Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Çaldıran Öncesi Mektup Savaşları

Metin

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    22 Eki 2014
  • Mesajlar
    496
  • MFC Puanı
    1
Çaldıran Muharebesi öncesinde Osmanlı ordusu uzun bir yolculuk geçirmişti. Bu yolculuk esnasında Şah İsmail ve Sultan Selim arasında mektuplaşmalar vasıtasıyla bir diplomatik savaş da veriliyordu. Maltepe ordugahından hareket eden Osmanlı ordusu; Tekfurçayırı, Gebze, Hereke ve Çınarlı konaklarını geçerek 23 Nisan 1514'te İzmit'e vardı. Şah İsmail'e ilk mektup da burada yazıldı. Nişancı Tâcizâde Cafer Çelebi'nin kaleme aldığı nâmede Sultan Selim, Şah İsmail'e özetle şöyle diyordu:

Her şeyi bilen gerçek melik olan Allah'ın katında din, şüphesiz İslam'dır ve kim İslamiyet'ten başka bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir. O, ahirette de kaybedenlerdendir. Bu nâme, bizim büyük sığınağımız din düşmanlarını kahreden, hakanların miğferi, gazi ve mücahitlerin sultanı, İskender gibi yırtıcı, Feridun şerefli, adaletin ***hüsrevi; Sultan Murad oğlu Sultan Mehmed oğlu, Sultan Bayezid oğlu Sultan Selim Han'dan Emir İsmail'edir.

Sen, 'orman aslandan boşalınca çakal ortaya kahraman olarak girer' hükmü üzerine, tecavüz yoluyla Doğu ülkelerini ele geçirdin. Zulüm ve eziyet kapılarını Müslümanların yüzlerine açtın. Dinsizliğin her yönüyle kaynaşıp yoğruldun. Nefsinin hevasına uyarak şeriat bağlarını kopardın. Halkın temiz inançlarını yıkmayı kendine meslek edindin. Zinayı helal kılmak, haksız yere kan dökmek, mescid ve minberleri yıkmak, kabirleri ve mezarları yakmak, alimleri aşağılamak, mushafları pisliklerin içine atmak ve Şeyhayn-ı kirama (Hz.Ebubekir ve Ömer) küfretmek gibi çirkin ve bayağı işlerin herkesçe söylenir oldu. Âlimlerimiz senin ve yandaşlarının dinden çıkıp küfre girdiğine fetva verdiler.

Böylece bize düşen dini savunmak, zulme uğrayanları kurtarmak, ilahi emre uymak ve padişahlık namusunu yerine getirmektir. Bunun için ipekle bezeli kumaşlar yerine zırh ve çelik gömlek giyindim. Allah'ın yardımıyla zafer sancaklarım dalgalandı. Zafere alışkın olan aslan askerlerim harekete geçti.

Kılıçtan evvel İslam'a gelmeyi teklif şanlı Peygamberimizin ilkelerindendir. İşte bu mektup o gerekçeyle yazılmıştır. Kimi kötü davranışları gidermek mümkündür. Eğer sen de kötülük ettikten sonra Allah'tan af dileyenlerden olursan muzaffer ordumuzla girilmesini kararlaştırdığımız bölgeleri ulu kapımızdan sana bırakılma ihtimali vardır. Sonra bilmedim, aldandım demek fayda vermez. Gelip eşiğim toprağına yüz sürmek sana ve senin gibilere iftihardır. Bir an önce bu dediğimi yapasın. Yoksa sonra mazeretin kabul edilmeyecektir. Eğer karşı durmayı seçersen meydana gelesin, Allah'ın takdiri neyse o olur. Ancak o zaman da zulmünü mazlumlar üzerinden kaldırıp namını ve nişanını yok ederim! [1]
Yavuz Sultan Selim ve ordusu Sivas'dan hareketle Osmanlı topraklarını bitirip Azerbaycan sınırlarına girdi. Safevîlerden hala haber ve eser yoktu. Bunun üzerine Sultan Selim, Şah İsmail'e bir mektup daha gönderdi. Bu mektupta Sultan, askerlerinin bir kısmını Kayseri ve Sivas arasında bıraktığını da söylemekten çekinmeyerek şöyle diyordu:

İsmail Bahadır!
Uyulması gereken şu buyruk sana ulaşınca bilesin ki, İslam'ın namus perdesini yırtmaya gayret gösterdiğin için faaliyetlerini zafer rüzgarının ok ve hançeri ile temizlemek zamanı gelmiştir.

Önceki mektubumuzda, er isen meydana gel, Allah'ın takdiri neyse ortaya çıksın demiştim. Bundaki amacım birkaç ay önceden hazırlıklarını yapıp tedarikini görüp 'Gafil bulundum, elim altındaki askeri toplamaya zaman el vermedi'diyerek özür ve bahanede bulunmayasın demekti. Amma uzun bir süredir dökülen at nallarından yeryüzü demire bürünmüş, dizginlerin şıkırtısından cihanın kulağı çınlayıp durmuştur. Nihayet Azerbaycan'dayım, her yer hilallerle bezenmişken senden ne ad ne de san ortaya çıkmamıştır. Öyle bir gizlenmiş haldesin ki, varlığınla yokluğun denktir. Kılıç taşıyanın belalara göğüs gerebilmesi, başbuğluk sevdasında olanların ok ve kılıç yarasından korkusu olmaması gerekir. Selamet kaygısıyla perde ardında oturanlara erlik adı hatadır. Ölümden korkana ata binip kılıç kuşanmak yaraşmaz. Şimdi senin meydana çıkmamanın sebebi, muhtemelen askerimin çokluğundan korkmandır.

Sendeki bu korkuyu gidermek için askerimden kırk bin bahadırı Kayseri ve Sivas arasında bıraktım. Düşmana at oynatması ve boş meydan bulması için fırsat vermek ancak bu denli olur. Eğer özünde her ne çeşitten gayret ve yiğitlikten eser varsa gelip askerim karşısına durasın. Ezelde ne yazılıysa gün yüzüne çıkmış ola. Selamlar doğru yolu tutana olsun! [2]

Osmanlı ordusu Erzincan'a bağlı Yassıçemen'deki Hasanbey Çayırı'na geldiğinde Safevi elçisi Şahkulu Akay Bevey ordugaha gelip Sultan Selim'e Şah İsmail'den gelen bir nâme ile içi afyon dolu bir altın kutuyu takdim etti. Şah İsmail mektubunda şöyle diyordu:

Sultan Selim Şah'a,
Mektupların ulaştı. Cennetmekan babanızın zamanındaki yürüyüşümüz Dulkadırlı Alaüddevle'nin küstahlığı yüzündendi. Yoksa her iki taraftan da dostluktan başka birşey görülmedi. O memleketler halkının çoğu ecdadımızın kıymetlilerindendi. Sonra o hanedan ile eskiden beri dostluğumuz vardı. Timur zamanındaki gibi, kargaşalık çıksın istemezdik.

Münasebetsiz sözlere hiç gerek yok. Bunların hepsi katiplerinizin uydurmaları olmalıdır. Yazıcılarınızın afyon ile kurumuş zihinlerinden çıkan sözlerdir. Bu itibarla onlara kullanmaları için mührümüzle mühürlenmiş altın bir hokkayı Şahkulu Ağa ile gönderiyorum.

Şu sırada İsfahan boylarında avlanmaktayım. Bu cevabı dostça hemen yazdık. Size karşı da hemen hazırlığa başladık. Kimseden korkumuz yoktur. Senin bu istediğini çokları tecrübe ettiler. Ali evlatları ile savaşanlar kendileri yok olup giderler. İş savaşla sonuçlanacaksa onu ertelemek doğru olmaz. Fakat sonunu da düşünmek gerek vesselam. [3]
Elçinin hareketleri ve Şah'ın hitabından rahatsız olan Sultan Selim elçiyi derhal öldürttü. [4]
Daha sonra Osmanlı ordusu Diyarbakır/Çermik'e ulaştı. Buradayken akıncıların esir ettiği iki Safevi, Sultan Selim'in yazdırdığı nâmeyle Şah'a gönderdi. Önceki nameye cevap niteliğinde olan bu mektupta Sultan Selim şöyle diyordu:

İsmail bahadır!
Cihanın itaat ettiği mektubuma cevaben sen de mektup göndermiş cüretli bir tavırla 'Acele edin, biz de beklemekten kurtulalım' demişsin.

Artık belli ve aşikar ki yaratılışımızdan gelen cüretle uzak yerlerden yürüyüp emrin altında olan ül***e girdim. Hükümdarların elindeki topraklar nikahlıları gibidir. Erlikten nasibi olan kişi başkasının kendisine saldırmasına katlanamaz. Halbuki bu kadar zamandır muzaffer askerlerim yurduna girmiş doyumluklar (ganimet) alırlar. Ama senden hala bir iz yok. Yaşadığınla öldüğün denktir.

Gerçek budur ki, şimdiye kadar senden bir mertlik ve yiğitlik anlaşılan hiçbir hareket görülmedi. Meydana gelen iş de baştan başa hile ve sahtekarlıktır. Şüphesiz senin geçici cesaretinin eseri ancak hile hud'a olur.Uğradığın derdin çaresi (afyon) sence bilinmekteymiş. Kullanmaya devam et. Belki böylece kalp kuvveti elde eder, karşımıza çıkmaya cesaret bulursun. Cesaretini kıran askerlerimden de kırk bin er geride bırakılmıştır. Düşmana iyilik ancak bu denli olur.

Bundan sonra da geçmişteki kaçış üzere korku köşesine çekilirsen erlik adı sana haramdır. Miğfer yerine baş örtüsü, zırh yerine çarşaf giyip serdarlık ve şahlık davasından vazgeçesin. [5]

Bu noktadan sonra zaten iyice gerilen ortam yerini savaşa bıraktı. 23 Ağustos 1514'de Çaldıran Ovası'nda karşı karşıya gelen iki ordu kozlarını paylaşacak ve sonunda ağır kayıplara rağmen Osmanlı ordusu savaşı kazanacaktı.

[1] Celalzâde Mustafa, s. 366. ; Haydar Çelebi Ruznâmesi, s. 43-44; Tâcü't-Tevârih, IV, s. 177-180
[2]Tâcü't Tevârih, IV, s. 186; Haydar Çelebi Ruznâmesi, s. 44; Celalzâde Mustafa, s. 368-369
[3] Haydar Çelebi Ruznâmesi, s.47.
[4] Şükr-i Bitlisî, s.150
[5] Tâcü't Tevârih, IV, s. 188-189; Celalzâde Mustafa, s. 372.; Şükr-i Bitlisî, s.152-153

Kaynak: Ahmet Şimşirgil, Kayı III, İstanbul 2011
 
Üst Alt