PeriKızı
Moderatör
-
- Üyelik Tarihi
- 22 May 2019
-
- Mesajlar
- 8,675
-
- MFC Puanı
- 26,914
Bilişsel psikoloji 1967 yılında Ulric Neisser tarafından yazılan Bilişsel Psikoloji (Cognitive Psychology) başlıklı kitabın yayımlanmasıyla yeni bir disiplin olarak ortaya çıkmıştır. Bu kitapta, Neisser biliş kavramını duyusal girdinin (uyaran) yakalanması, dönüştürülmesi, özümsenmesi, depolanması ve kullanılması temelinde tanımlamaktadır. Bilgi işlemeyi öneren bu süreçler algı, dikkat, bellek, dil, problem çözme, akıl yürütme ve bilinç gibi konuları içermektedir.
Öğle yemeği için bir lokantada olduğunuzu düşünün. Gözlerinizde etrafınızdaki objelere veya menüde yazılanlara direkt tepki verecek şekilde araçlar yoktur. Gözün retinasında sadece ve sadece ışığa tepki veren mekanizmalar vardır. Dolayısıyla objeleri veya menüdeki yazıları dolaysız olarak duyumsayamazsınız. Beyin çevrenizdeki uyaranlardan yansıyarak retina üzerine düşen ışığı sembollere dönüştürerek temsil etmektedir. Bu temsiller bellek sisteminden geri getirme işlemi ile kelimeleri ve anlamları ortaya çıkartmaktadır. Ayrıca menüde yazılanlardan bir anlam çıkartmak için dil ve sentaks bilgisine de gereksinim vardır. Elbette, yapılanlar sadece bunlardan ibaret değildir. Servis elemanının söylediklerine dikkatinizi verip etrafınızdaki diğer sesleri veya konuşmaları filtre edersiniz. Yine servis elemanı ile yaptığınız görüşme sonrasında belki düşünmek ve değerlendirme yapmak için biraz süre isteyip hangi yemek veya yemekleri yiyeceğinize karar verirsiniz. Bu olay algılamadan anlamaya, hatırlamadan karar vermeye birçok bilişsel süreci kapsamaktadır.
İnsanların nasıl algıladığını, nasıl öğrendiğini, nasıl hatırladığını ve nasıl düşündüğünü inceleyen bilişsel psikoloji, psikolojinin diğer bilim dallarında olduğu gibi bazı temel varsayımları içermektedir. Bunlardan ilki insan beyninin temel işlevinin bilgiişlem olmasıdır. Bilgiişlem dış dünyanın temsili veya sembolik dönüşümü veya manipülasyonu olarak ifade edilmektedir. İkinci olarak insan beyni hem yapı hem de kaynak açısından sınırlı kapasite kullanımına sahiptir. Üçüncü olarak da bilgi işlem süreci aktiftir. Bilgi işleme sırasında daha önceden kazanılmış yaşantılar, deneyimler veya beceriler yeni algılanan uyaranları etkiler. Bu da onların davranış veya tepkilerine yansır. Bir başka deyişle davranışlar aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya işlemler neticesinde meydana gelmektedir. Aşağıdan yukarı ya çevresel bir girdi ile başlar ve biliş sistemi içinde çeşitli aşamalardan geçen bir yolculuk yapar. Yukarıdan aşağıya işlem ise yüksek seviyedeki bilişsel faktörlerin (amaç, eğilim, bilgi, beklenti vb) daha aşağıda meydan gelen işlemleri etkilemesidir.
Bilişsel psikoloji işlevselcilikten oldukça etkilenmiştir. Çünkü bilişsel psikoloji zihinsel işlemlerin işlevsel olduğunu varsayar. Zihinsel işlemler girdinin (uyaran) çıktıya dönüşmesini (davranış) sağlamaktadır. Zihin ile beyin arasındaki ilişki bilgisayardaki donanım ve yazılım arasındaki ilişkiye benzetilir. Bu nedenle insan düşünce ve davranışlarının incelenmesinin en verimli ve anlaşılabilir yolu beynin yazılımı olan zihni çalışmaktır. Öte yandan, materyalist bakış açısı zihin ve beyni aynı olarak kabul eder ve bundan dolayı düşünce ve davranışın beyindeki nöral faaliyetler sonucu oluşması nedeniyle beynin incelenmesinin aynı zamanda zihnin incelenmesi anlamına geldiğini varsaymaktadır.
İşlevselci yaklaşım insan davranışını bilgi işlem ve zihinsel işlevler kapsamında açıklarken materyalist yaklaşım zihinsel süreç ve faaliyetleri nöroanatomi ve nörokimya kapsamında ele alır. Hangi yaklaşımın seçildiği ise daha çok sorulan sorunun türü ve içeriğine bağlıdır. Örneğin, bellek bir yandan geri getirme ve tekrarlama gibi süreçler açısından ele alınırken diğer bir açıdan da kimyasal ileticiler ya da sinaptik işlevler bakımından incelenmektedir. Geri getirme ile tekrar süreçleri bilişsel açıklama biçimini oluştururken kimyasal ileticiler ve sinaptik duyarlılık biyolojik açıklama bakış açısını meydana getirmektedir.
Bilişsel Psikolojinin Kısa Tarihi
İnsan doğayı anlamak adına sorular sormaktadır. Bu sorular ise çoğunlukla varsayımlara dayanmaktadır. Modern bilişsel psikolojinin varsayımlarını daha iyi anlamak için düşünce tarihinde kısa bir yolculuk yapmak gerekmektedir. Eski yunan düşüncesinde dünya olaylarının tahmin edildiği, insanların fiziksel dünyanın bir parçası olduğu ve insan davranışlarının diğer doğa olayları ile ilişkili olduğu varsayımları yatmaktaydı. Bu varsayımlar şu anda bize sıradan gelse de o zaman için devrimci bir nitelik taşımaktaydılar. Rönesans öncesinde düşünürler insan davranışlarından ziyade sosyal ve dini olgulara ilgi duymuşlardır. Rönesans dönemi ile bilimsel yöntem araştırmalarda öncelikli olarak kullanılmaya başlanmıştır. Buna rağmen insan ve insan davranışlarının çalışılmasında gecikme olmuştur. Bunun nedeni ise insanın çok karmaşık bir canlı olduğu varsayımıdır. Bilim insanları insan ve insan davranışlarını tahmin edilemez bir bakış açısıyla ele aldıklarından bunların incelenmesinin de neredeyse olanaksız olduğunu düşünmüşlerdir. Deterministçi etkilerin görülmediği bu dönemde felsefeciler düşüncenin kökeni ekseninde ve özellikle kalıtım ve çevre karşıtlığı kapsamında bellek ve algıyı tartışmışlardır. Ancak bu tartışmalar gözlem ve deneye dayanmamıştır.
Gözlem ve deneye dayanan ilk çalışmalar ise Wilhelm Wundtun 1879 yılında Almanyanın Leipzig şehrinde ilk deneysel psikoloji laboratuarını kurması ile başlar. Bu laboratuarda Wundt ve arkadaşları içebakış yöntemini kullanarak deneyimli katılımcılarla bilincin elementlerini araştıran deneyler yapmıştır. Wundt bu deneylerde katılımcıların duygu durumlarını, objelerin nasıl ifade edildiklerini araştırmıştır. Yapısalcılığın ilk adımlarının atıldığı bu yıllar zamanın ruhunu da psikolojide yansıtmaktadır. Madde ve onu oluşturan elementlerin incelendiği bu yıllarda Wundt ve arkadaşları da zihnin elementlerini bir başka deyişle yapı taşlarını yani atomlarını incelemişlerdir.
Amerika Birleşik Devletlerinde William James zihnin çalışma prensiplerine zihnin işlevleri açısından bakmıştır. 1900lü yılların başında davranışçılığın ön plana çıktığı ve davranışın çalışılmasının ötesinde hiçbir şeyin psikolojide yeri olmadığı vurgulanmıştır. Bu arada Geştalt Okulu hem Avrupada hem de Amerika Birleşik Devletlerinde indirgemeciliğe karşı bir tavır sergilemiş ve bütünün onu oluşturan parçalardan farklı olduğu ana fikri ile hem davranışçılık hem de yapısalcılık ekollerine eleştiriler getirmiştir. Daha sonraki yıllarda nadir çalışmalar görülmekle birlikte 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında sinyal işleme, bilgi kodlama ve iletişim üzerine yapılan çalışmalar bilişsel psikolojinin doğmasında çok önemli etkiler yapmıştır. Shannon 1948de bilgi kuramı başlıklı bir makale yayımlamıştır. Bu makalede iletişimin bilgiyi temsil eden verilerin dönüştürüldüğü aşamalardan geçerek meydana geldiğini ifade eder. Bu bilgi kuramı insandaki algı ve bellek sistemlerinin de aynı temelde çalıştığını önermektedir: çevremizdeki uyaranlar duyu sistemlerindeki alıcı hücreler (sinir sisteminde farklı fiziksel uyaranları yakalamak için özelleşmiş nöronlar) ile sisteme giriş yapar, sonrasında değişik algısal aşamalarda analiz edilir ve oluşturulan çıktı bellek sistemine gönderilir. Bu yaklaşım bilişsel psikolojiye can verip yönlendiren ve önemli bir değerler dizisi (paradigma) olan bilgi-işlem yaklaşımının başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
Bilgi işlem modelinin ilk uygulamalarından biri Donald Broadbent tarafından algı ve iletişim konusunda ortaya konmuştur. Donald Broadbent 1958de yazdığı Algı ve İletişim (Perception and Communication) adlı kitabında, dikkatin bilgi işleme sisteminin sınırlı kapasitesinin sonucu olduğu ve bunun sonucu olarak da filtreleme mekanizmasının bulunduğu fikrini ileri sürmüştür. Ona göre insanlar bilgilere seçici biçimde yaklaşmakta ve eş zamanlı algılarda bir algının bazı bölümleri yakalanırken diğer bölümleri filtrelenmektedir.
Bilgi işlem modeli ile ilgili olarak bir diğer uygulama George Miller (1956) tarafından önerilen ve 7±2 olarak da ifade edilen kısa süreli bellek için depolama modelidir. Bu model kısa süreli belleğin sınırlı bir kapasitesinin var olduğunu öne sürer. Ancak bu sınırlı kapasite bilgi miktarı ile (bit) çok az ilişkilidir. Çünkü kümeleme yöntemi ile bu kısıtlılık aşılmakta ve genişletilmektedir.
Aynı yıllarda Chomsky (1956), çocukların doğuştan gelen zihinsel dilbilgisine sahip olduğunu ve bunun da dil öğrenme için bir temel oluşturduğunu öne sürmüştür. Chomsky bir dilin öğrenilmesinde davranışçıların ileri sürdükleri uyarantepki öğrenme yaklaşımına karşı çıkarak insan dilinin anlaşılmasında zihinsel (bilişsel) mekanizmaların önemine vurgu yapmaktadır.
Genel olarak, bilişsel psikoloji ve ortaklık kurduğu diğer disiplinler ile algıdan belleğe, zihinsel temsilden bilince kadar birçok olguyu incelemekte ve biliş hakkında genel açıklamalar yapmaktadır. Bundan sonra bu olgular kısaca ele alınacaktır.
Öğle yemeği için bir lokantada olduğunuzu düşünün. Gözlerinizde etrafınızdaki objelere veya menüde yazılanlara direkt tepki verecek şekilde araçlar yoktur. Gözün retinasında sadece ve sadece ışığa tepki veren mekanizmalar vardır. Dolayısıyla objeleri veya menüdeki yazıları dolaysız olarak duyumsayamazsınız. Beyin çevrenizdeki uyaranlardan yansıyarak retina üzerine düşen ışığı sembollere dönüştürerek temsil etmektedir. Bu temsiller bellek sisteminden geri getirme işlemi ile kelimeleri ve anlamları ortaya çıkartmaktadır. Ayrıca menüde yazılanlardan bir anlam çıkartmak için dil ve sentaks bilgisine de gereksinim vardır. Elbette, yapılanlar sadece bunlardan ibaret değildir. Servis elemanının söylediklerine dikkatinizi verip etrafınızdaki diğer sesleri veya konuşmaları filtre edersiniz. Yine servis elemanı ile yaptığınız görüşme sonrasında belki düşünmek ve değerlendirme yapmak için biraz süre isteyip hangi yemek veya yemekleri yiyeceğinize karar verirsiniz. Bu olay algılamadan anlamaya, hatırlamadan karar vermeye birçok bilişsel süreci kapsamaktadır.
İnsanların nasıl algıladığını, nasıl öğrendiğini, nasıl hatırladığını ve nasıl düşündüğünü inceleyen bilişsel psikoloji, psikolojinin diğer bilim dallarında olduğu gibi bazı temel varsayımları içermektedir. Bunlardan ilki insan beyninin temel işlevinin bilgiişlem olmasıdır. Bilgiişlem dış dünyanın temsili veya sembolik dönüşümü veya manipülasyonu olarak ifade edilmektedir. İkinci olarak insan beyni hem yapı hem de kaynak açısından sınırlı kapasite kullanımına sahiptir. Üçüncü olarak da bilgi işlem süreci aktiftir. Bilgi işleme sırasında daha önceden kazanılmış yaşantılar, deneyimler veya beceriler yeni algılanan uyaranları etkiler. Bu da onların davranış veya tepkilerine yansır. Bir başka deyişle davranışlar aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya işlemler neticesinde meydana gelmektedir. Aşağıdan yukarı ya çevresel bir girdi ile başlar ve biliş sistemi içinde çeşitli aşamalardan geçen bir yolculuk yapar. Yukarıdan aşağıya işlem ise yüksek seviyedeki bilişsel faktörlerin (amaç, eğilim, bilgi, beklenti vb) daha aşağıda meydan gelen işlemleri etkilemesidir.
Bilişsel psikoloji işlevselcilikten oldukça etkilenmiştir. Çünkü bilişsel psikoloji zihinsel işlemlerin işlevsel olduğunu varsayar. Zihinsel işlemler girdinin (uyaran) çıktıya dönüşmesini (davranış) sağlamaktadır. Zihin ile beyin arasındaki ilişki bilgisayardaki donanım ve yazılım arasındaki ilişkiye benzetilir. Bu nedenle insan düşünce ve davranışlarının incelenmesinin en verimli ve anlaşılabilir yolu beynin yazılımı olan zihni çalışmaktır. Öte yandan, materyalist bakış açısı zihin ve beyni aynı olarak kabul eder ve bundan dolayı düşünce ve davranışın beyindeki nöral faaliyetler sonucu oluşması nedeniyle beynin incelenmesinin aynı zamanda zihnin incelenmesi anlamına geldiğini varsaymaktadır.
İşlevselci yaklaşım insan davranışını bilgi işlem ve zihinsel işlevler kapsamında açıklarken materyalist yaklaşım zihinsel süreç ve faaliyetleri nöroanatomi ve nörokimya kapsamında ele alır. Hangi yaklaşımın seçildiği ise daha çok sorulan sorunun türü ve içeriğine bağlıdır. Örneğin, bellek bir yandan geri getirme ve tekrarlama gibi süreçler açısından ele alınırken diğer bir açıdan da kimyasal ileticiler ya da sinaptik işlevler bakımından incelenmektedir. Geri getirme ile tekrar süreçleri bilişsel açıklama biçimini oluştururken kimyasal ileticiler ve sinaptik duyarlılık biyolojik açıklama bakış açısını meydana getirmektedir.
Bilişsel Psikolojinin Kısa Tarihi
İnsan doğayı anlamak adına sorular sormaktadır. Bu sorular ise çoğunlukla varsayımlara dayanmaktadır. Modern bilişsel psikolojinin varsayımlarını daha iyi anlamak için düşünce tarihinde kısa bir yolculuk yapmak gerekmektedir. Eski yunan düşüncesinde dünya olaylarının tahmin edildiği, insanların fiziksel dünyanın bir parçası olduğu ve insan davranışlarının diğer doğa olayları ile ilişkili olduğu varsayımları yatmaktaydı. Bu varsayımlar şu anda bize sıradan gelse de o zaman için devrimci bir nitelik taşımaktaydılar. Rönesans öncesinde düşünürler insan davranışlarından ziyade sosyal ve dini olgulara ilgi duymuşlardır. Rönesans dönemi ile bilimsel yöntem araştırmalarda öncelikli olarak kullanılmaya başlanmıştır. Buna rağmen insan ve insan davranışlarının çalışılmasında gecikme olmuştur. Bunun nedeni ise insanın çok karmaşık bir canlı olduğu varsayımıdır. Bilim insanları insan ve insan davranışlarını tahmin edilemez bir bakış açısıyla ele aldıklarından bunların incelenmesinin de neredeyse olanaksız olduğunu düşünmüşlerdir. Deterministçi etkilerin görülmediği bu dönemde felsefeciler düşüncenin kökeni ekseninde ve özellikle kalıtım ve çevre karşıtlığı kapsamında bellek ve algıyı tartışmışlardır. Ancak bu tartışmalar gözlem ve deneye dayanmamıştır.
Gözlem ve deneye dayanan ilk çalışmalar ise Wilhelm Wundtun 1879 yılında Almanyanın Leipzig şehrinde ilk deneysel psikoloji laboratuarını kurması ile başlar. Bu laboratuarda Wundt ve arkadaşları içebakış yöntemini kullanarak deneyimli katılımcılarla bilincin elementlerini araştıran deneyler yapmıştır. Wundt bu deneylerde katılımcıların duygu durumlarını, objelerin nasıl ifade edildiklerini araştırmıştır. Yapısalcılığın ilk adımlarının atıldığı bu yıllar zamanın ruhunu da psikolojide yansıtmaktadır. Madde ve onu oluşturan elementlerin incelendiği bu yıllarda Wundt ve arkadaşları da zihnin elementlerini bir başka deyişle yapı taşlarını yani atomlarını incelemişlerdir.
Amerika Birleşik Devletlerinde William James zihnin çalışma prensiplerine zihnin işlevleri açısından bakmıştır. 1900lü yılların başında davranışçılığın ön plana çıktığı ve davranışın çalışılmasının ötesinde hiçbir şeyin psikolojide yeri olmadığı vurgulanmıştır. Bu arada Geştalt Okulu hem Avrupada hem de Amerika Birleşik Devletlerinde indirgemeciliğe karşı bir tavır sergilemiş ve bütünün onu oluşturan parçalardan farklı olduğu ana fikri ile hem davranışçılık hem de yapısalcılık ekollerine eleştiriler getirmiştir. Daha sonraki yıllarda nadir çalışmalar görülmekle birlikte 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında sinyal işleme, bilgi kodlama ve iletişim üzerine yapılan çalışmalar bilişsel psikolojinin doğmasında çok önemli etkiler yapmıştır. Shannon 1948de bilgi kuramı başlıklı bir makale yayımlamıştır. Bu makalede iletişimin bilgiyi temsil eden verilerin dönüştürüldüğü aşamalardan geçerek meydana geldiğini ifade eder. Bu bilgi kuramı insandaki algı ve bellek sistemlerinin de aynı temelde çalıştığını önermektedir: çevremizdeki uyaranlar duyu sistemlerindeki alıcı hücreler (sinir sisteminde farklı fiziksel uyaranları yakalamak için özelleşmiş nöronlar) ile sisteme giriş yapar, sonrasında değişik algısal aşamalarda analiz edilir ve oluşturulan çıktı bellek sistemine gönderilir. Bu yaklaşım bilişsel psikolojiye can verip yönlendiren ve önemli bir değerler dizisi (paradigma) olan bilgi-işlem yaklaşımının başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
Bilgi işlem modelinin ilk uygulamalarından biri Donald Broadbent tarafından algı ve iletişim konusunda ortaya konmuştur. Donald Broadbent 1958de yazdığı Algı ve İletişim (Perception and Communication) adlı kitabında, dikkatin bilgi işleme sisteminin sınırlı kapasitesinin sonucu olduğu ve bunun sonucu olarak da filtreleme mekanizmasının bulunduğu fikrini ileri sürmüştür. Ona göre insanlar bilgilere seçici biçimde yaklaşmakta ve eş zamanlı algılarda bir algının bazı bölümleri yakalanırken diğer bölümleri filtrelenmektedir.
Bilgi işlem modeli ile ilgili olarak bir diğer uygulama George Miller (1956) tarafından önerilen ve 7±2 olarak da ifade edilen kısa süreli bellek için depolama modelidir. Bu model kısa süreli belleğin sınırlı bir kapasitesinin var olduğunu öne sürer. Ancak bu sınırlı kapasite bilgi miktarı ile (bit) çok az ilişkilidir. Çünkü kümeleme yöntemi ile bu kısıtlılık aşılmakta ve genişletilmektedir.
Aynı yıllarda Chomsky (1956), çocukların doğuştan gelen zihinsel dilbilgisine sahip olduğunu ve bunun da dil öğrenme için bir temel oluşturduğunu öne sürmüştür. Chomsky bir dilin öğrenilmesinde davranışçıların ileri sürdükleri uyarantepki öğrenme yaklaşımına karşı çıkarak insan dilinin anlaşılmasında zihinsel (bilişsel) mekanizmaların önemine vurgu yapmaktadır.
Genel olarak, bilişsel psikoloji ve ortaklık kurduğu diğer disiplinler ile algıdan belleğe, zihinsel temsilden bilince kadar birçok olguyu incelemekte ve biliş hakkında genel açıklamalar yapmaktadır. Bundan sonra bu olgular kısaca ele alınacaktır.