- Konum
- İzmir
-
- Üyelik Tarihi
- 9 Haz 2015
-
- Mesajlar
- 12,474
-
- MFC Puanı
- 1,810
Çocuk gelişimini olumsuz etkileyen anne cümleleri
Her anne muhakkak çocuğu için en iyisini ister. Lakin bu iyiyi isteme hali bazen o denli sınırları aşar ki, çocuğun gelişimi adına kötü sonuçlara neden olur. Aşırı korumacı ve aşırı müdahaleci tutumlar, çocuğun terbiye sürecini sekteye uğratan sonuçlar meydana getirir.
Bu noktada baktığımızda, birçok annenin kullanırken masum gördüğü ama çocuğun duygu dünyasında büyük fırtınalar koparan cümleler olduğunu görürüz. Toplumsal anne cümlelerinin çocuğun ruhuna yaptığı dokunuşların bir anne şefkatinden ne denli uzak olduğunu fark ederiz.
Bu nedenle çocuğunu bir emanetçi şuuruyla yetiştirmek isteyen her anne, en az davranışları kadar konuştuklarına da dikkat etmek durumundadır. Zira bir tokat yarası kısa sürede geçse bile, dil yarasının ömür boyu sürebileceği gerçeği göz ardı edilmemelidir.
1. Daha iyisini yapabileceğini biliyorum
Daha önce 50 aldığı bir derse çalışıp, notunu 60a yükselten çocuğunuz sınav kâğıdını size gösterdiğinde nasıl tepki verirsiniz? Bu gayretin cümlelerle ödüllendirilmesi gerektiğini mi düşünürsünüz, yoksa aslında sizin çocuğunuz bundan daha iyisini yapabilir mi?
Pek çok anne bazen çocuğunu motive etmek niyetiyle, bazense kendi annelik prestijinin sarsıldığını düşünerek bu cümleyi sarf eder. Çocuğunun daha iyiyi yapması adına ona telkinlerde bulunur. Oysa ödülü hak eden sonuç değil, süreçtir. Daha iyisini yapabilirsin cümlesi ise, süreçten çok sonuca yönelik bir telkindir. Öyle ya, süreçte çalışıp notunu 1 puan da olsa yükseltmiş bir çocuk daha iyisini yapmıştır zaten!
Lakin zihnindeki mükemmel çocuk şablonuna göre konuşan anneler, çocuklarındaki gelişimi fark edemezler. Sürekli daha iyisini isterler. Annesi tarafından sürekli daha fazlasına yönlendirilen, yaptığından hoşnut olunmayan bir çocuk ise özüne güvenemeyecek ve kendini değerli hissedemeyecektir.
2. Sen her zaman ya da Sen hiçbir zaman
Anne-babaların en büyük hatalarından biri çocuğun anlık davranışlarını genellemektir. Odasını o gün için toplamamış bir çocuğu dağınık, dersini yapmamış bir çocuğu tembel, kardeşine vurmuş bir çocuğu kıskanç olarak etiketlemektir.
Oysa aynı yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da duygu dünyası inişli çıkışlı ivmelerden oluşur. Çocuğun odasını o gün toplamamış olması, onun bu işi bir daha hiç yapmayacağı anlamına gelmez. Yalnızca o gün toplamadığı anlamına gelir. Aynı şekilde dersleri konusunda bir dönem gevşek davranmış bir çocuk, ömür boyu tembel, başarısız ya da sorumsuz olacak demek değildir.
Lakin Sen her zaman odanı dağınık bırakıyorsun ya da Sen hiçbir zaman odanı toplamıyorsun gibi cümleler, çocuğa anlık olumsuz davranışları perçinleyen etiketler yapıştırırlar. Aynı kötü sözler söylenen su moleküllerinin bozuluyor oluşu gibi, çocuğun ruh dünyasındaki olumlu gidişatın bozulmasına neden olurlar.
3. Neden kardeşin/ağabeyin/ablan/arkadaşın gibi olamıyorsun?
Eşiniz özenerek hazırladığınız çorbadan bir kaşık aldıktan sonra neden annem gibi çorba yapamıyorsun dese ne hissedersiniz? Büyük ihtimalle kızar, kırılır, üzülür, öfkelenir, hatta belki büyük bir hüsran içinde eşinizle kavga edersiniz İnanın, çocuğunuz da başkalarıyla her kıyaslandığında aynı şeyleri hissediyor!
Büyük-küçük hiçbir insan başkasıyla kıyaslanmaktan memnun olmaz. Onu motive etmek için kurduğunuz kıyaslama cümleleri çocuğunuzda bir uyanışa, idrake ya da motivasyona neden olmaz. Aksine kıyaslandığı kişiye ve kıyaslayana dair menfi duygular biriktirmesine sebep olur. Bu olumsuz duygular da zaman içinde değersizlik, sevgisizlik, önemsizlik gibi pek çok duygunun kapısını aralar.
Oysa her çocuk özeldir. Üstelik çocuğu özel kılan derslerinden iyi not almak, odasını toplamak, annesinin sözünden çıkmamak gibi davranışları değildir. Aksine çocuğu özel kılan yegâne şey, Rabbinin ona insan olarak verdiği değerdir. Bundan fazlasını aramak, hem çocuğa hem de onu Yaratana dair haksızlık yapmak olacaktır.
4. Ben sana demiştim
Özellikle Türk anneleri haklı olmak konusunda adeta yarış içindedirler. Üstelik çocuğa, eşe, komşuya, kayınvalideye karşı sürekli bir haklı olma savaşı verirken, mutlu olma duygusunu ne denli ıskaladıklarının farkına bile varamazlar.
Bu savaşın en yaygın dışa vurumu, kendini Ben sana demiştim cümlesiyle gösterir. Daha önceden yaptığı uyarının gerçeğe dönmüş olması, annelere tuhaf bir güç ve otorite hazzı yaşatır. Kendi nefsinin çocuğuna karşı galip olması anlamlarını taşır.
Bu nedenle pek çok anne, haklılığının bir tescili olarak bu cümleyi çocuğuna sarf eder. Benim dediğim doğru, ben senden daha bilgeyim, sen olayları benim gibi ön göremezsin gibi alt yazıları çocuğuna tekraren fısıldar. Oysa önemli olan haklılık değil, mutluluktur. Ve annesi tarafından sürekli haksızlık makamına çağırılan bir çocuk asla mutlu olamaz.
5. Sen en iyisisin!
Sürekli olumsuz cümleler kurmak gibi, gereksiz ve sınırsız olumlamalar da çocuğa zarar verir. Her yaptığı, dediği ya da başardığı iş için çocuğu aşırı övmek ve ödüllendirmek, çocuğu yeni işler denemekten alıkoyar. Zira başarılarıyla övülen bir çocuk, bu övgüyü kaybetme korkusuyla başaramamaktan kaçmaya başlar. Bu da onu yeni şeyler denemenin ve gayret göstermenin gerisinde bırakır.
Mesela 100 aldığı için aşırı övülen bir çocuk, bir başka sınavdan 100 alamayacağı ihtimalinin endişesini yaşar. Çünkü çocuklar anne-babalarının olumlu cümlelerini duymak isterler. Eğer bu olumlamalar başarılı sonuçlar için çocuğa veriliyorsa, bu sonucu yakalayamama stresi çocuğun ruh dünyasını kemirmeye başlar. Ve uzun vadede çocukta gereksiz övgüye bağlı davranış bozuklukları görülür.
6. O öyle yapılmaz! Dur ben yapayım
Baktığımızda pek çok annenin yatak toplamaktan-yıkanmaya, sofra kurmaktan-ödev yapmaya kadar pek çok işi çocuğu yerine yaptığını görürüz. Çocuğunun küçük yaşlardan itibaren, belki yarım yamalak yaptığı işleri beğenmeyip, düzelttiğini hatta bir adım ötesinde üstlendiğini gözlemleriz. Çocuğuna verilmiş derslerden bizim dersimiz diye bahseden, çocuğu yerine yapan, süreçte çocuğunun yöntemlerini eleştiren annelerin sayısının hiç de az olmadığını fark ederiz. Oysa çocuğa sorumluluk aşılamak için onunla işbirliği yapmak ancak mükemmeliyetçi tavırlardan sıyrılabildiğiniz oranda mümkün olur.
Örneğin; bir anne çocuğundan masayı kurarken, havluları katlarken ya da arabasını yıkarken yardım istese ama çocuğunun yardımını beğenmeyip/yeterli görmeyip o yaptıktan sonra düzeltmeye kalksa, çocuğuna iyilik değil kötülük yapmış olur. Zira çocuğu düzeltmek sen beceremiyorsun demenin davranışa bakan kısmıdır. Doğru olansa çocuğu sorumlulukları hususunda özgür bırakmak, ancak yardım istediği zaman ve yardıma ihtiyacı olduğu oranda onun yanında yer almaktır.
7. Sus bakayım, ağlama
Ağlamak, yüce Mevlanın kullarına hediye ettiği çok önemli boşaltım mekanizmalarından biridir. Ağla açılırsın, rahatlarsın gibi telkinler, aslında biyolojik ve psikolojik bir gerçeğe dikkat çekmektedir. Zira ağlamak stresin, hüznün, kaygı ve endişenin ruha verdiği ağırlığı hafifletmek için gerekli ve önemlidir.
Konu çocuk olunca bu gerçek daha da büyük bir önem kazanır. Çünkü çocuklar hayatın acemisidir ve yetişkinlerden daha fazla korkar, kırılır, üzülür ve strese girerler. Bu yüzden de daha çok ağlamaya ihtiyaç duyarlar.
Bütün bu gerçeğin yanında toplumsal bir yanılgı olarak, ağlamanın zayıflık, mızmızlık, güçsüzlük olduğuna inanan pek çok ebeveyn vardır. Oysa çocuklar ağladıkça rahatlar ve mutlu olurlar. Bu nedenle mutlu bir çocuk yetiştirmek isteyen her anne, çocuğunun ağlamasına, duygularını boşaltmasına fırsat vermeli, bu konuda onun yanında olup, onu yüreklendirmelidir.
Her anne muhakkak çocuğu için en iyisini ister. Lakin bu iyiyi isteme hali bazen o denli sınırları aşar ki, çocuğun gelişimi adına kötü sonuçlara neden olur. Aşırı korumacı ve aşırı müdahaleci tutumlar, çocuğun terbiye sürecini sekteye uğratan sonuçlar meydana getirir.
Bu noktada baktığımızda, birçok annenin kullanırken masum gördüğü ama çocuğun duygu dünyasında büyük fırtınalar koparan cümleler olduğunu görürüz. Toplumsal anne cümlelerinin çocuğun ruhuna yaptığı dokunuşların bir anne şefkatinden ne denli uzak olduğunu fark ederiz.
Bu nedenle çocuğunu bir emanetçi şuuruyla yetiştirmek isteyen her anne, en az davranışları kadar konuştuklarına da dikkat etmek durumundadır. Zira bir tokat yarası kısa sürede geçse bile, dil yarasının ömür boyu sürebileceği gerçeği göz ardı edilmemelidir.
1. Daha iyisini yapabileceğini biliyorum
Daha önce 50 aldığı bir derse çalışıp, notunu 60a yükselten çocuğunuz sınav kâğıdını size gösterdiğinde nasıl tepki verirsiniz? Bu gayretin cümlelerle ödüllendirilmesi gerektiğini mi düşünürsünüz, yoksa aslında sizin çocuğunuz bundan daha iyisini yapabilir mi?
Pek çok anne bazen çocuğunu motive etmek niyetiyle, bazense kendi annelik prestijinin sarsıldığını düşünerek bu cümleyi sarf eder. Çocuğunun daha iyiyi yapması adına ona telkinlerde bulunur. Oysa ödülü hak eden sonuç değil, süreçtir. Daha iyisini yapabilirsin cümlesi ise, süreçten çok sonuca yönelik bir telkindir. Öyle ya, süreçte çalışıp notunu 1 puan da olsa yükseltmiş bir çocuk daha iyisini yapmıştır zaten!
Lakin zihnindeki mükemmel çocuk şablonuna göre konuşan anneler, çocuklarındaki gelişimi fark edemezler. Sürekli daha iyisini isterler. Annesi tarafından sürekli daha fazlasına yönlendirilen, yaptığından hoşnut olunmayan bir çocuk ise özüne güvenemeyecek ve kendini değerli hissedemeyecektir.
2. Sen her zaman ya da Sen hiçbir zaman
Anne-babaların en büyük hatalarından biri çocuğun anlık davranışlarını genellemektir. Odasını o gün için toplamamış bir çocuğu dağınık, dersini yapmamış bir çocuğu tembel, kardeşine vurmuş bir çocuğu kıskanç olarak etiketlemektir.
Oysa aynı yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da duygu dünyası inişli çıkışlı ivmelerden oluşur. Çocuğun odasını o gün toplamamış olması, onun bu işi bir daha hiç yapmayacağı anlamına gelmez. Yalnızca o gün toplamadığı anlamına gelir. Aynı şekilde dersleri konusunda bir dönem gevşek davranmış bir çocuk, ömür boyu tembel, başarısız ya da sorumsuz olacak demek değildir.
Lakin Sen her zaman odanı dağınık bırakıyorsun ya da Sen hiçbir zaman odanı toplamıyorsun gibi cümleler, çocuğa anlık olumsuz davranışları perçinleyen etiketler yapıştırırlar. Aynı kötü sözler söylenen su moleküllerinin bozuluyor oluşu gibi, çocuğun ruh dünyasındaki olumlu gidişatın bozulmasına neden olurlar.
3. Neden kardeşin/ağabeyin/ablan/arkadaşın gibi olamıyorsun?
Eşiniz özenerek hazırladığınız çorbadan bir kaşık aldıktan sonra neden annem gibi çorba yapamıyorsun dese ne hissedersiniz? Büyük ihtimalle kızar, kırılır, üzülür, öfkelenir, hatta belki büyük bir hüsran içinde eşinizle kavga edersiniz İnanın, çocuğunuz da başkalarıyla her kıyaslandığında aynı şeyleri hissediyor!
Büyük-küçük hiçbir insan başkasıyla kıyaslanmaktan memnun olmaz. Onu motive etmek için kurduğunuz kıyaslama cümleleri çocuğunuzda bir uyanışa, idrake ya da motivasyona neden olmaz. Aksine kıyaslandığı kişiye ve kıyaslayana dair menfi duygular biriktirmesine sebep olur. Bu olumsuz duygular da zaman içinde değersizlik, sevgisizlik, önemsizlik gibi pek çok duygunun kapısını aralar.
Oysa her çocuk özeldir. Üstelik çocuğu özel kılan derslerinden iyi not almak, odasını toplamak, annesinin sözünden çıkmamak gibi davranışları değildir. Aksine çocuğu özel kılan yegâne şey, Rabbinin ona insan olarak verdiği değerdir. Bundan fazlasını aramak, hem çocuğa hem de onu Yaratana dair haksızlık yapmak olacaktır.
4. Ben sana demiştim
Özellikle Türk anneleri haklı olmak konusunda adeta yarış içindedirler. Üstelik çocuğa, eşe, komşuya, kayınvalideye karşı sürekli bir haklı olma savaşı verirken, mutlu olma duygusunu ne denli ıskaladıklarının farkına bile varamazlar.
Bu savaşın en yaygın dışa vurumu, kendini Ben sana demiştim cümlesiyle gösterir. Daha önceden yaptığı uyarının gerçeğe dönmüş olması, annelere tuhaf bir güç ve otorite hazzı yaşatır. Kendi nefsinin çocuğuna karşı galip olması anlamlarını taşır.
Bu nedenle pek çok anne, haklılığının bir tescili olarak bu cümleyi çocuğuna sarf eder. Benim dediğim doğru, ben senden daha bilgeyim, sen olayları benim gibi ön göremezsin gibi alt yazıları çocuğuna tekraren fısıldar. Oysa önemli olan haklılık değil, mutluluktur. Ve annesi tarafından sürekli haksızlık makamına çağırılan bir çocuk asla mutlu olamaz.
5. Sen en iyisisin!
Sürekli olumsuz cümleler kurmak gibi, gereksiz ve sınırsız olumlamalar da çocuğa zarar verir. Her yaptığı, dediği ya da başardığı iş için çocuğu aşırı övmek ve ödüllendirmek, çocuğu yeni işler denemekten alıkoyar. Zira başarılarıyla övülen bir çocuk, bu övgüyü kaybetme korkusuyla başaramamaktan kaçmaya başlar. Bu da onu yeni şeyler denemenin ve gayret göstermenin gerisinde bırakır.
Mesela 100 aldığı için aşırı övülen bir çocuk, bir başka sınavdan 100 alamayacağı ihtimalinin endişesini yaşar. Çünkü çocuklar anne-babalarının olumlu cümlelerini duymak isterler. Eğer bu olumlamalar başarılı sonuçlar için çocuğa veriliyorsa, bu sonucu yakalayamama stresi çocuğun ruh dünyasını kemirmeye başlar. Ve uzun vadede çocukta gereksiz övgüye bağlı davranış bozuklukları görülür.
6. O öyle yapılmaz! Dur ben yapayım
Baktığımızda pek çok annenin yatak toplamaktan-yıkanmaya, sofra kurmaktan-ödev yapmaya kadar pek çok işi çocuğu yerine yaptığını görürüz. Çocuğunun küçük yaşlardan itibaren, belki yarım yamalak yaptığı işleri beğenmeyip, düzelttiğini hatta bir adım ötesinde üstlendiğini gözlemleriz. Çocuğuna verilmiş derslerden bizim dersimiz diye bahseden, çocuğu yerine yapan, süreçte çocuğunun yöntemlerini eleştiren annelerin sayısının hiç de az olmadığını fark ederiz. Oysa çocuğa sorumluluk aşılamak için onunla işbirliği yapmak ancak mükemmeliyetçi tavırlardan sıyrılabildiğiniz oranda mümkün olur.
Örneğin; bir anne çocuğundan masayı kurarken, havluları katlarken ya da arabasını yıkarken yardım istese ama çocuğunun yardımını beğenmeyip/yeterli görmeyip o yaptıktan sonra düzeltmeye kalksa, çocuğuna iyilik değil kötülük yapmış olur. Zira çocuğu düzeltmek sen beceremiyorsun demenin davranışa bakan kısmıdır. Doğru olansa çocuğu sorumlulukları hususunda özgür bırakmak, ancak yardım istediği zaman ve yardıma ihtiyacı olduğu oranda onun yanında yer almaktır.
7. Sus bakayım, ağlama
Ağlamak, yüce Mevlanın kullarına hediye ettiği çok önemli boşaltım mekanizmalarından biridir. Ağla açılırsın, rahatlarsın gibi telkinler, aslında biyolojik ve psikolojik bir gerçeğe dikkat çekmektedir. Zira ağlamak stresin, hüznün, kaygı ve endişenin ruha verdiği ağırlığı hafifletmek için gerekli ve önemlidir.
Konu çocuk olunca bu gerçek daha da büyük bir önem kazanır. Çünkü çocuklar hayatın acemisidir ve yetişkinlerden daha fazla korkar, kırılır, üzülür ve strese girerler. Bu yüzden de daha çok ağlamaya ihtiyaç duyarlar.
Bütün bu gerçeğin yanında toplumsal bir yanılgı olarak, ağlamanın zayıflık, mızmızlık, güçsüzlük olduğuna inanan pek çok ebeveyn vardır. Oysa çocuklar ağladıkça rahatlar ve mutlu olurlar. Bu nedenle mutlu bir çocuk yetiştirmek isteyen her anne, çocuğunun ağlamasına, duygularını boşaltmasına fırsat vermeli, bu konuda onun yanında olup, onu yüreklendirmelidir.