gazel denir.
Gazelin en güzel beytine beytül-gazel veya şâh beyt denir.
Gazelde redif, bir kavram birliği sağlar. Beyitler arasında da anlam birliği ve bütünlüğü bulunan, bir pilan ve kompozisyon kaygısıyla söylenmiş gazeller, yek-âhenk gazel adını alır.
Gazelde anlam birliği ve konu bütünlüğünden başka beyitlerin aynı güç ve güzellikte olması da özenilen bir husustur. Bu güzelliğin sağlandığı gazellere, yek-âvâz gazel denir.Yek-âvâz gazellerde, konu birliği aranmaz.
Kasidelerde genellikle medhiyye bölümünden sonra şâir, bir fırsat düşürüp aynı vezin ve kâfiyede bir gazel kaydeder. Bu bölüme tegazzül (gazel söyleme) denir. Bunun amacı, medhiye bölümünün ağır üslûbunun hafifletilmesi ve kasîdeye bir canlılık kazandırmaktır. Kasîde içinde şâir, duruma uygun bir beyitle gazel söyleyeceğini önceden îmâ eder. Bazen kasîdenin, gazelle başladığı da olur. Bu tip kasîdelerde, daha sonra medhiye bölümü gelir.
Mısra ortalarında iç kafiye bulunan ve böylece her beyti ortadan bölünerek dörtlüğe dönebilen gazellere, musammat gazel denir.
İki şâir, birlikte gazel yazmışlarsa, bu tip gazeller, müşretek gazel diye adlandırılır.
Bazen de bir gazel, Türkçe, Arapça veya Farsça olarak yazılır. Mısraları değişik dillerde olan bu tip gazellere mülemma gazel adı verilir. Bu tip gazellerin ilk mısraları, genellikle Türkçe olur. Farklı dil kullanımının mısrada değil, beyitte bulunduğu mülemma gazellere de rastlanır.
Bazı gazeller, karşılıklı konuşma şeklinde şekillenmiştir. Dedim:.... , Dedi: .......... tarzında şekillenen bu tip gazellere mürâcaalı gazel denir. Bu tarzda soru cevap şeklinde yazılmış gazellerde soru ve cevap aynı mısrada veya soru ilk mısrada cevap ikinci mısrada olur.
Gazelin Önemi ve Konuları:
Nazım, dîvân edebiyâtında nesre göre daha çok ilgi görmüştür. Şâirler, sadece şâirâne duygu ve düşünceleri değil, türlü bilimsel konuları da işlemişlerdir. Ancak, gerçek şiir özelliği taşıyan ürünler arasında ilk sırayı, gazeller alır. Gazel, şiirin sadece sanat için ele alındığı nazım şeklidir. Türlü duygu ve düşünceler, en hür ve serbest şekilde, ancak gazelde ele alınır. Kısa bir nazım şekli olduğu için, gazel şâire kafiye ve redif bakımından kolaylık sağlar. Anlam bütünlüğü, umûmiyetle beyit içinde tamamlanır. Bu da her beytin, âdetâ bir kuyumcu titizliğiyle işlenmesi imkânını verir. Şiirin bütünlüğü, özenle işlenmiş beyitlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu sebeple gazel, bir ipliğe dizilmiş inci tanelerine benzetilir. Şâir, gazel beyitlerinde âşıkâne, rindâne, sofîyâne, zâhidâne, hakîmâne duygu ve düşüncelere yer verdiği gibi; şiir, şâir ve sanat üzerine eleştiri ve değerlendirmeler de yapar. Bu türlü düşüncelere, gazellerin genellikle makta beyitlerinde rastlanır. Şâir, bu beyitlerde aptığı fahriyelerin yanı sıra, bilhassa gazelin nasıl olması, nasıl yazılması gerektiğini de belirtir. Şâirler şiir, gazel redifli gazeller yazarak da bu yoldaki düşüncelerini anlatmışlardır. Ayrıca bu türlü düşüncelere, dîvân önsözlerinde de rastlanır.
Gazel Türleri:
Âşıkâne gazel:
Gazelde en çok işlenen konu kadın ve aşktır. Bunun yanı sıra sevgilinin güzelliği, çekiciliği; ona duyulan hayranlık ve özlemin ve sevgilinin âşıka olan kötü muâmelelerinin verdiği ıztırap, rakîbin âşıkta uyandırdığı kızgınlık ve kıskançlık; feleğin ve tâlihin âşıka cevirleri de anlatılır. Bunun dışında meyhâne, içki âlemleri, şarabın zevki, bahaârın verdiği neşe, tâlihin iyi veya kötü cilveleri, en çok işlenen konulardır. Dîn ile ilgili düşünceler; tasavvuf, ham sofularla alay, hayat, dünyâ ve âhiret hakkında türlü görüş ve hikmet yorumları da gazellerde sık sık söz konusu edilir. Bu konuların kesîf olarak işlendiği gazeller, üslûp yönünden çeşitli adlar alır. Aşkın verdiği mutluluğu, ayrılık acısını, sevgilinin cefâsından ve vefâsızlıklarından yakınmayı; sevgiliye yalvarışları, kavuşma isteğini, içli ve duygulu bir biçimde anlatan gazeller, âşıkâne gazel gurubuna girer.
Rindâne gazel:
Umûmiyetle dünyadan zevk alarak fânî hayâtın bütün fırsat ve imkânlarını değerlendirip mutluluğa kavuşmayı, toplum kurallarını, dînin ve şerîatın emir ve yasaklarını umursamadan kendince daha yüksek bir insanlık seviyesine ulaşmayı; yeyip içip eğlenmeyi; içkiyi, içki zevkini, içkiyle ilgili türlü düşünceleri işleyen yani rind ve rindlik felsefesine geniş yer veren gazellerdir. (Rind: Etvârı sâde, mutâdı bâde, aklı nûr-ı irfân ile pîrâste olan kişi-).
Şûhâne gazel:
Kadını, kadın güzelliğini, aşkın maddî ve manevî zevklerini konu alan zarif, nükteli ve çapkın bir üslûpla yazılmış gazellerdir. Dîvân şiirinde bu yolda yazılmış gazellerin en parlak örneklerine, Nedîmde rastlanır. Ondan sonra yazılan bu tarz gazellerin Nedîmâne gazel diye anılması dahi söz konusu olmuştur.
ç. Hikemî gazel:
Ahlâk ve edeple alâkalı öğütler veren, şâirin hayat tecrübelerine dayanan ve bu konudaki görüşlerini ihtivâ eden, özdeyiş denilebilecek sözlerin ağır bastığı gazellerdir.
d.Sofîyâne gazel: Daha çok mutasavvıf şâirlerde görülen ve tasavvufu, sofî inançlarını anlatan, tarîkatlerin düşünce sistemini işleyen, bunlar arasında dînî konulara da yer veren gazellerdir.
e.Sebk-i Hindî: İran şairlerinin etkisiyle dîvân şiirimizde XVII. Yüzyıldan itibaren ortaya çıkan bu akım, çok rağbet görmüş ve bu yolu benimseyen şâirlerce, bu tarzın özelliklerini taşıyan pek çok gazel yazılmıştır. Bu şiir tarzı, sözden çok anlama, gerçekten çok hayâle önem veren, yeni mazmunlar bulmaya, zincirleme terkiblerle ince istiâre, benzetme ve kinâyeler, mübâlağa ve tezatları çok kullanmaya dayanan bir akımdır. Bu yola, eski mazmunları tekrarlamamak ve şiire yeni bir söyleyiş getirmek amacıyla girilmiştir.
f.Türkî-i Basît:
Dîvân şiirinde basit bir Türkçeyle gazel yazmaya verilen addır. Böyle gazeller basît-nâme adıyla da tanınır. Bu gazellerde Arapça, Farsça kelime ve terkibler, yok denecek kadar azdır. Edirneli Nazmî (Ö. 1535) ve Tatavlalı Mahremî (Ö. 1548), Türkî-i Basît cereyânının ilk tatbikçileri olarak kaydedilirler.
g. Mesel-âmîz gazel:
Deyim ve atasözü kullanmakta ve mecazlı anlamlarıyla başka sözler arasında ilişki kurarak gazel yazmakta ustalaşan şâirlerin meydana getirdiği akımın ürünleridir. Böyle şâirlere mesel-gû, bu tür gazellere de mesel-âmîz- gazel denir. XV. Asırda çok tutulan bu tarz, Bosnalı Sâbit (Ö. 1712)te zirveye çıkmıştır.
III. Musammat:
Üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on mısralı bendlerden oluşan nazım şekilleridir. Her bend bir bütündür. Musammatlar müzdevic veya mütekerrir olur. Müzdeviç musammatların bedlerinde, sondan birer veya ikişer mısra aynı kâfiyede olur. Mütekerrir musammatlarda, bendlerin sondan birer veya ikişer mısraı tekrarlanır. Musammatların Türk edebiyâtında en çok kullanılan şekilleri aşağıdadır:
Dörtlüler (Murabba) (Gazellerin her beytinin önüne ikişer mısra eklemeye terbî denir)
Beşliler (Muhammes)
Altılılar (Müseddes)
Yedililer (Müsebba)
Sekizliler (Müsemmen)
Dokuzlular (Mütesa)
Onlular (Muaşşer)
Terkîb-i Bendler : Aynı vezinde 5-l0 beyitlik bendlerden kuruludur. Son beyite vâsıta, öndeki bir grup bende hâne denir. Hânelerin bütün mısraları kâfiyeli olabilir (müselsel), ya da gazel gibi kâfiyelenebilir. Vâsıta beyitlerinin kâfiyeleri, kendi içlerindedir.
Tercî-i Bendler: Bir terkîb-i bendin vâsıta beyti tekse ve her hâne sonunda tekrarlanıyorsa, buna tercî-i bend denir.
Terkîb-i Bend ve Tercî-i Bendlerin bend sayıları da 5-l0 arasında değişir. 7 rakamı tercîh edilir.
Tahmîs: Bir şâirin bir gazelini alıp da her beyit önüne aynı vezin ve kâfiyede üçer mısra eklenerek yapılır.
Taştîr: Bir şâirin bir gazelinin her beytini meydana getiren mısraların aralarına üçer mısra ilâvesiyle yapılır.
Saydığımız şekiller dışında şu iki şekil, özellik arz eder:
Şarkı: murabbadan geliştirilmiştir. abab, cccb, dddb,
aaaa , bbba, ccca, ..
Yahut/ a-nakarat-a-nakarat , bbb-nakarat, ccc-nakarat ........ olur.
Tardiyye: Muhammesin özel bir şeklidir. bbbba, cccca, dddda,
IV. Müstezad: Her mısraının altına, bir kısa mısra ilâve edilmiş gazel gibidirler. Zaten adı, ziyâdelenmiş (arttırılmış) anl***** gelir. Kısa mısrâlara ziyâde denir.
Müstezâdın özel vezni Mefûlü mefâilü mefâîlü feûlün + Mefûlü feûlün dür.
V. Rübâî: Dîvân edebiyâtına, İran edebiyâtından geçmiştir. Dört mısradan ibâret bir nazım şeklidir. Felsefî ve sofîyâne muhtevâlı şiirlerdir. 24 özel vezinle yazılır. Kâfiye düzeni:aa, xadır. Rübâîlerde, mahlas kullanılmaz.
VI. Tuyug. XVI yüzyıla kadar daha çok Âzerî ve Çağatay edebiyatlarında rastlanırdı. Halk edebiyâtımızdaki mâninin dîvân edebiyâtındaki karşılığıdır. Genel olarak
Fâilâtün fâilâtün fâilün vezniyle yazılır ve cinaslı kâfiyelere çok yer verilir.
VII. Kıta: Kıta, 2, 4 veya daha çok beyitten kurulmuş matlasız gazeldir. Bir fikri, bir nükteyi yahut bir yergiyi konu olarak alır. Bazen ilk beytin kâfiyeli olduğu da görülür. Kıtalarda, genellikle konu bütünlüğü görülür. 30-40 beyitlik kıtalara, kıta-i kebîre denir.
VIII. Târîh: Savaş, barış, tahta çıkma (cülûs), cülûs yıldönümü, evlenme, sakal bırakma, ölüm vb. gibi olayları veya saray, yalı, çeşme, hastane, medrese, kışla vb. yaptırma veya tamir ettirme gibi önemli olayları ebced hesâbı denilen usulle tespit eden bir nazım türüdür.
Ebced: elif. 1 be: 2 cim: 3 dal: 4 he: 5 vav: 6 ze: 7 ha: 8 tı. 9 ye: l0
Kef: 20 lâm: 30 mim: 40 nun: 50 sin: 60 ayn: 70 fe: 80 sad: 90 kaf: l00
Rı: 200 şın: 300 te: 400 peltek se: 500 hı: 600 zel: 700 dat: 800 zı: 900 gayn: l000
Târîh-i tâm: Târih mısraının bütün harfleri, tarihi bulmak için toplanır.
Tâmiyeli târîh: Tarih beytinden katılmalar veya çıkarmalar yapılarak elde edilir. Şâir, neyin çıkarılıp katılacağını espriyle bildirir.
Târîh-i mücevher: (cevherîn târîh): Sadece noktalı harfler toplanarak hesaplanan tarih.
Târîh-i mühmel (bî-nukât, sâde): Yalnız noktasız harflerin toplanmasıyla bulunan tarih.
Târîh-i dü-tâ: Târih mısraında aynı târihin iki defa düşürülmesidir.
Lâfzen ve manen Târîh: Tarih hem harf değerleriyle ve hem de rakam olarak söylenir.
IX. Muammâ: Bir insan isminin, îmâ yoluyla buldurulması üzerine kurulmuş şiirlerdir.
X. Lûgaz: Manzum bilmece. Herhangi bir nesne veya hayvan adının bilmece olarak manzum biçimde sorulmasıdır.