28 Nisan 1901de İstanbuldan sessiz sedasız yola çıkan, İzmir ve İskenderiyeye uğrayıp Kızıldenizi aşarak Uzak Doğuya yönelen Nemçe (Avusturya) vapuru Batının bölgedeki ajan ve diplomatlarını hareketlendirmişti. Vapur henüz Çine ulaşmadan Pekindeki Batılı sefaretler başkentlerine kriptolu mesajlar gönderir: İstanbuldaki kurnaz Sultan Çinli Müslümanları kendine çekmek üzere yeni hamlelere girişti. 9 kişilik temsil heyeti Çine geliyor. Osmanlı temsil heyeti uzun ve meşakkatli bir yolculuğun ardından Çine ulaştığında, bölgede âdeta bayram havası eser. Şanghay Limanına gelen vapuru görmek isteyen Çinli Müslümanlar izdihama yol açar. Sadece Batılı gazeteler değil, tüm dünya basını bu kritik ziyarete geniş yer verir o tarihlerde.
Çin yönetimi, ülkelerine gelen Osmanlı heyetini memnuniyetle karşılasa da, o dönemde bu ülkeyi sömüren Batılı ülkeler tedirgindi. Bizzat Sultan II. Abdülhamid tarafından görevlendirilen Mirliva (Tuğgeneral) Enver Paşanın (İttihatçı Enver Paşa değil) hangi amaçla Çine geldiğini merak ediyorlardı. Hâliyle paşa, ikinci eşi, iki kâtip, iki âlim, iki asker ve uşaklardan oluşan heyet yaklaşık 4 ay süren ziyaret boyunca Batılı ajan ve elçilerin çemberindeydi. Akıcı Fransızcası, etkileyici hitabetiyle Enver Paşa, Çinli Müslümanlar ve yabancı elçilere II. Abdülhamidin barış mesajlarını getirmek için geldiklerini söylüyordu. Ama Batılılar bu açıklamayı pek inandırıcı bulmamıştı.
Haddi zatında ziyaretin görünen sebebi Çinde son yıllarda patlak veren, özellikle sömürgeci Alman ve İngilizleri hedef alan ayaklanmaları yatıştırmaktı. Zira, 1901deki Boxer isyanında, Pekindeki Alman Büyükelçisi Kettler sokak ortasında öldürülüp cesedi sürüklenince dönemin Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm, hususi ilişkisi bulunduğu II. Abdülhamidden yardım istemiş, aralarında Müslümanların da bulunduğu isyancıları bastırmak üzere Çine birlik göndermesini talep etmişti. Çini cezalandırmak isteyen bazı Batılı devletler karma birlik de gönderir bu dönemde. Ancak 30 milyonluk Osmanlı, o dönemde tahmini 50-60 milyon Çinli Müslümanın (toplam nüfus 500 milyon) tepkisini çekmemek için bu ülkeye askerî birlik göndermekten geri duruyordu. Bununla birlikte Batıyla kurduğu dengeleri koruma arzusundaydı; özelikle Almanlarla olanı.
Diplomasideki mahareti bilinen II. Abdülhamid, hem Osmanlı-Alman ilişkilerini zedelemeyecek hem de Çinli Müslümanları İstanbula meylettirecek bir formül buldu. Şeyhülislam Cemaleddin Efendinin de oluruyla Nasihat Heyeti adı altında dokuz kişiden oluşan bir temsilci grubunun Çine gönderilmesini istedi. Sultan, bu kritik göreve, Yıldızın parlak subaylarından Enver Paşayı seçti. Yanına Kurmay Binbaşı Nâzım Bey verildi. Heyette ayrıca din adamı sıfatıyla Mustafa Şükrü Efendi yer aldı (rahmetli başbakanlardan Bülent Ecevitin dedesi).
BATILI AJANLAR HEYETİ TAKİP ETTİ
Devlet hazinesinden karşılanan 500 Türk lirasıyla yola çıkan ve bir ay süren yorucu seyahatin ardından mayıs (1901) başında Şanghay Limanına ulaşan Türk heyeti, sadece bu kentteki Müslümanlarla görüşmekle kalmamış, Çinli Müslümanların yoğunlukta olduğu bölgelere geziler düzenlemişti. Heyet, bu tür buluşmaları fırsat bilip Müslümanların Halifesi sıfatıyla II. Abdülhamid adına yazılan ve Çinceye tercüme edilen beyannameler dağıtır. Cuma namazlarına iştirak edip Sultan adına hutbeler okutur. Batılı elçiler, heyetin ayaklanmaları yatıştırma gibi bir misyonu olmadığını, Çinli Müslümanları Halife Abdülhamid himayesinde toplamaya çalıştığını görünce Enver Paşa ve grubuyla teması keser. Hatta Batılılar bu duruma o kadar içerler ki Enver Paşayı karşılayan Alman elçisi bile bir daha uğramaz heyete.
II. Abdülhamidin Batıyı bir kez daha oyuna getirdiğini düşünen Pekindeki Fransız Büyükelçisi, 4 Haziran 1901de Parise şu mesajı geçer: Sayın Bakan, Zât-ı âlileri, mektubuna ek olarak, Sultan tarafından Çin Müslümanlarıyla ilişki kurmak üzere görevlendirilmiş olan Türk heyeti konusundaki genelgeyi bulacaklardır Şimdiki şartlar muvacehesinde, Alman hükûmeti tarafından tavsiye edildiği söylenen bu konudaki Bâb-ı Âli niyetlerini öğrenmekte fayda mülâhaza ediyorum. Guangxi, Guangdong ve özellikle Müslümanların yoğun olduğu Yunnanda gelişen bir Pan-İslamist hareket tehlikeli olabilir ve ben neye mal olursa olsun, İstanbuldaki elçimizden Enver Paşa heyetinin gayesi hakkında bilgi elde etmeye çalışacağım Bizim Hindo-Çindeki sömürgelerimize komşu olan bölgelerde çok sayıda Müslüman olması hasebiyle, bu heyet, çok yakından izlememiz gereken Pan-İslamist temayüllerin bir işareti olabilir Şanghayda konaklayan heyetin gerçek gayesini öğrenmek için elimden geleni yapıyorum
Yaklaşık 4 ay süren bu kritik sefer sırasında Enver Paşa ve heyeti maddi sıkıntılar yaşar. Batı karşıtı Ruslar bu fırsatı kaçırmaz, heyetin yardımına koşar. Enver Paşanın ikinci eşinin Avusturyalı olması onlara avantaj sağlar. Çindeki Avusturya sefareti de Türk heyetine destek verir. Enver Paşa, dönüş hazırlığına başladığı günlerde, Rus Çarından bir telgraf alır. Çar, Enver Paşayı Rusyaya davet etmektedir. İstanbuldan alınan onayın ardından Çinden Rusyaya geçilir. İlgi orada da sürer.
Osmanlının, sömürgeci Batı güçleri karşısında, İslam ülkelerinden alacağı destekle ayakta kalabileceğini hesaplayan Halife II. Abdülhamid, heyetin ardından Çinli Müslümanlarla kurulan bağları geliştirmekten geri durmaz. Bu amaçla Enver Paşanın ardından, en gözde adamı Muhammed Aliyi (bazı kaynaklara göre en iyi hafiyesi) 1902 yılında gizlice Çine gönderir. Molla giyinişli, turist âlim imajını kullanarak Çinin iç kısımlarında gezen Muhammed Ali, Müslümanlarla ciddi bağlantılar kurar. Arapça ve İngilizce bilmesi bu noktada çok etkili olur. İkna ettiği Müslüman ailelerin çocuklarını İstanbula eğitime gönderir. Muhammed Ali, bir taraftan ihtiyaç sahibi Çinli Müslümanlara İstanbuldan gelen maddi yardımları dağıtırken, diğer yandan bölgedeki gelişmeleri sık sık yolladığı raporlarla Yıldıza aktarır. Sultan II. Abdülhamid bu raporları, 500 milyonluk ülkedeki 50-70 milyon Müslümanı İstanbula bağlamak için geliştirdiği stratejilerinde kullanıyordu. Muhammed Ali, o dönemde Çinli Müslümanların itibar ettiği İmam Wang Haoren ile temasa geçer. İmam Haorene Osmanlıyı ve Sultan Abdülhamidin İslam dünyasında hayata geçirmek istediği projeleri anlatır.
Çinde o dönemin önemli Müslüman âlimlerinden biri olarak gösterilen İmam Wang Haoren (1848-1919), medresede modernleşmeyi savunuyordu. Daha önce sadece Arapça eğitim veren Çindeki Müslüman medreselere Çin kültürü ve Çince derslerini ilk dâhil eden de yenilikçi İmam Wang oluyor. Wangın adı Çin tarihinde köprüleri birleştiren eğitmen, aktivist sıfatlarıyla anılıyor.
Wang, kendisine ulaşan bu gayriresmî Osmanlı elçisinden ve modern eğitim seferberliğine girişen II. Abdülhamidden çok etkilenir. 1906da talebesi Ma Debao ile çıktığı hac ziyaretinin ardından Mekkeden İstanbula geçer. II. Abdülhamid tarafından çok sıcak karşılanır. Wang, İstanbulda bulunduğu günlerde, Osmanlı eğitim sitemini inceler, İslam konusundaki hassasiyetleri gözlemler. Tespit ettiği farklılıkları not alır. Çine döndüğünde sohbet ve hutbelerinde Osmanlıdan, Sultan ve Türklerin Müslümanlığından bahseder.
II. Abdülhamid, İstanbula kadar gelen bu Çinli kanaat önderini eli boş göndermez. O dönemde Çinde İslami eser pek bulunmadığı gerekçesiyle Wanga binin üzerinde kitap hediye eder ve bunları diğer Çinli âlimlerle paylaşmasını ister. Çinli kaynaklar bu eserlerden birkaçının günümüze ulaştığını ifade ediyor. II. Abdülhamid, İmam Wanga Pekinde bir üniversite açma düşüncesinden bahseder. Modern eğitim yanlısı Wang bu konuda Sultana elinden gelen her türlü yardımı sağlayacağını belirtir.
İstanbuldaki buluşmanın ardından henüz bir yıl geçmiştir ki Wangın kapısı çalınır. II. Abdülhamidin okul açmak için Pekine gönderdiği iki Osmanlı muallimi ondan katkı beklemektedir. İmam Wang, Muallim Ali Rıza Efendi ile Muallim Bursalı Hafız Hasan Efendiyi Niujie Camiine götürür. Burada cemaate 10 bin kilometre öteden gelen bu Türk muallimlerin okul açma planını anlatır. O dönemde Niujie Camii Müslümanların buluşma mekânıdır. Çinli Müslümanlar bu caminin arka bahçesini Türk hocalara verir. Burada boş tutulan bir bina onarılır, yanına iki derslik daha inşa edilir. Çinli Müslümanlar Osmanlı bayrağının dalgalandığı derslikleri bir an önce faaliyete geçirmek için yardımcı da olur Türklere. İstanbuldan gelen direktife bölgede Müslüman âlime duyulan ihtiyaç eklenince okulun üniversite seviyesinde açılmasına karar verilir.
Bir yıl süren çalışmaların ardından, 1908de gözyaşları ve dualarla açılır Dârul-Ulûmil-Hamidîyye (Pekin Hamidiye Üniversitesi). Okul kısa zamanda Osmanlı-Çin ilişkilerinde bir doping etkisi oluşturur. Bir bakıma iki toplumu birbirine bağlar. II. Abdülhamid Hanın 19. yüzyılın imkânlarıyla, Batının düşmanlığına rağmen dünyanın öbür ucunda açtırdığı bu eğitim müessesesi Çinli Müslümanları İstanbula, Halifeye bağlar âdeta.
Okulun açılmasının ardından Çinde değişen atmosferi Parise şöyle bildiriyordu Fransanın Pekin Büyükelçisi: 1908de II. Abdülhamid adına açılan ve kapısında Osmanlı bayrağı dalgalanan eğitim müessesesinin ardından Çindeki Müslümanlar yalnız Abdülhamidden bahsetmekte, ona övgüler düzmekte...
Pekin Huizu (Çin Müslümanları) Tarih ve Kültür Araştırma Bölümü Başkanı Yang HaiHaipeng, o günkü şartlarda Hamidiye Üniversitesinin açılmasını mühim bir olay olarak değerlendiriyor. Tarihçi HaiHaipeng, aradan geçen 101 yıla rağmen okulun dersliklerinin Çinli Müslümanların hassasiyeti sayesinde ayakta kalabildiğini belirtiyor: 1907de İstanbuldan gelen iki Türk hoca, İmam Haoren ile görüşüp o zamanki adıyla bir İslami Öğretmen Yetiştirme Enstitüsünü inşaya girişir. Türk kaynaklarında Hamidiye Üniversitesi olarak geçen, Pekindeki Niujie Camiinin arkasındaki bir dönüm alan üzerindeki, 3 sınıf ve bir ana binadan oluşan üniversite bugün hâlâ ayakta.
1908in sonunda henüz bilinmeyen bir sebepten ötürü Türk hocalar Çinden ayrılınca, üniversiteye bölgedeki Müslümanlar sahip çıkar. Bir müddet sonra hoca yokluğundan üniversite ilkokul olarak kullanılır. Ancak 1949daki Mao devriminin ardından Arapça ve dinî eğitime son verilir, sadece Çince eğitime imkân tanınır. Sonraki yıllar maddi imkânsızlıktan dolayı kapanır. Gerçi son yıllarda cami cemaati Hamidiye Üniversitesinin bir dersliğini, isteyen gençlere din dersi vermek için kullanmaya başlamış. Zira, okulun yaşına rağmen sınıfların durumu iyi. Zaman içinde okuldaki Osmanlı motifleri silinse de İslami mimari olduğu gibi duruyor. Dersliklerden biri aradan geçen yıllarda Niujie Camiinin tanıtımının yapıldığı bir müzeye dönüştürülmüş.
Yaklaşık 200 bin Müslümanın yaşadığı başkent Pekinin Xuanwu semtindeki bin yıllık Niujie Camii ve bahçesindeki Pekin Hamidiye Üniversitesi (devlet korumasındalar) 2008 Pekin Olimpiyatları çerçevesinde restore edilmiş. Toplam 3,7 milyon dolar harcanmış. Binalar üzerindeki geleneksel Çin ve İslam motifleri restorasyonun ardından daha görünür hâle gelmiş. Yenileme sırasında caminin güneyinde bulunan iki İranlı âlimin kabri de es geçilmemiş. Farklı tarihlerde Çine İslamı anlatmaya gelen ve burada vefat eden Molla Ali (1283) ve Ahmet Burdaninin (1320) kabirleri ilk günkü gibi.
6 bin metrekarelik alanı bulunan ve aynı anda binden fazla kişinin namaz kılabildiği Niuje Camiinde bayram ve cuma namazlarında yer bulabilmek neredeyse imkânsız. Namaz kılmak isteyenler bu tarihî mekâna sığmadığında Hamidiyenin boş sınıfları kullanılıyor. Niuje Camiinde geçmişten farklı olarak bugünkü cuma hutbelerinde II. Abdülhamidin adı okunmasa da, Hamidiyenin hikâyesini bilenler gözyaşlarını tutamıyor. Zira geçmişi bilenler Niujenin bahçesindeki yüzyıllık Osmanlı mührünü olduğu gibi görüyor.
Nazım Hikmetin dedesi
Sultan II. Abdülhamid, Çine bir heyet göndermeye karar verince sarayın gözde subayları bu göreve talip olur. II. Abdülhamidin tercihi Mirliva (Tuğgeneral) Enver Paşadan yana olacaktır. 1856 doğumlu Mirliva Enver Paşa, aslında Polonyalı bir aileden geliyor. Babası Polonyalı Constanty Borzecky, Avrupadaki 1848 ihtilalinden sonra Osmanlıya sığınanlardan. Sultan Abdülmecitin, Polonyalıları kabul ettiğine dair beyanı üzerine ailesiyle birlikte Osmanlıya gelir. Abdülhamidin yaverliğine kadar yükselecek olan oğlu Enver de burada doğar (Nazım Hikmetin anne tarafından dedesi). Galatasaray Sultânisinde (Galatasaray Lisesi) başladığı eğitimine Fransada mühendislik üzerine devam eder. Babası 1876da vefat edince, Abdülhamid tarafından İstanbula çağrılır. Yarıda kalan eğitimini tamamlayıp subay olur. Mükemmel Fransızcasından ötürü bir dönem İspanya ve Kübada askerî ataşelik yapar. Osmanlı-Yunan harbinde ön saflarda çarpışır. Uzun yıllar Yıldız Sarayında askerî danışmanlık yapar. İlk eşi Leyla Hanımdan 5 (3 kızı ve 2 erkek), ikinci eşi Matmazel Hortansdan 3 (2 erkek 1 kız) çocuğu oldu. Heyette ikinci eşi Hortansın da (Dalmaçyalı bir kavasın kızı) bulunduğu biliniyor.
ForumHatti YÖNETİMİ !