• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Dini Sohbet

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Kötü huy diken gibidir
Mevlânâ hazretleri, Mesnevi’de kötü huyun insanın nefsine ve çevresine nasıl bir eziyet yaptığı hakkında şöyle bir hikaye anlatır: Huysuz adamın biri bir gün herkesin gelip geçtiği yol üzerine dikenli çalılar diker. Yoldan geçenler her ne kadar “Bunları buradan sök at” dese de o bunların hiçbirine kulak asmaz. Yine kendi bildiğini okur. O dikenli çalılar büyür yoldan geçen halkın ayağına takılır, onlara eziyet eder. O yoldan geçenler perişan olur. Bu durum valiye kadar intikal edince vali onu yanına çağırır. Dikenleri sökmesi için emreder. O da sökerim diye söz verir; ama bugün yarın diye ertelemeye devam eder. Ne sökmem der ne de sökmeye teşebbüs eder. Bir gün vali onu yanına çağırır; “Verdiği sözde durmayan adam, emrimi uygula!” diye sıkı sıkı tembihler. Ağır ikazlarda bulunur. Çalıları diken huysuz adam da şöyle der: “Önümde hayli günler var. Merak etme nasıl olsa günün birinde sökerim.” Vali ise çabuk olmasını söyler ve onu uyarmaya devam eder. Ama adam sözden anlamaz. Dikenler de kök salıp büyümeye devam eder. Mevlânâ, hikayenin bu kısmında bir işi yarına ertelerken zamanın su gibi akıp gittiğini söylüyor ve; “Her gün sen yarın bu işi görürüm diyorsun ama günler geçip gittikçe o dikenler daha da kuvvetleniyor. Onu sökecek olan da ihtiyarlıyor, kuvvetten düşüyor. Sen de her bir kötü huyunu bir diken bil. O dikenler kaç keredir senin ayaklarına battı. Kaç kere oldu seni kötü huyun yaraladı. Sen kendi tabiatından hastalandın da duygusuzluğun yüzünden habersizsin. Çirkin huyunun da başkalarını rahatsız ettiğini bilmiyorsun. Sen şu dikeni gül fidanı haline getir. Gül fidanı ile onu aşıla. Böylece sendeki dikenler gül fidanı haline gelsin. Eğer sen de şerri gidermek istiyorsan, ateşin gönlüne hakkın rahmet suyunu dök.”
Mevlânâ, burada nefsinin kötü arzularına düşmeyi dert edinmeye dikkat çekiyor ve diyor ki:
“Nefsinin ateşi söndüren sonra, gönül bahçesine dikersen biter. Laleler, ak güller, güzel kokulu çiçekler yetişir. Sözün kısası; işini yarına bırakma. Çabuk tövbe et de istiğfarı yarına bırakma. Yıl geçti ekin vakti geldiğinde sende yüz karalığından başka bir şey kalmaz.
Beden ağacının köküne kurt düştü.
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
ey nefsim sözüm sana...
Bir zat, bir keresinde, gözleri kadına baktı. Buna çok pişman olan zat, O günden sonra ölene kadar bir daha soğuk su içmedi.



Hasan bin Ebu Sinan (K.S) bir köşkün önünden geçerken kendi kendine; -Bu ne zaman yapılmış acaba! diye sordu. Sonra yine kendi kendine;-Sen neden üzerine lazım olmayan ve vazifen olmayan işlere karışıyorsun? dedi ve bunun için bir gün oruç tuttu.



Ashab-ı kiram Temim-i Dâri (R.A): Bir gece teheccüd namazına kalkamadı. Bunun yüzünden bir yıl yatağa yatmadı.



Görüldüğü gibi, abidler, alimler, evliyalar ve sahabeler dahi nefislerini terbiye edebilmek ve onun esiri olmamak için türlü çareler aramış ve ona türlü türlü cezalar vermişler



Ey nefsim!
Eğer günahlarda ısrar edersen, sana bu dünyada aklına gelmeyen cezalar verecek ve seni perişan edeceğim. Çünkü sen, bu dünyada biraz perişan olmaz ve kendini sıkıntıya sokmaz isen senin yüzünden ahirette bin pişman, üzgün ve perişan olacağım, diye nefsimizi azarlamalı ve gerektiği zaman ceza vermeliyiz
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Cehennemin en pis kokan yeri
* Kendini olduğundan fazla gösteren kimse, kendi durumunu inkâr etmiş olur.
* İnsanlar, fakir olmaktan korkarak dünyalık için çalıştıkları kadar, Cehennemden korkup, korunmak için çalışsalardı, mutlaka Cennete giderlerdi.
* İnsanlar zaruret diyerek, yiyecek kazanma peşinde koşarlar. Halbuki esas zaruret günahlardan kaçınmaktır. Fakat çokları bundan kaçınmayıp, yiyecek peşinde koşarlar.
* Sadık dost, arkadaşının ayıplarını görünce ihtar eder, ifşa etmez.
* Gafillerden, cahillerden ve yaltakçılardan uzak dur!
* Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatıyla sıfatlanmaktır. Zira Allahü teâlâ yemekten ve içmekten münezzehtir.
* Bir kimse bir nimete kavuşur da bunun şükrünü yapmazsa, o nimet elinden gider de, o kimsenin haberi bile olmaz.
* Şu üç şey Allahü teâlâyı çok üzer: 1- Vakti boşa geçirmek, 2- İnsanlarla alay etmek, 3- Gıybet etmek.
* Cehennemin en pis kokan yeri, zina yapanların bulunduğu kısmıdır!
* Allah’tan başka her neye taparsanız, hepsi hiçtir. Yazıklar olsun o kimseye ki, bir hiç iledir.
* Bir şeye ihtiyaç duyulduğu halde, çalışıp onu temin etmemek, çoluk çocuğu perişan bırakmak, cahillik ve tembelliktir.
* Bir haber duyduğunuz zaman onu nakletmek için değil, ona uymak için iyi anlayıp düşünün! Çünkü ilmi rivayet edenler çoktur, fakat riayet edenler pek azdır.
* İşin esası üç şeydir: Helal yemek, ahlak ve amelde Resulullaha tâbi olmak, her işi yalnız Allahü teâlânın rızası için yapmak.
* Kulluğun en güzeli; kulun Allahü teâlânın verdiği nimetler karşısında, şükürden aciz olduğunu bilmesidir.
* Kim ilmi ararsa; öğrenir ve günah işlemekten korkar ve ondan kaçar. Günahtan kaçan ise, kıyamet günü cezasından kurtulur.
* Günahlar gizli olarak işlenirse; bunun zararı, günahı işleyenleredir. Lakin açıktan işleniyor ve buna mani olunmuyorsa, bunun zararı herkesedir.
* İntikam alıp da sonunda pişman olmaktansa, affedip de pişman olmak benim için daha sevimlidir.
* Fakirlik, haline şükredip, kimseye şikayet etmeyerek ihtiyacını gizlemektir.
* Bedbaht kişi, unutulmuş günahlarını açığa vuran kimsedir.
* Ölüm gelmeden hesabınızı yapınız! Tevbe ediniz ki, affa kavuşasınız.
 
Üyelik Tarihi
24 Mar 2017
Konular
1,018
Mesajlar
2,425
MFC Puanı
4,910
* Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatıyla sıfatlanmaktır. Zira Allahü teâlâ yemekten ve içmekten münezzehtir.

Teşekkürler
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Aşk Denen Şey
İnsan nefsi güzel şeylere bakmaya düşkündür.
Göz kalbin elçisidir.Onun tarafından görevlendirilir. Güzel ve manzaralı birşey bulmuşsa memnuniyet duyar.Fakat göz çoğu defa, kalbin başını belaya sokar.Zira öyle güzelleri haber verir ki . ne hepsini elde etmeye,ne de ayrılıklarına tahammüle kalbin gücü yeter...

Bakışlarını Allah'ın izni haricinde salıverenlerin hasretleri devamlı olur. Çünkü bakmak, sevgiyi doğurur ve kalp bir alakaya sahip olur.Sonra bu alaka kuvvetlenir;vurgunluk derecesine varır. Ve kalbi kaplar.Göz bakmaaya devam ettikçe, vurgunluk hali, kalpten ayrılmayacak bir sevgi halini alır. sonra bu aşırı sevgi,aşka döner ve çılgınlık halini alır.Artık kalp köle olmuştur.Ve layık olmayana kulluk etmeye başlar.Bütün bunlar bakmanın cinayetidir.
Bir kral iken, şimdi bir esirdir o...

Kalp düştüğü haller için gözden dert yanar.

Göz ise:"Ben senin memurundum.Bana görev veren sendin." der.
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
AĞLA KENDİNE
Ağla kendine... Ben Müslümanım deyip de ,islamiyeti yaşamadığında
Ağla kendine...Kardeşlerin aglarken senin kahkaların yükselince, onlar yokluk çekerken sen nimetleri küçümserken
Ağla kendine... Nefsinin arzuları önünde zayıf görünce, günahların önünde mükemmel olunca
Ağla kendine... Münkeri görüp de inkar etmediğinde ,hayırı görüp de hakir gördügünde
Ağla kendine... Film tesirinde kalıp da akıttıgın göz yaşlarına, Kur'an-ı Kerimi duyup da tesirinde kalmadığında
Ağla kendine... Yalan dünyanın peşinde koşarken Allah'a itaatte kimseyle yarışmazken
Ağla kendine... Namazın ibadetten adete, rahatlık saatinden sıkıntıya dönüşünce
Ağla kendine... Eşarbını toplum gereği örtündügünde , seni mecburen setrettiginde
Ağla kendine... Vaktini boş yere heder ettiginde, hesabı bilip de gaflette oldugunda
Ağla kendine... İbadetlerde lezzet ve huzuru bulamadığında
Ağla kendine... Sıkıntılarını hüzne boğduğunda, gecenin yarısına sahip oldugunu bildigin halde
Ağla kendine... Yanlış yolda oldugunu idrak ettiginde , ömrünün çoğu boşa geçtiginde
Ağla kendine... ALLAH (cc) için akmayan göz yaşlarına , ALLAH (cc) için atmayan adımlarına
Ağla kendine... Rabbine güzel bir dönüşle tövbe ederek yeni bir sayfa açarak
Sen de bilirsin ki tövbe kapısı açıktır
Can boğaza gelmedikçe
Ağla ki gözyaşların katılaşmış kalbe bir sel gibi aksın güller açsın yüreklerde
Ağla ki bu dünyada ukbada akmasın gözlerden yaşlar.
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Ölümün güzel sözleri


Ölüm; doğduğum ilk andan beri alnıma yazılmış, rengini bilmediğim bir yazı. Nasıl
oluyor da hayat akıp gidiyor avuçlarımızdan, geçmez dediğimiz anlar bile yılların arasına sıkışıp gidiyor. Hep bir yerlere yetişmenin peşinde koşmaktan, ölüme koştuğumuzu anlayamıyoruz. Boynumuza doğduğumuzda taktığımız o ipin çekilme vakti geldiğinde şaşkınlıktan alamıyoruz kendimizi. Hiç aklımıza gelmeyen ölüm karşımıza dikildiğinde sanki çok uzun yıllar önce tanışmış ama yıllardır görmediğimiz biriyle karşılaşmış gibi oluruz. Tabi böyle bir ölümden Allah muhafaza etsin…


Nice ölümler vardır ki hasretle beklenir…
Nice ölümler vardır ki sevda ateşi gibidir…
Nice ölümler vardır ki sevgiliye kavuşmaktır…
Rabbine kavuşmak için geçen bir ömrün son
hasret demlerine şahit oldum.


Acaba Berat Gecesi'nde ömrümüze ne kadar vakit biçildiğini ya da biçilen o vaktin bize haber verildiğini düşünebilir misiniz? Yoksa tüyleriniz mi ürperdi?

Bir Berat akşamı melekler etrafınıza toplansa, üç Berat'ın kaldı deseler
"Elhamdülillah, Rabbim sana kavuşmaya az kaldı." mı dersiniz yoksa telaşa mı kapılırdınız ya da hiç umursamaz mıydınız

Öyle bir an gelecek ki, biz daldığımız dipsiz kuyunun karanlığındayken, ölümün gözleri parlayacak; o an ya çok korkacağız ya da kurtuluş en büyük sevincimiz olacak. Necip Fazıl ne güzel de dillendirmiş bu hâli:

"O dem ki perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail'e hoş geldin diyebilmek de hüner"


Böyle bir hünerimiz var mı acaba?

Ölüm ve ötesi aklıma geldiğinde bir korku düşer içime,
Üstad'ın dediği gibi:

"İşaret bekliyorum yağız atım eğerli
Yanarım sorarlarsa ne getirdin değerli"


Ölümü unutmam diyemem; ama unutmamak için elimden geleni yapmam gerekiyor. Eğer bir gün Azrail'in gelişi şaşırtırsa beni ve bu şaşkınlığın yanında, eşantiyonu korkuysa eğer, Eyvah! demek gelir içimden geçen ömrüme. Ama şaşkınlığın yanında bir demet gül, bir taş zemzem getirirse Azrail, dilimde şahadet, kalbimde imanım ve karşımda Resûl olursa eğer, başıma taçlar takarsa, dilimde ve kalbimde bir hamd DEĞMEYİN KEYFİME

alıntı
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
EFENDİMİZİN(S.A.V) HZ.ALİ'YE NASİHATLERİ
RASULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM'İN HZ. ALİ RADIYALLAHU ANH'A NASİHATLARI



Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem, Hazreti Fatıma ile Hz. Ali Radıyallahu anhuma’ yı evlendirdiği zaman şu tavsiyelerde bulundu:



1-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Gelini evine götürdüğün zaman, çorabını ayağından çıkar ve ayağını yıka. Sonra o suyu evin her tarafına saç Allah Teala evinden yetmiş çeşit fakirliği giderir. Evinize yetmiş çeşit bereket getirir. Yetmiş çeşit rahmet nazil olur. Gelin cüzamdan, delilikten ve diğer hastalıklardan emin olur.



2-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Gelini ilk hafta ekşi yoğurt, ayran ve sirke yemekten menet.

Bunları menetmekteki sebebi soran Hazret-i Ali Radıyallahu anh'a Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

3-) "Ey Ali! (Radıyallahu anh) Ekşi olan yemekler. (Yoğurt, turşu vesaire gibi) rahimde kötü etki yaparak çocuk olmasını meneder. Evde bir hasırın bulunması çocuk doğurmayan kadından daha iyidir. Sirke yiyen kadın, hayız gördüğünde zor temizlenir. Ekşi elma yemek ise hayız kanını keser, birçok hastalıklara sebep olur."



Hazret-i Ali Radıyallahu anh rivayet ederek şöyle anlatıyor: "Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem beni huzurlarına çağırıp şöyle buyurdu;

4-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Senin bana olan yakınlığın, Harun Aleyhisselam’ın Musa Aleyhisselam’a olan yakınlığı gibidir. Ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir. Sana birtakım vasiyetlerim vardır. Eğer dinler ve tatbik edersen, şükredenlerden olur, şehitlik mertebesine ulaşırsın. Cenab-ı Allah kıyamet günü seni âlim ve fakih olarak diriltir.



(Tavsiyelerim şunlardır):

5-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Müminin üç alâmeti vardır:

1. Namaz kılmak,

2. Oruç tutmak,
3. Sadaka vermek.



6-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Zalimin üç alameti vardır:

1. Kendisinden daha zayıf olanları ezer,

2. Gücü yettiği zaman başkalarının mallarını zorla ellerinden alır,
3. Nerden yediğini, nereden giydiğini hiç kontrol etmez. Helal mi, haram mı hiç aldırış etmez. Ne bulursa yer, gider.



7-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Kıskanç olanın üç alameti vardır:

1. Herkesin yanında bulunduğunda yaltaklanır, dalkavukluk yapar,
2.Huzurunda kendisine yaltaklık yaptığı kimsenin gıyabında, aleyhinde konuşur,
3. Bir kimseye gelen bela ve musibete sevinir.



:cool: Ey Ali! (Radıyallahu anh) Münafığın üç alameti vardır:

1. Konuştuğu zaman yalan konuşur,
2. Verdiği sözde durmaz,
3. Emanete hıyanetlik eder.



9-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Tembellerde de alamet üçtür:

1. Allah’a ibadet ederken tembellik yapar,
2. Yaptığı ameli kusurlu ve noksan yapar,
3. Namazı vaktinde kılmaz, tehir eder.



10-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Tövbe edenin üç alameti vardır:

1. Kendisine haram olan şeylerden uzaklaşır,
2. İlim öğrenmeye hırslı olur,
3. Tövbe ettiği günahı bir daha işlemez.



11-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Akıllı insanın üç alameti vardır:

1. Dünyaya değer vermez, O’nu sevmez,
2. Sıkıntı ve eziyet çeker,
3. Bela ve musibet anında sabreder.



12-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Sabırlı olanın üç alameti vardır:

1. Kendisini ziyaret etmeyen akrabalarını ziyaret eder,
2. Kendisine iyilik yapmayanlara iyilik eder,(Bir şey vermeyenlere kendisi verir.)
3. Kendisine kötülük edenlere karşılık vermez.



14-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Ahmak insanın üç alameti vardır:

1. Allah Teala'nın emirlerini yerine getirmekte tembellik eder,
2. Lüzumsuz olarak çok konuşur,
3. Mahlûkata eziyet verir.



15-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) İyi insanların üç alameti vardır:

1. Yediği helaldir,
2. Memleketinde bulunan ilim meclisinde bulunur,
3. Namazı cemaatle kılar.



16-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Bedbaht olanların alameti üçtür:
1. Haram lokma yer,
2. İlim meclisinde bulunmaz, oradan uzak kalır,
3. Özürsüz olarak cemaate gitmez, namazı kendi başına kılar.



17-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Amelleri iyi olanların üç alameti vardır:

1. İbadetleri zamanında ve yerinde yapmaya çaba harcar,
2. Haram olan işlerden uzak kalır
3. Kendine kötülük yapanlara iyilik eder.



1:cool: Ey Ali! (Radıyallahu anh) Ameli kötü olanın da alameti üçtür:

1. Allah Teala'nın emirlerini yerine getirmekte tembellik eder,
2. Herkese kötülük eder,
3. Kendisine iyilik edene de kötülük eder.



19-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Salih olan kimsede üç alamet bulunur:

1. Allah Teala’ nın emirlerini yerine getirip, iyi amelde bulunur,
2. Bilgisi ile dinini kuvvetlendirir,
3. Kendisi için sevdiğini, istediğini başkası için de sever ve ister.



20-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Muttaki olanın üç alameti vardır:

1. Fena insanlardan uzaklaşır,
2. Yalan söylemez,
3. Harama düşmek korkusundan birçok zamanlar helal olanı dahi terk eder.



21-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Günahkâr ve fasık olanın üç alameti vardır:

1. İşlerini sehiv (yanılgılı) ve hatalı yapar,
2. Oyun ve çalgı ile meşgul olur,
3. Unutkan olur.



22-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Kalbi kararmış olanın üç alameti vardır:

1. Zayıflara ve düşkünlere merhamet etmez,
2. Hiç doymaz, aza kanaat etmez,
3. Kendisine ne söylense söylensin, öğüt ona fayda vermez.



23-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Doğru olan kimsenin üç alameti vardır;

1. İbadetini daima gizli yapar,
2. Düştüğü musibeti, uğradığı belayı kimseye anlatmaz,
3. Daima Allah Teala’yı zikreder



24-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Fasık olanın da üç alameti vardır:

1. Fitne ve fesadı sever,
2. İnsanların bela ve musibete uğramasını ister,
3. İyi işlerden kaçınır.



25-) Ey Ali! (Radıyallahu anh) Sefil ve aşağı olan kimsenin de üç alameti vardır;
1. Komşularına eziyet eder.
2. Günah işlemeyi sever,
3. Akrabası ile çekişir.
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Kahvenin Önemi!!
Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesorlerini ziyaret için bir araya geldiler.
Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikayetlenmeye döner. Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir. Herkes bir bardak seçince, profesor şöyle söyler;

''Farketttiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında.

Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç birşey katmaz.

Çoğu zaman , sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız. Şunu bir düşünün:

Hayat kahvedir. İş, para ve toplumdaki konumumuz da bardaklar. Onlar hayatı tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardaklar yaşadığımız hayatın kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak Allah' ın sunduğu kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz. Kahvenizin tadına varın!..En mutlu insanlar herşeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar. Basit yaşayın. Cömertçe sevin. Birbirinize derinden itina gösterin... Nazik olun. Gerisini Allah'a bırakın...



Dünya, kötülük yapanlar yüzünden değil, sayıları daha çok olduğu halde,
seyirci kalıp hiç birşey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir...
ALBERT EINSTEIN
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
ÜÇ ŞEYDE YANILAN İFLAH OLMAZ
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Eş, iş, arkadaş... Bu üçünde yanılan iflah olmaz. Ben onu düzeltirim der; ama düzeltemez. Kendisi onun gibi bozulur. Bir sepet sağlam incirin içine, bir tane çürük incir koysanız hepsini bozar. Bir sepet sağlam incir o bir çürüğü sağlam yapamaz.

Dünyada aziz olmak isteyen, diline sahip olsun.

Kötü insanlarla arkadaşlık yapan, iyi kimselere suizan eder.

İnsanların bilgilisi, insanların bilgisinden yararlanıp kendi bilgisini artırandır.

Dört yerde dört şeyi korumak, iki şeyi unutmamak, iki şeyi de unutmak gerekir.

Korunacak şeyler: Namazda gönül, halk içinde dil, yemekte boğaz, el evinde göz.

Unutulmayacak şeyler: Allah'ın büyüklüğü ve ölüm.

Unutulması gerekenler: Birine ettiğin iyilik ve sana yapılan kötülüktür.

Cemaatte rahmet vardır. Bir cemaatte bir kişi, Allahü teâlânın sevgili kuluysa, duası makbul ise, onun hürmetine Allahü teâlâ hepsini affeder.

İmanın temeli, hubb-i fillah ve buğd-i fillahtır. Yani, sevmesi de, sevmemesi de, Allah için olmaktır.

Müslüman, Allahü teâlânın seçtiği sevdiği insandır. Onun seçtiğini ben seçmiyorum, Onun sevdiğini ben sevmiyorum denir mi, hiç böyle şey olur mu?

Kur'an-ı kerimin asıl tefsiri fıkıhtır. Ne yapılacak, nasıl yapılacak, nasıl korunacak, bunlar fıkıh ilmiyle mümkün olur. Dini bilmeden imanı korumak zordur.

Hadis-i şerifte, (En hayırlınız, Kur'anı öğrenen ve öğretendir) buyuruluyor. Bunun bir manası da, Kur'an-ı kerim İslamiyet demektir. İslamiyet'i öğrenen ve öğreten en hayırlınızdır demektir. Burada öğreten kelimesi önemli, yani doğru öğrendiğini doğru öğreten demektir. Kafasından konuşan değil!

Nasıl kii bedenin rızkı varsai ruhun da rızkı vardır. Nasıl ki, bedenin rızkı verilmezse hastalanır, sonunda ölür ise, ruhun rızkı da verilmezse hastalanır ve zamanla ölür. Ölmesi, Allah korusun, kâfir olması demektir. Namaz ve diğer ibadetler ruhun rızkıdır. Büyüklerin sözleri, kitapları da ruhun rızkıdır.

İki şeyden kaçınmalıdır: Çok yemekten ve çok konuşmaktan.

Sabır, Allahü teâlâyı kullara şikâyet etmemektir.

Gömleğin ilk düğmesi yanlış bağlanınca, diğerleri de yanlış gider. Neticeyi değiştiremezsiniz; ama başlangıcı değiştirmeniz mümkündür.

Tedbir almamak kibirdendir.
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
<Özgürlük>>
Adamın biri ''bilge kral'' olmakla şöhret bulan krala gidip sorar:''Efendim söyleyin bana!Hayatta özgürlük var mıdır?''Kral ''Elbete!''der,''Kaç bacağın var senin ?''Adam soruya şaşırarak''İki efendim!''der.Kral ''Pekala,tek bacağının üstünde durabilir misin?''diye sorunca''Elbette!''diye cevap verir adam.Kral ''O halde hangi bacağının üsatünde duracağına kara ver!.''ADam biraz düşünür ve sol bacağının üstünde durmaya karar verir.''Tamam!''der kral''Şİmdi de öteki bacağını kaldır!:''Adam ''Bu imkansız diye şaşkınlığını belirtir.''Gördün mü?der kral,

''ÖZGÜRLÜK BUDUR.Sadece ilk kararı almakta özgürsün.Ondan sonrasında değiL.Hayat hata kabul etmez!İlk kararın doğruysa işler yolunda gider.Fakat yanlış bir karar aldıysan herşey zincirleme yanlış gider.Bundan böyle isabeli kararlar alıp onları hızla hayata geçirmeye dikkat et!''
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
MÜSLÜMAN ESKİSİ OLMAKTAN KURTUL



bakması içifadeli, iri yarı bir kadın...
- İsmin ne senin?
- Hasene Bacı...
- Yemek, çamaşır, ütü; bunları biliyor musun?
- Eh, bildiğim kadar...
- Ne istiyorsan?
- Ne verirsen...

Ve sabahları gelip akşamları gitmek şartıyla, göl kenarındaki iki katlı evimin işlerini üzerine aldı.
Ben vazifeye gitmek üzereyken geliyor, akşamları, vazifeden dönüşümden biraz sonra gidiyordu.

Yirminci Asırla beraber doğmuş.. Aslı Vanlı... Bu Batı Anadolu bölgesine seferberlikte (Birinci Dünya Harbinin ismi) muhacir olarak gelmiş... İstiklal Savaşında cepheye sırtında sandık sandık cephane taşımış... hiç evlenmemiş.. Ne akraba, ne ahbap, kimsesi yok dâr-ı dünyada... Bütün yakınlarını kaybetmiş Seferberlikte...

Eve sabahları bir gölge gibi girer. Geldiğini, mutfağa benzer ocaklı odadan gelen çanak çömlek seslerinden anlarsınız. Kahvaltınızı, masa diye kullandığınız dört ayaklı rendelenmemiş tahtaya yaydığı örtünün üstüne dizer, çayınızı 'tavşan kan' dedikleri cinsten demler ve sonra karşınıza geçip bir sandığın üstüne oturur ve sizi, garip bir hayvan soyuna bakarcasına seyretmeye koyulur.

Akşam yemeğinizi mutfaktan alıp siz hazırlamaya mecbursunuz... Hasene Bacı, her şeyi düzenleyip, kasaba kenarındaki kulübesine gitmiştir.

Ben bu köy azmanı kasabacıkta kimseyle temas halinde değilim... Sabahleyin Hasene Bacının arkasından vasıta gelip beni alıyor ve köy dışındaki kışlaya bakıyor... Orada da, işimden gücümden başka hiçbir şeye takılmıyor gözlerim... Evimden, yurdumdan, çevremden uzağım; ve bu köy azmanı kasabacığın sokaklarında, büyük şehirden sıçrama çizgiler halinde gördüğüm yerli film afişleri ve bazı reklamlar, müthiş sinirime dokunuyor. Bir acayip sürgünde buluyorum kendimi... Evimin önündeki çivit rengi göl ve etrafındaki sisli dağlar, İstanbul'a arama aşılmaz bir mesafe katmış gibi geliyor bana. Her şey çarşıdaki hırdavatçının vitrinini dolduran sineklerden cicili bicili traş sabunu kutularına ve Hasene Bacının suratına kadar gayet yavan, bayat ve sıkıntılı. Bu köy azmanı sinemalı, radyolu, meyhaneli kasabacıkta, ne şehri buluyorum, ne köyü, ne de Anadolu'yu.. Çamur içinden kamyon geçerken etrafa serptiği zifos gibi asrilik, kasabanın üstünü başını lekeye bulamış ve orada şahsiyet diye bir şey bırakmamış, 'Artık Kapalı Çarşıda turistlere yutturulan aşağılık mallardan biri oldu şahsiyet.' diye düşünüyorum. Uzakta, gölün sol kenarında arpa ambarı haline getirilen bir Selçuklu türbesinin ehramvari zarif kubbesi, benimle aynı fikirde görünüyor.

Birdenbire bir hadise bu yavanlıklar alemindeki ilgisizliğimi kamçılayıverdi. Kasabada tek uğrağım olan, sinameki kakule, tarçın vesaire satıcısı, kır sakallı aktar, 'tavşan kan' çayını karıştırırken bana şöyle dedi:

- Hasene Bac'dan memnun musun?
- Ne var memnun olup olmayacak?
- O senden çok memnun.
- Neye?
- Namazını kılıyorsun diye...
- Garip şey! Bu da sebep mi?
- Öyle deme! Hasene Bacı sırtında bir küfe, dağdan çalı çırpı toplayıp kasabada satar ve onun parasıyla geçinir. Kimsenin de evine gitmez.
- Neye gelmiş bana öyleyse?
- Seni ben sağlık verdim de ondan.. Nasıl bir adam olduğunu anlattım. Sen onun öyle sessiz durduğuna bakma! Derin kadındır o.. Her gece kulübesinde sabaha kadar mum yanar. İçeride ne ettiğini, ne yaptığını kimse bilmez. Kasabalıya sorsan, ermiştir Hasene Bacı...
- Bu tarafını hiç bilmiyordum. Benimle fazla konuştuğu yok..
- Konuşmaz! Yeri gelmeden ağzını açmaz! En çok kızdığı Müslüman eskileridir.
- Ne demek Müslüman eskisi?
- Bugünün Müslüman geçinenleri...
Öğle yemeğinde, Hasene Bacı yine karşıma geçmiş, yine beni süzerken sordum:
- Sen gece evinde ne yapıyorsun?
- Oturup düşünüyorum.
- Ne düşünüyorsun?
- Rabb'imi...
- Hiç uyumuyor musun?
- Uykuda geçiyor ömür.
- Senin için, sabaha kadar namaz kılar, Kur'an okur, zikreder, dediler.
- Doğru söylememişler.. Ben kimim, bu işleri yapacak insan kim?
- Ya Müslüman eskisi dediğin kimler?
- Camileri doldurup da içine giremeyenler... Hepimiz!

Hasene Bacı, birdenbire, o güne kadar kabuğunu delemediğim ve içindeki cevheri göremediğim haliyle, gözümde yepyeni bir mâna alıverdi. Kadının hayatını daha derinden incelemeye koyuldum:

Seferberlikte, annesini, babasını ve kardeşlerini, komiteciler, gözünün önünde kesmişler. Tam kendisine tecavüz edileceği ân, üstü başı paramparça debelenirken bizimkilerin karşı hücumuyla kurtulmuş... Fakat yüreğine iner gibi bir hal olmuş ona... Hayır sahibi bir ihtiyar, onu yanına alıp buralara getirmiş. Sonra da ölüp gitmiş... Hasene Bacı tek başına kalmış. Kendisiyle evlenmek isteyen herkesi savmış... Hep o hal... Ve kendini Allah'a vermiş... İstiklâl Savaşında da 20 yaşlarında bir kızken, bir Cuma namazında caminin kapısına dikilip içeriye avaz avaz seslenmiş:

- Müslümanlar! Kaldırın başlarınızı secdeden! Bozun, zaten bozuk namazlarınız! Allah'a secde edebilmek için evvelâ memleketinizden gâvuru kovun!

Onu duyanlar dehşete düşmüşler. Camidekilerin çoğu çete yazılmış ve düşmana karşı çıkmış... O da onlarla beraber, erkek gibi çalışmakta.. Bir aralık kasabayı, işgal eden Yunan askerlerinin kumandanı onu yanına çağırıp konuşurken herkesin yanında işi sarkıntılığa vurunca, bir köşedeki kasaturayı kapıp çekmiş, siper alıp haykırmış:

- Sen erkek misin bilmem ama ben kadın değilim!

Kumandan ona hiçbir şey yapamamış.

Hasene Bacı, ömrünce eli erkek eline değmemiş kadın.
O gün, bugün karşısına çıkanı ayıplıyor, önüne gelene şu dersi veriyor:

- Müslüman eskisi olmaktan kurtul! Müslüman ol!

Kasaba da, bu içine gömülü ağır başlılığı içinde yarı deli kadını hoş görüyor.
Sevdiği, dükkânına uğradığı, evine girip çıktığı, sofrasına oturmayı kabul ettiği tek adam da, bizim bu sakallı aktar...
Bir gün bana sordu:

- Sen niçin camiye gitmiyorsun da namazlarını evde kılıyorsun?
- Camide gördüğüm edalardan sıkılıyorum. Bir de, öyle haller sarıyor ki, beni, namazda, kendimi göstermemek, tek başına, yalnız kalmak istiyorum.
- Git, git. Camiye git! Halin güzel ama camiye gitmene engel değil...

Cuma namazı... İmam hutbede... Müslümanlar kimi kasketini tersine çevirmiş, kimi başına bir mendil bağlamış, kimi kallâvî (fötr) şapkasını kulaklarına kadar geçirmiş, sallanan omuzlarıyla öğütleri dinlerken, gerilerden, Cumaya gelmemeleri gereken kadınlar tarafından bir ses geldi:

- İmam efendi! Sen ne söylüyorsun, kimlere söylüyorsun?

Herkes korkunç bir şaşkınlık içinde başını çevirmiş, sesin sahibini ararken, birden, Hasene Bacıyı ayakta gördüler:

- Müslümanlığı indirdiniz indirdiniz, gövdenizle yatıp kalkmaya, anlamadığınız şeylere 'Hû!' demeye!.

Telâş anlatılır gibi değil... Başlar birbirini arayıp ne yapmak gerektiğini soruyor.

- Haydi kalkıp dökülün sokaklara!. Sorun Emanete ne oldu? Nerede Müslümanlar?. Nerede Müslümanların diyarı?. Nedir bu köpeklerin bile sürmeyeceği hayat?..
Korku büyük...

Hasene Bacı, elinde iskarpin taklidi lâstik pabuçları, erkeklerin içinden geçerek kapıya geldi ve kendisini dışarıya attı. Hâlâ bağırıyor:

- Siz de Müslüman mısınız be? Müslümanlık kim, siz kimsiniz?

Arkasından iki kişi daha fırladı.

Biri sesleniyor:

- Taharriler de gidiyor. Şimdi yakalayacaklar onu.

Hasene Bacıyı karakolda, iyi kalpliliğiyle tanınan komiserin yanında buldum.
Komiser soruyor:

- Sen böyle laf etmedin değil mi? Müslümanları ayaklanmaya çağırdın, diyorlar. Yok böyle bir şey, değil mi?

Hasene Bacı İstiklâl Savaşında Yunan zabitine çektiği kasaturaya benzer gözlerini komisere dikti:

- Var mı, yok mu, bilmiyorum ama ortada Müslüman yok!

- Sana mı kaldı onları aramak?

- Bundan 40 şu kadar yıl evvel camiye girip Yunanlıya karşı, yine, böyle Müslümanları aradımdı.
- Bulmuş muydun?
- Bulmuştum. Şimdi bulamıyorum!
- Kime karşı arıyorsun da bulamıyorsun?
Ben, hafakanların en çarpıcısı içinde Hasene Bacı, ne karşılık verecek diye bakarken, o, gözleri faltaşı gibi açılmış, cevabını yapıştırdı:
- Şehirliye karşı!
Ertesi günü evime gelmeyen Hasene Bacının ne olduğunu soruşturup öğrendim ki bir gece karakolda kaldıktan sonra, iyi kalpli komiserin tavsiyesiyle yine küfesini yüklenip dağdan çalı çırpı toplamaya gitmiş.. bir daha camiye uğramayacağına dair söz vermesi istenince de şöyle demiş:

- Uğrayıp da ne yapacağım?... İçinde kimse yok ki?..


(1965)
Necip Fazıl KISAKÜREK
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
4 şey..
Şu 4 şeyin değerini ancak aşadaki 4 kimse bilebilir.
1. Gençliğin değerini ancak yaşlılar bilir.
2. Huzurun değerini ancak bela çekenler bilir.
3. Sağlığın değerini ancak hastalar bilir.
4. Hayatın değerini ancak ölüler bilir.
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
YAPILAN İYİLİK KONUŞULMAMALIDIR



Vaktiyle bulunduğu küçük yerde geçim sıkıntısı çeken dürüst ve temiz yaratılışlı genç bir adam, bir gün memleketine çok uzakta bulunan bir şehir merkezine giderek iş bulup çalışmaya, kendine yeni bir hayat düzeni kurmaya karar verdi Bu niyetle vakit kaybetmeden hazırlanıp yola koyuldu Genç adam bu yolculuğu sırasında yorum ve açıklaması kendisi için imkânsız olan bir takım olaylarla karşılaştı

Bunlardan biri şuydu: Bazı kimseler bir tarlaya buğday ekiyorlar, ekilen buğdaylar hemen yetişip olgunlaşıyor, onlar da hiç vakit kaybetmeden hasat ediyorlar, sonra bunları ateşe verip yakıyorlardı

İkinci olarak şuna şahit olmuştu: Bir adam büyük bir taşı kaldırmaya çalışıyor, kaldıramıyor; ama bu taşa bir tane daha ekleyince kaldırabiliyor, bir üçüncüyü ekleyince daha da rahat kaldırabiliyordu

Şahit olduğu bir başka olay da şu idi: Bir adam bir koyuna binmiş, onun üzerine birkaç kişi daha binmiş koşturuyorlar, arkalarından birileri de onlara yetişmek için çabalıyor ama yetişemiyorlardı

Adam bunlarla kafası Karışmış birhalde uzun yolculuğun nasıl geçtiğini anlamadan şehrin kapısına geldi Burada nurani bir ihtiyar kendisini durdurup nereden geldiğini, niçin geldiğini yolculuğun nasıl geçtiğini sordu Adam herşeyi anlattı ve yolda karşılaştığı alışılmamış hadiseleri de serüvenine eklemeyi unutmadı Bunun üzerine ihtiyar bu genç adama rastladığı olayları bir bir açıkladı:

"Senin yolda ilk rastladığın buğday ekip hemen hasat eden ve sonra ateşe verip yakan insanlar, iyilik edip de onu sağda solda konuşarak değerini sıfıra indiren insanları simgeler

Taş kaldırmaya çalışan kimse de şunu anlatır: İnsana ilk işlediği günah ağır gelir, onun altında ezilir Ama ona tevbe etmeden başka günahlar işlemeye devam ederse artık o günahlar ona hafif gelmeye başlar

Koyun ve ona binenlere gelince, koyun cennet hayvanıdır Sırtındakileri cennete taşımaktadır Koyuna ilk defa binen alimlerdir Ondan sonra binenler her sınıftan müminlerdir Bunlara yetişmek için koşanlar ise inançsızlardır
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Günümüz gençleri:
1- İstikrarsızlar, daldan dala atlıyorlar. Halbuki başarının bir sırrı da sebat etmek, beklemesini bilmektir.
2- Tahammülsüzler, çileye ve sıkıntıya gelemiyorlar. Halbuki “Deha çilenin arkadaşıdır.” Çilesini çekmediğin başarıyı haketmiş sayılmazsın.
3- Hazırcılar, kolay ve beleş yoldan başarmak istiyorlar. Halbuki hiç kimse insanın beynine sihirli bir değnekle dokunup o kişiyi mutlu ve başarılı bir hale getiremez.
4- İdealist değiller,küçük hesap yapıyorlar. Halbuki günü kurtarmak sürünün bir parçası olanların özelliğidir,lider ve önderlerin değil.
5-Kararsızlar.adımlarını hep sürüncemede bırakıyorlar.Halbuki 7 milyar insanla Einstein arasındaki incecik perde, kararsızlıktır.
6- Cesaretsizler,riskten ödleri kopuyor. Halbuki hayatta en büyük risk riske girmemektir; 7 milyar insanla Bill Gates arasındaki incecik perde, cesaretsizliktir.
7- Karamsarlar,olumsuza ve felaket tellallarına kendilerinden fazla inanıyorlar. Halbuki bardağın dolu tarafını görmeyen, problemleri fırsat bilmeyen kaybetmeye mahkumdur.
8- Dağınıklar,madde ve mana planında derli toplu değiller. Halbuki kainatta herşey bir düzen ve intizam dahilinde hareket eder,kainatta tesadüfe tesadüf edilmemiştir.
9- Zaman yönetimini yapamıyorlar,zaman katillerinin tuzağına düşüyorlar.Halbuki “Başarıda zamana oranlanır emekler/Bu formülü bilmeyen ömür boyu emekler!”
10- Tembeller,meşgul görünüyorlar ama aslında pek bir şey yapmıyorlar.Halbuki “Dehanın %99’u ter, %1’i ilhamdır.”
11- Hayalperestler,proje gibi hayal kuramıyorlar.Halbuki başarı ve mutluluk için dilek ve istekleri “hedef” e dönüştürmek gerekir.Ham hayal vakit israfıdır; proje gibi hayal, yazılı,mantıklı ve uygulanabilir özelliklerine sahip hayaldir.
12- Fazla duygusallar,muhabbetlerine akıl katamıyorlar.Halbuki “Herkes layık olduğu makama aşıktır.”
13- Durgunlar,iç dinamiklerini dinamitleyemiyorlar. Halbuki harekette bereket vardır.
14- Uygulamıyorlar,sadece ve sadece beyin harddisklerini doldurmakla yetiniyorlar.Halbuki “Beyin doldurulması gereken bir kap değil tutuşturulması gereken bir ateştir.”
15- Fazla medyatikler,boş şeylere ilgi duyuyorlar;hayata magazin gözlüğü ile bakıyorlar.
 
Üst