- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
KİTABIN ADI........................... ........Değişen Dünya ve Türkiye
KİTABIN YAZARI........................ ......Faruk SÖNMEZOĞLU
YAYINEVİ VE ADRESİ........................ Altin Kitap Yayinları Cagaloğlu / İSTANBUL
BASIM TARİHİ........................ .........Mart 1996
KİTABIN YAYIM MAKSADI..................1990 li Yillarda Diş Dünyada Meydana Gelen Olaylara Ve Türkiyenin Diş Dünya Ile Olan Ilişkilerine Bakmak.
YAYINEVİ VE ADRESİ........................ Altin Kitap Yayinları Cagaloğlu / İSTANBUL
BASIM TARİHİ........................ .........Mart 1996
KİTABIN YAYIM MAKSADI..................1990 li Yillarda Diş Dünyada Meydana Gelen Olaylara Ve Türkiyenin Diş Dünya Ile Olan Ilişkilerine Bakmak.
KİTABIN ÖZETİ :
BIRINCI BÖLÜM
YENİ DÜNYA DÜZENİ KAVRAMI VE ULUSLARARASI SİSTEM
Yeni Dünya Düzeninin 1989 Ağustosunda iki Almanyanın birleşmesi veya Sovyetler Birliğinin dağılması ile başladığı varsayılır. Bununla birlikte Yeni Dünya Düzeni ilk kez Körfez Savaşının başlaması ile ABD Başkanı George Bush 1990 yılında kavramsallaştırılmıştır. Başkan Bushun Yeni Dünya Düzeni kavramı ile getirdiği yaklaşım, milletler bazında ve tüm dünyada daha yumuşak bir çehre yaratma çabasıdır.
Yeni dünya düzeni iddiası ile ortaya atılan sistemin esas sorunu, varlıklı kesimlerin zenginliklerini gerek ülkesel, gerekse sınıfsal bazda ne oranda paylaşacaklarıdır. Liberallerden komünistlere, realistlerden radikal islamcılara kadar pek çok grubun; gerek Yeni Dünya Düzeni kavramsallaştırmasına, gerekse bu modelin içerdiği unsurlara karşı olduğu görülmektedir.
İKİNCİ BÖLÜM
AVRUPANIN YENİ GÜVENLİK DÜZENİ VE TÜRKİYE:
NATO: Soğuk Savaş Ertesinde NATO kimilerince müzeye kaldırılması gereken bir anıt, kimilerince yeni dönemdeki barışın tek garantisidir. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine işbirliğini uzatmak amacıyla Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi kurulur.
AGİT: 1975 Helsinki son senedi ile başlayan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansının Doğu-Batı arasındaki ilişkileri yumuşattığı ve bloklar arası diyaloğu sağladığı için Soğuk Savaşın sona ermesinde etkili rol oynadığı söylenir.
BAB (Batı Avrupa Birliği): Soğuk Savaş Ertesinde Avrupanın kendi savunmasını kendisinin üstlenme gayretleri bu trendi belirginleştirmiştir.
BM (Birleşmiş Milletler): Körfez Krizi ve Yugoslavya sorununda görünürde en etkili örgüt BM olmuştur.
Sonuç: Türkiye Soğuk Savaş Ertesinde daha etkin ve aktif bir dış politika izleme şansı elde etmiştir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İNSAN HAKLARI KONUSUNDA ULUSLARARASI ÖRGÜT VE DEVLET İLİŞKİSİ
AGİT-TÜRKİYE
Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği (AB), AGİT, ilgileri dahilindeki coğrafi alanlarda insan hakları konularına özen göstermektedirler. Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi, Helsinki Watch, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu, Uluslararası İnsan Hakları Birliği, Daimi Halk Mahkemesi, Özgürlük Evi, Uluslararası İnsan Kardeşler Hareketi bu tip hareketlerden bazılarıdır. Bunlar insan hakları konusunda BM organlarına yararlı hizmetler sunmaktadır.
Türkiye, kendi rızası ile altına girdiği uluslararası insan hakları sözleşmelerindeki standardı tutturmak zorundadır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BATI AVRUPA BİRLİĞİ OLUŞUMU KARŞISINDA TÜRKİYENİN DURUMU
Batı Avrupa Birliğinin amacı; silahlı çatışma çıkma olasılığını kaldırmak ve kriz anında danışma mekanizmaları oluşturmaktır.
Türkiyenin oluşmakta olan yeni Avrupa güvenlik sistemini anlaması önemlidir. Söz konusu kurumlar Avrupalılaşmış bir NATO, ABye entegre olmuş bir BAB, AGİT ya da farklı düzeylerde hepsi birden olabilir. Türkiye bu kurumsal mekanizmaların sunduğu olanakları akıllıca kullanarak kendi bölgesel çıkarlarını gözetmelidir.
BEŞİNCİ BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİNDE İNSAN HAKLARI KONUSU
Türkiye, tam otuz üç yıl sonra İnsan Hakları Divanına bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Böylece kendi içişi olarak kalabilecek bir konuyu uluslararası platforma kendi elleri ile taşımış, bu konudaki iyi niyetini göstermiştir. Türkiyenin bu girişimine sebep batılı ülkelerle aynı sahnede oynama isteği olmuştur. Adalet Divanının kararları ve ABnin kanunları tüm üye ülkelerde anında bağlayıcı niteliktedir. Türkiye, önemli jeostratejik konumu, büyük tüketici potansiyeli, AB ülkelerinden yaptığı yüzde kırklık ithalat oranı ve Kafkaslar ile Ortadoğuya açılan bir kapı olarak vazgeçilmezliğini kullanmalı ve AB'nin blöfünü görmelidir. 1963 anlaşmasının sonucu olarak hak ettiği tam üyeliğe ulaşmak yolunda net ve kesin tavrını ortaya koymalıdır.
ALTINCI BÖLÜM
ULUSLARARASI İLİŞKİLER, FEMİNİZM VE TÜRKİYE
Feminizm, kadınların yalnızca kadın olmaktan dolayı karşı karşıya olduğu baskı ve ezilme ilişkisinin kavramsallaştırılmasıdır. Feminizmin içinde çok çeşitli yaklaşımlar olmakla birlikte (lezbiyen feminizm, post-modern feminizm, İslamcı feminizm, yeşil feminizm, siyah feminizm, üç temel teorik yaklaşımın önemli olduğu söylenebilir: Eşitlikçi feminizm, radikal feminizm, sosyalist feminizm. Türkiyede kadın sorunları ile ilgili bakanlığın oluşturulması iyi bir gelişme olup Medeni Kanun, İş Yasaları, Çalışma Mevzuatı ve Türk Ceza Kanunu çerçevesinde kadın-erkek eşitliğine aykırı maddelerde gerekli değişiklikler yapılmalıdır.
YEDİNCİ BÖLÜM
12 MİL KARASULARI MESELESİ VE EGE SORUNU:
1923 Lozan Anlaşmasında, karasularının sınırı konusunda belli bir hüküm olmamasına rağmen, karasularının sınırı fiili olarak Egede 3 mil olarak uygulanmaya başlanmıştır. Bu durum 1936 yılına dek böyle sürüp gitmiş, Türkiyenin Montreux Antlaşmasını imzaladığı yıl, Yunanistan karasularını 6 mile çıkardığını açıklamıştır.
Türkiye, 1964 yılında Yunanistandan 28 yıl sonra, 6 mil genişliğinde karasuları ve 6 mil balıkçılık bölgesi sınırlarını kabul etmiştir. 12 mil karasularının sınırının Egede uygulanması durumunda, Türkiye kıta sahanlığından, balıkçılık haklarından ve münhasır bölge haklarından tüm güney Egenin kapanmasından dolayı yararlanamayacaktır. Aynı zamanda üçüncü devletler de yararlanma hakkını kaybetmektedirler. Bu durum özellikle İngiltere ve ABD gibi donanmaları kuvvetli devletlerin işine gelmemektedir.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİ VE PETROL TAŞIMACILIĞI SORUNU
JEOPOLİTİK BİR DEĞERLENDİRME:
Rusyanın tekrar büyük devlet olma arzusu, yetersiz kalan ekonomik ve siyasi gücü ile çelişki oluşturmakta, meydana gelen güç boşluğu bölgesel rekabeti hareketlendirmektedir. Petrol ve doğalgaz kaynaklarının değerlendirilmesi, bu kaynakların dağıtımı ve pazarlaması, Türkiye ve Rusya arasında yoğun rekabet yaşatmaktadır.
Türkiye, yeni yürürlüğe koyduğu Boğazlar ve Marmara Deniz Trafik Düzenine ilişkin Tüzüğe titiz bir şekilde uymalı ve radar ağını bir an evvel oluşturmalıdır.
Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşmasıyla (AKKA) belirlenmiş tavan değerlerin Rusya tarafından aşılmak istendiği görülmektedir. Bu Türkiye tarafından (Batının da mutlak desteği alınarak) engellenmelidir.
DOKUZUNCU BÖLÜM
ÇEÇENİSTAN SORUNU VE TÜRKİYE
Bağımsızıklarını ilan etmekle belki Çeçenler yıllardır özlemini duydukları egemenliklerine kavuşmuşlardır ancak Rusyaya karşı giriştikleri mücadeleden galip çıkmaları çok zordur. Rus Hükümeti, Çeçenistana askeri yardım yaptığını ileri sürerek Türkiyeyi suçlamıştır. Türkiye Rusyanın toprak bütünlüğünün korunmasından yana olduğunu bildirmiştir. Rusya Kürt kartını kullanarak Türkiyeyi Kafkaslarda depolitize etmek düşüncesi içindedir.
ONUNCU BÖLÜM
SSCBNİN DAĞILMASINDAN SONRA TÜRKİYE-AZERBAYCAN İLİŞKİLERİ
Türkiye ve Azerbaycan, SSCBnin çözülmesiyle hızlı bir yakınlaşma içine girmiştir. Rusya, Dağlık Karabağ sorununda Azerbaycana karşı Ermenileri desteklemiş, böylece yenilen Azeriler Dağlık Karabağ ve Ermenistandan ülkelerine dönmüşlerdir. 1992de Türkiyenin çabalarıyla AGİK, Azerbaycanın toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi gerektiğini ve Dağlık Karabağın Azerbaycanın bir parçası olduğunu kabul etmiştir.
Türkiye tarafından ortaya atılan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Projesinden (KEİP) ekonomik ve siyasal olarak çok şey beklenmiş, Rusya-Ukrayna, Rusya-Moldova, Ermenistan-Azerbaycan gerginliği, Güney Osetya ve Kuzey Kafkasyadaki bazı sorunlar, projenin gelişmesini engellemiştir. İran tarafından da proje eleştirilmiştir. ABD yönetimi, kurulacak yeni güç denkleminde Türkiyeyi kilit bir bölgesel aktör olarak görmek istemektedir. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin kuvvetlendirilmesi, Azeri-Ermeni barışını sağlayabilecek olması, Rusya ile İrana prestij kaybettirmesi ve ABDnin bölgedeki etkisini göstermesi bakımından önemli bir adımdır.
ONBİRİNCİ BÖLÜM
KÖRFEZ KRİZİ VE TÜRKİYEDE KARAR ALMA SÜRECİ
Irak 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyti işgal etmiştir. Birleşmiş Milletler ABDnin zorlamasıyla, askeri müdahaleyi içeren karar almıştır. ABD önderliğinde, bir ay süren hava saldırılarından sonra, kara savaşı başlamış ve Kuveyt Irak askerlerinden arındırılmıştır.
Türkiyede Kriz Komitesi, genellikle Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı, MSB ve Genelkurmay Başkanından oluşmaktadır. Ancak Türkiyede bu birimin, kriz ilerledikçe daha da daraldığı, sonuçta Cumhurbaşkanının çok etkili olduğu gözlemlenmiştir. Özal tarafından izlenen veya izlenilmesi arzu edilen politikaya karşı, bürokrasi içerisinden en şiddetli tepki askerlerden gelmiştir. Sonuç olarak özellikle savaş söz konusu olduğunda, geniş bir uzlaşma sağlanmadan alınacak kararlar, ciddi bir muhalefetle karşılaşacaktır.
ONİKİNCİ BÖLÜM
FIRAT-DİCLE HAVZASINDA TÜRKİYENİN SU POLİTİKASI:
Türkiye, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)nin devreye girmesi ile su sorunundaki baskıları kırmak için, Temmuz 1987de Suriye ile imzaladığı Ekonomik İşbirliği protokolü sonucunda, Fırat sularının üç ülke arasında nihai tahsisine kadar, yıllık ortalama olarak en az 500 m3/sn su vermeyi taahhüt etmiştir. Fırat Nehrinin yazın saniyede 100 m3 ile ilkbaharda saniyede 7.000 m3 arasında değişen akışına Türkiyenin düzenli olarak saniyede 500 m3ün altına düşmeyecek şekilde su bırakması, aşağı havza ülkelerinin yararınadır.
Türkiye, Suriye ve Irak arasında Fırat ve Dicle Nehirlerinin paylaşım sorununun çözümüne yönelik olarak, güvenliğinin sağlanması, komşu ülkenin rejim karşıtlarının desteklenmemesi ve ülke bütünlüğüne saygı gösterilmesi gelmektedir.
Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.
BIRINCI BÖLÜM
YENİ DÜNYA DÜZENİ KAVRAMI VE ULUSLARARASI SİSTEM
Yeni Dünya Düzeninin 1989 Ağustosunda iki Almanyanın birleşmesi veya Sovyetler Birliğinin dağılması ile başladığı varsayılır. Bununla birlikte Yeni Dünya Düzeni ilk kez Körfez Savaşının başlaması ile ABD Başkanı George Bush 1990 yılında kavramsallaştırılmıştır. Başkan Bushun Yeni Dünya Düzeni kavramı ile getirdiği yaklaşım, milletler bazında ve tüm dünyada daha yumuşak bir çehre yaratma çabasıdır.
Yeni dünya düzeni iddiası ile ortaya atılan sistemin esas sorunu, varlıklı kesimlerin zenginliklerini gerek ülkesel, gerekse sınıfsal bazda ne oranda paylaşacaklarıdır. Liberallerden komünistlere, realistlerden radikal islamcılara kadar pek çok grubun; gerek Yeni Dünya Düzeni kavramsallaştırmasına, gerekse bu modelin içerdiği unsurlara karşı olduğu görülmektedir.
İKİNCİ BÖLÜM
AVRUPANIN YENİ GÜVENLİK DÜZENİ VE TÜRKİYE:
NATO: Soğuk Savaş Ertesinde NATO kimilerince müzeye kaldırılması gereken bir anıt, kimilerince yeni dönemdeki barışın tek garantisidir. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine işbirliğini uzatmak amacıyla Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi kurulur.
AGİT: 1975 Helsinki son senedi ile başlayan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansının Doğu-Batı arasındaki ilişkileri yumuşattığı ve bloklar arası diyaloğu sağladığı için Soğuk Savaşın sona ermesinde etkili rol oynadığı söylenir.
BAB (Batı Avrupa Birliği): Soğuk Savaş Ertesinde Avrupanın kendi savunmasını kendisinin üstlenme gayretleri bu trendi belirginleştirmiştir.
BM (Birleşmiş Milletler): Körfez Krizi ve Yugoslavya sorununda görünürde en etkili örgüt BM olmuştur.
Sonuç: Türkiye Soğuk Savaş Ertesinde daha etkin ve aktif bir dış politika izleme şansı elde etmiştir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İNSAN HAKLARI KONUSUNDA ULUSLARARASI ÖRGÜT VE DEVLET İLİŞKİSİ
AGİT-TÜRKİYE
Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği (AB), AGİT, ilgileri dahilindeki coğrafi alanlarda insan hakları konularına özen göstermektedirler. Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi, Helsinki Watch, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu, Uluslararası İnsan Hakları Birliği, Daimi Halk Mahkemesi, Özgürlük Evi, Uluslararası İnsan Kardeşler Hareketi bu tip hareketlerden bazılarıdır. Bunlar insan hakları konusunda BM organlarına yararlı hizmetler sunmaktadır.
Türkiye, kendi rızası ile altına girdiği uluslararası insan hakları sözleşmelerindeki standardı tutturmak zorundadır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BATI AVRUPA BİRLİĞİ OLUŞUMU KARŞISINDA TÜRKİYENİN DURUMU
Batı Avrupa Birliğinin amacı; silahlı çatışma çıkma olasılığını kaldırmak ve kriz anında danışma mekanizmaları oluşturmaktır.
Türkiyenin oluşmakta olan yeni Avrupa güvenlik sistemini anlaması önemlidir. Söz konusu kurumlar Avrupalılaşmış bir NATO, ABye entegre olmuş bir BAB, AGİT ya da farklı düzeylerde hepsi birden olabilir. Türkiye bu kurumsal mekanizmaların sunduğu olanakları akıllıca kullanarak kendi bölgesel çıkarlarını gözetmelidir.
BEŞİNCİ BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİNDE İNSAN HAKLARI KONUSU
Türkiye, tam otuz üç yıl sonra İnsan Hakları Divanına bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Böylece kendi içişi olarak kalabilecek bir konuyu uluslararası platforma kendi elleri ile taşımış, bu konudaki iyi niyetini göstermiştir. Türkiyenin bu girişimine sebep batılı ülkelerle aynı sahnede oynama isteği olmuştur. Adalet Divanının kararları ve ABnin kanunları tüm üye ülkelerde anında bağlayıcı niteliktedir. Türkiye, önemli jeostratejik konumu, büyük tüketici potansiyeli, AB ülkelerinden yaptığı yüzde kırklık ithalat oranı ve Kafkaslar ile Ortadoğuya açılan bir kapı olarak vazgeçilmezliğini kullanmalı ve AB'nin blöfünü görmelidir. 1963 anlaşmasının sonucu olarak hak ettiği tam üyeliğe ulaşmak yolunda net ve kesin tavrını ortaya koymalıdır.
ALTINCI BÖLÜM
ULUSLARARASI İLİŞKİLER, FEMİNİZM VE TÜRKİYE
Feminizm, kadınların yalnızca kadın olmaktan dolayı karşı karşıya olduğu baskı ve ezilme ilişkisinin kavramsallaştırılmasıdır. Feminizmin içinde çok çeşitli yaklaşımlar olmakla birlikte (lezbiyen feminizm, post-modern feminizm, İslamcı feminizm, yeşil feminizm, siyah feminizm, üç temel teorik yaklaşımın önemli olduğu söylenebilir: Eşitlikçi feminizm, radikal feminizm, sosyalist feminizm. Türkiyede kadın sorunları ile ilgili bakanlığın oluşturulması iyi bir gelişme olup Medeni Kanun, İş Yasaları, Çalışma Mevzuatı ve Türk Ceza Kanunu çerçevesinde kadın-erkek eşitliğine aykırı maddelerde gerekli değişiklikler yapılmalıdır.
YEDİNCİ BÖLÜM
12 MİL KARASULARI MESELESİ VE EGE SORUNU:
1923 Lozan Anlaşmasında, karasularının sınırı konusunda belli bir hüküm olmamasına rağmen, karasularının sınırı fiili olarak Egede 3 mil olarak uygulanmaya başlanmıştır. Bu durum 1936 yılına dek böyle sürüp gitmiş, Türkiyenin Montreux Antlaşmasını imzaladığı yıl, Yunanistan karasularını 6 mile çıkardığını açıklamıştır.
Türkiye, 1964 yılında Yunanistandan 28 yıl sonra, 6 mil genişliğinde karasuları ve 6 mil balıkçılık bölgesi sınırlarını kabul etmiştir. 12 mil karasularının sınırının Egede uygulanması durumunda, Türkiye kıta sahanlığından, balıkçılık haklarından ve münhasır bölge haklarından tüm güney Egenin kapanmasından dolayı yararlanamayacaktır. Aynı zamanda üçüncü devletler de yararlanma hakkını kaybetmektedirler. Bu durum özellikle İngiltere ve ABD gibi donanmaları kuvvetli devletlerin işine gelmemektedir.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİ VE PETROL TAŞIMACILIĞI SORUNU
JEOPOLİTİK BİR DEĞERLENDİRME:
Rusyanın tekrar büyük devlet olma arzusu, yetersiz kalan ekonomik ve siyasi gücü ile çelişki oluşturmakta, meydana gelen güç boşluğu bölgesel rekabeti hareketlendirmektedir. Petrol ve doğalgaz kaynaklarının değerlendirilmesi, bu kaynakların dağıtımı ve pazarlaması, Türkiye ve Rusya arasında yoğun rekabet yaşatmaktadır.
Türkiye, yeni yürürlüğe koyduğu Boğazlar ve Marmara Deniz Trafik Düzenine ilişkin Tüzüğe titiz bir şekilde uymalı ve radar ağını bir an evvel oluşturmalıdır.
Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşmasıyla (AKKA) belirlenmiş tavan değerlerin Rusya tarafından aşılmak istendiği görülmektedir. Bu Türkiye tarafından (Batının da mutlak desteği alınarak) engellenmelidir.
DOKUZUNCU BÖLÜM
ÇEÇENİSTAN SORUNU VE TÜRKİYE
Bağımsızıklarını ilan etmekle belki Çeçenler yıllardır özlemini duydukları egemenliklerine kavuşmuşlardır ancak Rusyaya karşı giriştikleri mücadeleden galip çıkmaları çok zordur. Rus Hükümeti, Çeçenistana askeri yardım yaptığını ileri sürerek Türkiyeyi suçlamıştır. Türkiye Rusyanın toprak bütünlüğünün korunmasından yana olduğunu bildirmiştir. Rusya Kürt kartını kullanarak Türkiyeyi Kafkaslarda depolitize etmek düşüncesi içindedir.
ONUNCU BÖLÜM
SSCBNİN DAĞILMASINDAN SONRA TÜRKİYE-AZERBAYCAN İLİŞKİLERİ
Türkiye ve Azerbaycan, SSCBnin çözülmesiyle hızlı bir yakınlaşma içine girmiştir. Rusya, Dağlık Karabağ sorununda Azerbaycana karşı Ermenileri desteklemiş, böylece yenilen Azeriler Dağlık Karabağ ve Ermenistandan ülkelerine dönmüşlerdir. 1992de Türkiyenin çabalarıyla AGİK, Azerbaycanın toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi gerektiğini ve Dağlık Karabağın Azerbaycanın bir parçası olduğunu kabul etmiştir.
Türkiye tarafından ortaya atılan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Projesinden (KEİP) ekonomik ve siyasal olarak çok şey beklenmiş, Rusya-Ukrayna, Rusya-Moldova, Ermenistan-Azerbaycan gerginliği, Güney Osetya ve Kuzey Kafkasyadaki bazı sorunlar, projenin gelişmesini engellemiştir. İran tarafından da proje eleştirilmiştir. ABD yönetimi, kurulacak yeni güç denkleminde Türkiyeyi kilit bir bölgesel aktör olarak görmek istemektedir. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin kuvvetlendirilmesi, Azeri-Ermeni barışını sağlayabilecek olması, Rusya ile İrana prestij kaybettirmesi ve ABDnin bölgedeki etkisini göstermesi bakımından önemli bir adımdır.
ONBİRİNCİ BÖLÜM
KÖRFEZ KRİZİ VE TÜRKİYEDE KARAR ALMA SÜRECİ
Irak 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyti işgal etmiştir. Birleşmiş Milletler ABDnin zorlamasıyla, askeri müdahaleyi içeren karar almıştır. ABD önderliğinde, bir ay süren hava saldırılarından sonra, kara savaşı başlamış ve Kuveyt Irak askerlerinden arındırılmıştır.
Türkiyede Kriz Komitesi, genellikle Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı, MSB ve Genelkurmay Başkanından oluşmaktadır. Ancak Türkiyede bu birimin, kriz ilerledikçe daha da daraldığı, sonuçta Cumhurbaşkanının çok etkili olduğu gözlemlenmiştir. Özal tarafından izlenen veya izlenilmesi arzu edilen politikaya karşı, bürokrasi içerisinden en şiddetli tepki askerlerden gelmiştir. Sonuç olarak özellikle savaş söz konusu olduğunda, geniş bir uzlaşma sağlanmadan alınacak kararlar, ciddi bir muhalefetle karşılaşacaktır.
ONİKİNCİ BÖLÜM
FIRAT-DİCLE HAVZASINDA TÜRKİYENİN SU POLİTİKASI:
Türkiye, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)nin devreye girmesi ile su sorunundaki baskıları kırmak için, Temmuz 1987de Suriye ile imzaladığı Ekonomik İşbirliği protokolü sonucunda, Fırat sularının üç ülke arasında nihai tahsisine kadar, yıllık ortalama olarak en az 500 m3/sn su vermeyi taahhüt etmiştir. Fırat Nehrinin yazın saniyede 100 m3 ile ilkbaharda saniyede 7.000 m3 arasında değişen akışına Türkiyenin düzenli olarak saniyede 500 m3ün altına düşmeyecek şekilde su bırakması, aşağı havza ülkelerinin yararınadır.
Türkiye, Suriye ve Irak arasında Fırat ve Dicle Nehirlerinin paylaşım sorununun çözümüne yönelik olarak, güvenliğinin sağlanması, komşu ülkenin rejim karşıtlarının desteklenmemesi ve ülke bütünlüğüne saygı gösterilmesi gelmektedir.
Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.