Sarı Zeybek
Can DÜNDAR
YAYINEVİ VE ADRESİ : Doğan Yayın Holding A.Ş. Güneşli / İSTANBUL
BASIM TARİHİ : Ekim 1994
KİTABIN YAYIM MAKSADI
Atatürkün Ölümüne Kadarki Son 300 Gününü İnceleyerek, Atatürk Ün Her Zaman Var Olmuş Fakat Pek İşlenmemiş Olan İnsancıl Yönlerini Anlatmak, Atatürkü Sevdirmek.
KİTABIN ÖZETİ
Kitap, Atatürkün hastalığının ilk belirtisinin görüldüğü 11 Kasım 1923 tarihiyle başlıyor. Atatürk Cumhuriyeti kuralı onüç gün olmuştu ve Çankayada eşiyle birlikte öğle yemeğindelerken eli birden kalbine gitmiş ve şiddetli bir sancıyla kıvranmıştı. Yirmi dakika kadar süren bu sancı Atatürke epey sıkıntılı anlar yaşatmıştı. Aynı sancı iki gün sonra tekrarlamış ve doktorların ilk muayenesinden, kalbinin çok çalışmaktan yorgun düştüğü teşhisi koyulmuştu. Atatürkün kalbinin dinlenmesi için istirahat etmesi ve perhiz gerekiyordu. Sigara azaltılmalıydı. Fakat yakın çevresi dahil Atatürke bunları yaptırmak kolay değildi. Sonunda Atatürke hakim olunamayacağı anlaşılınca, İzmir seyahati önerildi. Atatürk İzmirde 50 günlük bir istirahat sonunda, Ankaraya dinlenmiş olarak geri döndü ve hemen işe koyuldu.
Atlatıldı sanılan bu ilk kriz, yazara göre Atatürkün ölümle ilk randevusu idi. İkinci kriz, 3,5 yıl sonra 22 Mayıs 1927 tarihinde Atatürkü gece, yatağında yakaladı. Şikayet gene aynıydı : Sol kolunda ve göğsünde şiddetli bir ağrı vardı. Teşhis aynıydı: Yorgunluk, fakat bu kez hükümet olaya el koydu. Berlinden doktor getirtildi. Doktorlar Atatürkün çok sigara içmekten dolayı göğüs anjini geçirmiş olduğuna karar verdi. Tedavisi de aynıydı. Fakat Atatürke bunları yaptırmak hemen hemen imkansızdı. O kendinin hasta olduğuna inanmıyordu. Gerçekte de teşhis doğru değildi. Çünkü hasta olan kalbi değil, karaciğeriydi. Atatürk bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle ve çok çalışıyordu. Ayrıca sigara içkiyi de çok kullanıyordu. Dinlenmeye ise hiç zaman ayıramıyordu. Atatürk, bir gün Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyaka neden içtiğini şöyle açıklamıştı:
İçiyorum, çünkü: Bu vücut artık bu kafayı taşımıyor. Kafam vücudumun çok önünde gidiyor. Beynimi huzura kavuşturmak, biraz dinlendirmek için içiyorum.
Ancak, burada da dinlenmek pek mümkün olmuyordu. Çünkü Atatürkün sofrası, sadece yemek yenen içki içilen bir yer değildi. Burası, bir Bilgeler Meclisi ya da bir Danışma Kurulu ydu. Ülkenin her meselesi orada gündeme gelir, Atatürk orada devlet adamları ve düşünce adamlarıyla sabahlara dek süren tartışmalar yapardı. Bu çalışmalar sabahın ilk ışıklarıyla son bulurdu. Atatürk, konuklarını uğurladıktan sonra çoğu zaman yüzünü yıkar, tıraş olur ve yeni güne başlardı. Fakat, Atatürk 1936dan itibaren yorulmaya başlamıştı. Çalışma arkadaşları, masadaki devin mavi gözlerinde yanan ışıkların sönmeye yüz tuttuğunu fark ettiler. Artık öğleden sonra uyanıyor, küçük gezintiler yapıyor ve çabuk yoruluyordu. Çehresi müthiş değişmiş, benzi solmuş, hatları keskinleşmişti.
İlk kriz bir Kasım günü gelmişti. İlk ateş de bir Kasım günü geldi. Tıpkı son sancının bir Kasım sabahı geleceği gibi
21 Kasım 1937 sabahı, Atatürk şiddetli bir titremeyle uyandı. Zatürre kapıdaydı. Ateşi 39u vurmuştu. Göğsünün sağ tarafında bir ağrı vardı. Ciğeri kan toplamıştı. Doktorlar bu kez işin çok ciddi olduğunu anlatıp, kesin perhiz istediler. Atatürk izleyen beş günde dinlendi, perhize uydu ve hızla iyileşti ve yeniden hiçbir şey olmamış gibi işe koyuldu.
1938 başında hastalık iyiden iyiye geliyorum demeye başladı. Uzun süredir hissedilen halsizlik ve iştahsızlığa şimdi iki yeni illet eklenmişti: Burun kanaması ve kaşıntı. Sol bacağının kasık bölgesiyle diz kapağı arasında müthiş bir kaşıntı başlamıştı.
Atatürk sözde devamlı doktor kontrolü altındaydı. Ama şikayetlerine karşı devamlı anlık tedaviler uygulanıyordu. Doktorlar iştahsızlığına iştah açıcı meze tavsiye ediyor, burun kanamalarına da tamponla çare bulmaya çalışıyorlardı.
Kaşıntının da sebebi bulunmuştu: Kırmızı karıncalar. Atatürk, hemen kaplıca tedavisi için, gerçek teşhisle yüzleşeceği Yalovadaki kaplıcaya gönderildi.
Atatürk, derdini bir kez de kaplıca müdürü Doktor Belgere anlattı. İşte gerçek hüküm anı gelmişti. Dr. Belger, karaciğerden kuşkulandı ve büyümeyi fark etti. Karaciğer kaburga altını 3 parmak kadar aşmış ve sertleşmişti.
Karaciğerdeki büyüme Siroz başlangıcının işaretiydi ve bu teşhiste en az bir yıl gecikilmişti. Tarih: 22 Ocak 1938.
Şubat sonlarında, Atatürkün hastalığının vehameti hükümete iletildi. Başvekil Celal Bayar, Atatürkün muayene ve tedavisi için Almanyadan ve Fransadan doktor getirtmek istediklerini Atatürke söyledi. Fakat Atatürk yabancı doktorları istemedi. Atatürke göre, ortada Hatay meselesi vardı ve hastalığının hariçte duyulması hiç de iyi olmazdı.
Nihayet, Türk hekimleri 6 Mart 1938 günü Atatürkü muayene ettiler, uzun uzun tedavi üzerine konuştular. Hastalığın sonunda mutlaka ölüm olduğunu hepsi biliyordu. Yapılacak tek şey, bu feci akıbeti geciktirmekten ibaretti.
Bütün bu bilgiler Atatürke iletildi. Atatürke içkiyi bırakması gerektiği bildirildi. Atatürk, her ne kadar doktorların, hastalığını içkiye bağlamalarına inanmasa da, o günden ölünceye kadar yani 9 ay süreyle ağzına içki koymadı.
Atatürkün sağlığı üzerine üretilen dedikodular iyice artmıştı. Avrupa gazetelerinde Atanın sağlığına ilişkin karamsar haberler çıkıyordu. Fransızlar, Hatay meselesinin bizzat içinde olduklarından, Atatürkün sağlık durumunu merak ediyorlardı. Gazetelerde Atatürkün ağır hasta olduğu yazılıyordu. Anadolu ajansı her ne kadar bunları tekzip etse de böyle haberlerin tek bir tekzip şekli olurdu: Atatürkün ortaya çıkması.
Bunu Atatürk te biliyordu. Hem milletine söz vermişti. Hatayı geri alacaktı. 19 Mayıs onun doğum günüydü. Ankaradaki kutlamalardan sonra Mersine hareket etti. Dünyaya yaşadığını ve gücünü gösterecekti.
İşte bu tam bir çılgınlıktı. Üç ay boyunca her günün 23 saatini yatarak geçirmesi gereken bir adam, Mayıs sıcağının kavurduğu Mersine gidiyordu. Hatay sorunu böylesine gündemdeyken, ülkesinin ona ihtiyacı varken nasıl yatıp dinlenebilirdi?
Ve Mersin seyahati, bu yüzden Onun için son darbe oldu. Yabancı basındaki hastalık haberleri kesilmişti. Kısa bir süre sonra Fransız ve İngilizler Hatay konusunda tüm koşullarımızı kabul ettiklerini bildirdiler.
Beklenen sonuç alınmıştı. Ama bu güç gösterisi Atatürkün canına mal olacaktı. Karaciğerinde büyüyen hastalık ikinci ve şifasız devresine girerken, Atatürk 1 Haziran 1938de Savanorasına, sadece 55 gün kullanabileceği yüzer sarayına kavuşuyordu. Atatürk hala hastalığını ciddiye almıyor ve çok çalışıyordu.
Sonunda, Savanorada fazla kalamayacağı anlaşıldı ve 25 Temmuz günü Dolmabahçe Sarayına taşındı. Hastalığı üçüncü ve son aşamasına böylece girmiş oluyordu.
Atatürkün karnı iyice şişmişti. Doktorlar bu suyun alınması gerektiğine karar verdiler. Operasyon başarı ile tamamlanmıştı ve Atatürkün karnından tam 12 litre su çıkartılmıştı.O geceden itibaren doktorlar, Atatürkün devamlı istirahat etmesi gerektiğini belirterek, ziyaretleri yasakladılar. Çok zorunlu haller dışında hastanın yanına kimse alınmayacak, fazla konuşturulmayacaktı.Bu tavsiyelere harfiyen uyulması için de en yakınındaki 5 kişi o geceden itibaren yan odada nöbet tutmaya başladılar. Bu nöbetler, 10 Kasıma dek aralıksız devam etti.
Ekime girilirken Atatürk derin uykular uyuyor, sabahları bitkin uyanıyordu. Geceleri inlemeye ve sayıklamaya başlamıştı. Atatürkün sıhhi durumu iyice kötüleşmişti. Nihayet ilk ağır koma 16 Ekim Pazar günü geldi. Durumu bir bildiriyle halka anlatıldı. Ülke ayağa kalkmıştı. Ülkenin üstüne adeta ölü toprağı serpilmiş gibiydi. Türkiye nefesini tutmuş, Atası için dua ediyordu. Korkulan olmadı. Atatürk ölümü yenmişti.
Nihayet 29 Ekim gelmişti. Cumhuriyet 15. Yaş gününü kutluyordu. Atatürk ise Sarayda yatağında Ah Ankara Ah Ankaraya gidemedik diye yakınıyordu.
Atatürk 29 Ekimden 7 Kasıma kadar ki 10 günü yarı uyur, yarı uyanık halde geçirdi. Genellikle kendinde değildi.
7 Kasım sabahı arkaüstü yatarken tükürmeye başladı. Tükürüğünde kan vardı. Atatürk karnındaki suyun çekilmesini istedi. Doktorlar, onun son buyruğunu yerine getirdiler. Rahatlamıştı.
8 Kasıma girilirken kendini bilmiyordu. Saat 19.00da ikinci ağır komaya girdi. Gece Anadolu Ajansı durumun ciddiyetini bildiriyordu.
Artık bütün ülke, Atasının son saatlerini yaşadığını biliyordu. Ama ağlamaktan ve dua etmekten başka kimsenin elinden bir şey gelmiyordu.
9 Kasım Çarşamba sabahı, Atatürkte adale kasılmalarıyla istem dışı hareketler ve inlemeler görüldü.
Akşama doğru Atatürk yeni bir komaya girmişti. Nefes borusundan hırıltılar işitilmeye başlandı. Baş ucundaki doktorlar müşahade defterine Agani diye not düştüler.
Agani: Can çekişme demekti. Resmi Tebliği: 9 Kasım Saat 24.00, saat 20.00den itibaren dalgınlık artmıştır. Umumi ahval vahamete doğru seyretmektedir. 10 Kasım sabahı Ulu Önderin, boğazındaki hırıltılar azalmıştı. Saat 09.00 olduğunda göğsü hızla inip çıkmaya başladı. Dünyadaki son 5 dakikasına gözleri kapalı giriyordu.
Can DÜNDAR
YAYINEVİ VE ADRESİ : Doğan Yayın Holding A.Ş. Güneşli / İSTANBUL
BASIM TARİHİ : Ekim 1994
KİTABIN YAYIM MAKSADI
Atatürkün Ölümüne Kadarki Son 300 Gününü İnceleyerek, Atatürk Ün Her Zaman Var Olmuş Fakat Pek İşlenmemiş Olan İnsancıl Yönlerini Anlatmak, Atatürkü Sevdirmek.
KİTABIN ÖZETİ
Kitap, Atatürkün hastalığının ilk belirtisinin görüldüğü 11 Kasım 1923 tarihiyle başlıyor. Atatürk Cumhuriyeti kuralı onüç gün olmuştu ve Çankayada eşiyle birlikte öğle yemeğindelerken eli birden kalbine gitmiş ve şiddetli bir sancıyla kıvranmıştı. Yirmi dakika kadar süren bu sancı Atatürke epey sıkıntılı anlar yaşatmıştı. Aynı sancı iki gün sonra tekrarlamış ve doktorların ilk muayenesinden, kalbinin çok çalışmaktan yorgun düştüğü teşhisi koyulmuştu. Atatürkün kalbinin dinlenmesi için istirahat etmesi ve perhiz gerekiyordu. Sigara azaltılmalıydı. Fakat yakın çevresi dahil Atatürke bunları yaptırmak kolay değildi. Sonunda Atatürke hakim olunamayacağı anlaşılınca, İzmir seyahati önerildi. Atatürk İzmirde 50 günlük bir istirahat sonunda, Ankaraya dinlenmiş olarak geri döndü ve hemen işe koyuldu.
Atlatıldı sanılan bu ilk kriz, yazara göre Atatürkün ölümle ilk randevusu idi. İkinci kriz, 3,5 yıl sonra 22 Mayıs 1927 tarihinde Atatürkü gece, yatağında yakaladı. Şikayet gene aynıydı : Sol kolunda ve göğsünde şiddetli bir ağrı vardı. Teşhis aynıydı: Yorgunluk, fakat bu kez hükümet olaya el koydu. Berlinden doktor getirtildi. Doktorlar Atatürkün çok sigara içmekten dolayı göğüs anjini geçirmiş olduğuna karar verdi. Tedavisi de aynıydı. Fakat Atatürke bunları yaptırmak hemen hemen imkansızdı. O kendinin hasta olduğuna inanmıyordu. Gerçekte de teşhis doğru değildi. Çünkü hasta olan kalbi değil, karaciğeriydi. Atatürk bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle ve çok çalışıyordu. Ayrıca sigara içkiyi de çok kullanıyordu. Dinlenmeye ise hiç zaman ayıramıyordu. Atatürk, bir gün Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyaka neden içtiğini şöyle açıklamıştı:
İçiyorum, çünkü: Bu vücut artık bu kafayı taşımıyor. Kafam vücudumun çok önünde gidiyor. Beynimi huzura kavuşturmak, biraz dinlendirmek için içiyorum.
Ancak, burada da dinlenmek pek mümkün olmuyordu. Çünkü Atatürkün sofrası, sadece yemek yenen içki içilen bir yer değildi. Burası, bir Bilgeler Meclisi ya da bir Danışma Kurulu ydu. Ülkenin her meselesi orada gündeme gelir, Atatürk orada devlet adamları ve düşünce adamlarıyla sabahlara dek süren tartışmalar yapardı. Bu çalışmalar sabahın ilk ışıklarıyla son bulurdu. Atatürk, konuklarını uğurladıktan sonra çoğu zaman yüzünü yıkar, tıraş olur ve yeni güne başlardı. Fakat, Atatürk 1936dan itibaren yorulmaya başlamıştı. Çalışma arkadaşları, masadaki devin mavi gözlerinde yanan ışıkların sönmeye yüz tuttuğunu fark ettiler. Artık öğleden sonra uyanıyor, küçük gezintiler yapıyor ve çabuk yoruluyordu. Çehresi müthiş değişmiş, benzi solmuş, hatları keskinleşmişti.
İlk kriz bir Kasım günü gelmişti. İlk ateş de bir Kasım günü geldi. Tıpkı son sancının bir Kasım sabahı geleceği gibi
21 Kasım 1937 sabahı, Atatürk şiddetli bir titremeyle uyandı. Zatürre kapıdaydı. Ateşi 39u vurmuştu. Göğsünün sağ tarafında bir ağrı vardı. Ciğeri kan toplamıştı. Doktorlar bu kez işin çok ciddi olduğunu anlatıp, kesin perhiz istediler. Atatürk izleyen beş günde dinlendi, perhize uydu ve hızla iyileşti ve yeniden hiçbir şey olmamış gibi işe koyuldu.
1938 başında hastalık iyiden iyiye geliyorum demeye başladı. Uzun süredir hissedilen halsizlik ve iştahsızlığa şimdi iki yeni illet eklenmişti: Burun kanaması ve kaşıntı. Sol bacağının kasık bölgesiyle diz kapağı arasında müthiş bir kaşıntı başlamıştı.
Atatürk sözde devamlı doktor kontrolü altındaydı. Ama şikayetlerine karşı devamlı anlık tedaviler uygulanıyordu. Doktorlar iştahsızlığına iştah açıcı meze tavsiye ediyor, burun kanamalarına da tamponla çare bulmaya çalışıyorlardı.
Kaşıntının da sebebi bulunmuştu: Kırmızı karıncalar. Atatürk, hemen kaplıca tedavisi için, gerçek teşhisle yüzleşeceği Yalovadaki kaplıcaya gönderildi.
Atatürk, derdini bir kez de kaplıca müdürü Doktor Belgere anlattı. İşte gerçek hüküm anı gelmişti. Dr. Belger, karaciğerden kuşkulandı ve büyümeyi fark etti. Karaciğer kaburga altını 3 parmak kadar aşmış ve sertleşmişti.
Karaciğerdeki büyüme Siroz başlangıcının işaretiydi ve bu teşhiste en az bir yıl gecikilmişti. Tarih: 22 Ocak 1938.
Şubat sonlarında, Atatürkün hastalığının vehameti hükümete iletildi. Başvekil Celal Bayar, Atatürkün muayene ve tedavisi için Almanyadan ve Fransadan doktor getirtmek istediklerini Atatürke söyledi. Fakat Atatürk yabancı doktorları istemedi. Atatürke göre, ortada Hatay meselesi vardı ve hastalığının hariçte duyulması hiç de iyi olmazdı.
Nihayet, Türk hekimleri 6 Mart 1938 günü Atatürkü muayene ettiler, uzun uzun tedavi üzerine konuştular. Hastalığın sonunda mutlaka ölüm olduğunu hepsi biliyordu. Yapılacak tek şey, bu feci akıbeti geciktirmekten ibaretti.
Bütün bu bilgiler Atatürke iletildi. Atatürke içkiyi bırakması gerektiği bildirildi. Atatürk, her ne kadar doktorların, hastalığını içkiye bağlamalarına inanmasa da, o günden ölünceye kadar yani 9 ay süreyle ağzına içki koymadı.
Atatürkün sağlığı üzerine üretilen dedikodular iyice artmıştı. Avrupa gazetelerinde Atanın sağlığına ilişkin karamsar haberler çıkıyordu. Fransızlar, Hatay meselesinin bizzat içinde olduklarından, Atatürkün sağlık durumunu merak ediyorlardı. Gazetelerde Atatürkün ağır hasta olduğu yazılıyordu. Anadolu ajansı her ne kadar bunları tekzip etse de böyle haberlerin tek bir tekzip şekli olurdu: Atatürkün ortaya çıkması.
Bunu Atatürk te biliyordu. Hem milletine söz vermişti. Hatayı geri alacaktı. 19 Mayıs onun doğum günüydü. Ankaradaki kutlamalardan sonra Mersine hareket etti. Dünyaya yaşadığını ve gücünü gösterecekti.
İşte bu tam bir çılgınlıktı. Üç ay boyunca her günün 23 saatini yatarak geçirmesi gereken bir adam, Mayıs sıcağının kavurduğu Mersine gidiyordu. Hatay sorunu böylesine gündemdeyken, ülkesinin ona ihtiyacı varken nasıl yatıp dinlenebilirdi?
Ve Mersin seyahati, bu yüzden Onun için son darbe oldu. Yabancı basındaki hastalık haberleri kesilmişti. Kısa bir süre sonra Fransız ve İngilizler Hatay konusunda tüm koşullarımızı kabul ettiklerini bildirdiler.
Beklenen sonuç alınmıştı. Ama bu güç gösterisi Atatürkün canına mal olacaktı. Karaciğerinde büyüyen hastalık ikinci ve şifasız devresine girerken, Atatürk 1 Haziran 1938de Savanorasına, sadece 55 gün kullanabileceği yüzer sarayına kavuşuyordu. Atatürk hala hastalığını ciddiye almıyor ve çok çalışıyordu.
Sonunda, Savanorada fazla kalamayacağı anlaşıldı ve 25 Temmuz günü Dolmabahçe Sarayına taşındı. Hastalığı üçüncü ve son aşamasına böylece girmiş oluyordu.
Atatürkün karnı iyice şişmişti. Doktorlar bu suyun alınması gerektiğine karar verdiler. Operasyon başarı ile tamamlanmıştı ve Atatürkün karnından tam 12 litre su çıkartılmıştı.O geceden itibaren doktorlar, Atatürkün devamlı istirahat etmesi gerektiğini belirterek, ziyaretleri yasakladılar. Çok zorunlu haller dışında hastanın yanına kimse alınmayacak, fazla konuşturulmayacaktı.Bu tavsiyelere harfiyen uyulması için de en yakınındaki 5 kişi o geceden itibaren yan odada nöbet tutmaya başladılar. Bu nöbetler, 10 Kasıma dek aralıksız devam etti.
Ekime girilirken Atatürk derin uykular uyuyor, sabahları bitkin uyanıyordu. Geceleri inlemeye ve sayıklamaya başlamıştı. Atatürkün sıhhi durumu iyice kötüleşmişti. Nihayet ilk ağır koma 16 Ekim Pazar günü geldi. Durumu bir bildiriyle halka anlatıldı. Ülke ayağa kalkmıştı. Ülkenin üstüne adeta ölü toprağı serpilmiş gibiydi. Türkiye nefesini tutmuş, Atası için dua ediyordu. Korkulan olmadı. Atatürk ölümü yenmişti.
Nihayet 29 Ekim gelmişti. Cumhuriyet 15. Yaş gününü kutluyordu. Atatürk ise Sarayda yatağında Ah Ankara Ah Ankaraya gidemedik diye yakınıyordu.
Atatürk 29 Ekimden 7 Kasıma kadar ki 10 günü yarı uyur, yarı uyanık halde geçirdi. Genellikle kendinde değildi.
7 Kasım sabahı arkaüstü yatarken tükürmeye başladı. Tükürüğünde kan vardı. Atatürk karnındaki suyun çekilmesini istedi. Doktorlar, onun son buyruğunu yerine getirdiler. Rahatlamıştı.
8 Kasıma girilirken kendini bilmiyordu. Saat 19.00da ikinci ağır komaya girdi. Gece Anadolu Ajansı durumun ciddiyetini bildiriyordu.
Artık bütün ülke, Atasının son saatlerini yaşadığını biliyordu. Ama ağlamaktan ve dua etmekten başka kimsenin elinden bir şey gelmiyordu.
9 Kasım Çarşamba sabahı, Atatürkte adale kasılmalarıyla istem dışı hareketler ve inlemeler görüldü.
Akşama doğru Atatürk yeni bir komaya girmişti. Nefes borusundan hırıltılar işitilmeye başlandı. Baş ucundaki doktorlar müşahade defterine Agani diye not düştüler.
Agani: Can çekişme demekti. Resmi Tebliği: 9 Kasım Saat 24.00, saat 20.00den itibaren dalgınlık artmıştır. Umumi ahval vahamete doğru seyretmektedir. 10 Kasım sabahı Ulu Önderin, boğazındaki hırıltılar azalmıştı. Saat 09.00 olduğunda göğsü hızla inip çıkmaya başladı. Dünyadaki son 5 dakikasına gözleri kapalı giriyordu.