Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

Bilim Adamı ve Psikologların Ruhun Ölümsüzlüğü Hakkında Yorumları

Leia

MFC Üyesi
Konum
  • Üyelik Tarihi
    4 Ara 2012
  • Mesajlar
    1,166
  • MFC Puanı
    55
Ölümsüzlük ve Ruh Hakkında
Tekrardoğuş konusuna doğrudan değinmeseler de aşağıdaki parçaların bir tekrardoğuş derlemesine uygun oldukları söylenebilir. Bir kez kalıcı bir egonun varlığı kabul edildiğinde, bir tekrardoğuş kuramının denklemleştirilmesi hiç de zor değildir. Egonun ölüm sonrasında bir yerlerde yaşaması ve doğanın bilinen düzenine göre, güçlerini ifade edip başkalarıyla iletişim kurabileceği araca sahip olması gerekir. "Ruhun ölümsüzlüğü, ister burada ister başka bir yerde olsun, bedenlenmeyi gerektirir; bedenlenme de tekrardoğuş demektir." Albert Einstein-(1879-1955)
Bana şuurlu hayatın esrarını tasavvur etmek yetiyor; bu kendini bütün ebediyet boyunca devam ettiren bir şey. Evrenin şahane düzeni hakkında düşünüyorum, biz o kadar az kısmını anlayabiliyoruz ki tabiatta tezahür eden zekânın sonsuz derecede küçük bir kısmını dahi idrak edebilmek için mütevazı bir çaba sarf ediyorum. The Autobiography of Robert A. Millikan (Robert A. Millikan'ın Otobiyografisi)Tecrübe edebileceğimiz en güzel ve en derin heyecan, mistik hissiyattır. Bütün hakikî bilimlerin tohumlarını eken şey budur. Bu heyecana yabancı olan kişi, ne arar ne de vecde gelir; yaşasa da ölse de birdir. Bizim için nüfuz edilmez olanın hakikaten var olduğunu; kendini, bizim soluk kabiliyetlerimizin ancak en ilkel biçimlerini idrak edebildiği en yüce bilgelik ve en ışıltılı güzellik olarak ifade ettiğini bilmek; hakikî dindarlığın merkezî hissiyatı, işte bu bilgidir. The Universe and Dr. Einstein (Evren ve Einstein) Lincorn BarnettKozmik dinî hissiyatın, bilimsel araştırmanın en kuvvetli ve en asil şevk kuvveti olduğu kanaatindeyim. Bir çağdaşım, çağımızın yegâne derin biçimde dindar kişilerinin, ciddî bilim ameleleri olduğunu söylediğinde hiç de yanılmamış.
The World as I see It (Benim Bakış Açımdan Dünya)

Alexis Carrel (1873-1944)
Ruh, bizim, tabiatımızın belirleyici özelliği olan ve insanı diğer hayvanlardan ayıran tarafımızdır. Bu aşina ve derinlemesine esrarlı kavramı tarif edemiyoruz. Düşünce dediğimiz, ölçülebilir miktarda kimyasal enerji tüketmeden derinliklerimizde yaşayan şu tuhaf varlık da ne? Enerjinin bilinen biçimleriyle bir alâkası mevcut mu? Fizikçilerin bilemedikleri bir biçimde, fakat ışıktan bile daha mühim olmak üzere, evrenimizin bir yapı taşı olabilir mi?
Zihin, canlı maddenin içinde saklıdır. Fizyologlar ve ekonomistler onu görmezden gelirler. Halbuki, bu dünyanın en kudretli gücüdür. Ona madde dışı bir varlık muamelesi mi yapacağız; uzay ve zamanın dışına yerleşmiş de kozmik evrenin boyutları dışında seyrediyor ve bilinmeyen bir biçimde kendini beyinlerimize zerk ediyor. Tezahürünün vazgeçilmez şartları ve karakteristiklerinin belirleyici etkenleri neler?
Zihnimiz, günün bilimsel ya da felsefî çerçevesine uymayan şeyleri bir yana atmak gibi doğal bir eğilime sahip. Neticede, bilim adamları da birer beşer. Onlar da çevrenin ve çağın önyargılarıyla tıka basa doldurulmuşlar. Geçerli kuramlarla açıklanamayan olguların var olmadığına canı gönülden inanıyorlar... Bugün için, bilim adamları telepati ya da metafizik fenomenlerin yanılsama olduklarını düşünüyorlar. Geleneksel çizginin dışında kalan açık olaylar derhal bastırılıyor... İnsanı çok daha iyi anlamamızı sağlayabilecek şeylerin envanteri yarım bırakılmış. O hâlde, kendimizi bütün cephelerimizle yeniden tarafsız bir gözleme tâbi tutmaktan, hiçbir şeyi ihmal etmeden gördüklerimizi olduğu gibi betimlemekten başka çare yok. Man, The Unknown (İnsan, Yani Bilinmeyen)

Heber D. Curtis (1872-1942)
Astrofizik Uzmanı
Handel'in "Largo"suna, Keats'in "Ode To a Grecian Urn" (Bir Grek Çömleği için Şiir)'ine ve yüksek etik şaheserlere, bir grup hidrokarbon molekülünün kimyasal etkileşiminin yan ürünleri olarak bakmayı, kendi adıma imkânsız buluyorum. Enerji, madde, uzay ve zaman, her şey ve her şey sürekliyken, kaybolan ya da ziyan edilen hiçbir şey yokken; sona eren, biten, üç otuzumuza merdiven dayadığımızda iptal edilen yegâne tezahür olmaya talip, kala kala bir biz miyiz?
Şuursuzca insan ruhu deyip geçtiğimiz şey, şimdi yeni bileşikler tasarlıyor, kimyasal etki yasalarıyla oynuyor, atom kuvvetlerini yönlendiriyor, dünyanın çehresini değiştiriyor, yeni biçimlere hayat veriyor, milyonlarca hayvan ve bitkinin yaşamını da ellerinden alıyor. Burada kendi yalımlarını denetleyen bir alev söz konusu; bu öyle bir yaratıcı ruh ki, makul olarak denetlediği süreklilikten daha az olması mümkün değil. Bu "şey", can, zihin ya da ruhun, bir istisna olmaması gerek. Henüz tanımlamayı başaramıyorsak da, bir biçimde, o da sürekliliğe sahip olmalı. Los Angeles Times, 31 Aralık 1926

Thomas H. Huxley (1825-1895)
Biyolog
Maddeye en katı bilimsel bir açıdan bakacak olursak, sonsuz uzaya dağılmış milyonlarca dünya boyunca zeki hayatın olmaması gerektiği şeklinde bir kabulle karşılaşıyoruz. İnsan için hamam böceği neyse, evren için de insanın hükmü ancak o kadarcık. Hiçbir varlık kendisinden kat be kat büyük tabiatın akışını etkileyecek kudretlerle donatılmamıştır. Onun için bu gibi fikirler bana sadece temelsiz değil, aynı zamanda küstahça da geliyor. Bilineni tekrarlamanın bir adım bile ötesine geçmeden, kozmosa artan ölçekte antiteler atamak, kolay iş!
Materyalizmin evrende madde ve kuvvetten başka bir şey olmadığını söyleyen temel ilkesini anlıyorum...Kraft und Stoff -kuvvet ve madde-, varoluşun Alfa ve Omegası gibi boy gösteriyorlar... Bu fikre katılmayanlar da, baskıların en bağnazı tarafından, delilik ve ikiyüzlülükle suçlananlara ayrılmış Cehenneme mahkûm ediliyorlar. İşte tüm bunlara kesinlikle inanmıyorum... Evrende üçüncü bir şey var, tanıklık ediyor, şuur o... ki, madde veya kuvvet olduğunu hiç sanmıyorum; bunların akla uygun bir dönüşümü de değil...
Nedensellik yasasının evrenselliği aksiyonundan yola çıkan doğa araştırmacısı, ebedî bir varoluşu kabulden kaçınamıyor; enerjinin korunumunu kabul edecek olsa, ebedî bir enerji olanağını reddedemiyor; şuur formunda madde dışı varoluşu kabul etse, bu çeşit fenomenlerin ebedî bir serisinden nasıl başını alabilecek? Essays Upon Some Controverted Questions (Bazı Tartışmalı Meseleler Hakkında Denemeler)

Max Planck (1858-1947)
Fizikçi
Zihin ve maddenin sınırsız dünyasında öyle tek bir nokta var ki, orada bilim ve dolayısıyla hiçbir nedensel araştırma yöntemi uygulanamıyor; ne pratik ne de mantıksal, hiçbir temelde çalışılamıyor ve hep de uygulama dışı kalacak. Bu nokta, bireysel egodur. Varlığın evrensel kapasitesinde küçücük bir noktadır ama kendi içinde başlı başına bir dünyadır; bütün his hayatımızı, irade ve düşüncelerimizi kucaklar. Egonun bu alanı, hem en derin ıstırapların hem de en yüce mutlulukların kaynağıdır. Bu alandan öteye, kaderin hiçbir haricî gücü müdahale edemez...
Dinle bilim arasında gerçek bir karşıtlık olması mümkün değildir; çünki bu ikisi, birbirleri için tamamlayıcıdırlar. İnsan ruhunun bütün kuvvetleri tam bir denge ve uyum içinde çalışacaklarsa, insan tabiatındaki dinsel öğenin kabul edilip yüreklendirilmesi gerektiğini, ciddî ve aklıselim sahibi her kişi bilir. Bütün çağların en büyük düşünürlerinin aynı zamanda hep dindar kişiler olması hiç de rastlantı değildir; onlar dinî hislerini teşhir etmeseler de bu bilinen bir şeydir... Bilgide katedilen her küçük mesafe bizi kendi varlığımızın esrarıyla yüz yüze bırakıyor. Where Is Science Going? (Bilim Nereye Gidiyor?)

Erwin Schrödinger (1887-1961)
Fizikçi, 1933 Nobel Ödülü Sahibi
1 - Bedenim, Tabiat Yasalarına uygun katışıksız bir mekanizma gibi işliyor.
2 - İnkâr edilemez doğrudan tecrübeyle, şunu da biliyorum, hareketlerini ben yönlendiriyorum, etkilerini önceden görebildiğim şeyler bunlar; ve bu onların kaderini değiştirebilir, çok mühimdir; bu durumda, tüm mesuliyeti hissedip sahiplenmem gerekiyor.

Bu iki bulguyu biraraya getirmenin tek yolu, bence, "Ben"in -kelimeyi en geniş anlamda kullanıyorum, yani, "Ben" diye konuşmuş ya da hissetmiş her şuurlu zihni kastediyorum- öznesi benim, tabiî Doğa Yasalarına uygun olarak "atomların hareketini" denetleyen öyle birileri mevcutsa... Bu görüş, kendi adına yeni bir şey değil... ATMAN BRAHMAN eşitliği, ilk büyük Upanişadlar'dan itibaren Hint düşüncesinde vardı (kişisel benlik, her yerde var olan, her şeyi kapsayan ebedî benliğe eşittir); bu ifadenin küfürle falan alâkası yoktur, sadece dünyada işlerin nasıl yürüdüğü hakkındaki en derin görüşlerin özetinin özeti bir şeydir. Bütün Vedanta hocalarının yanıp tutuştuğu şey, gerçekte bütün düşüncelerin en muhteşemini zihinlerinde özümseyebilmekti. Şuurun çoğul olarak deneylendiği hiç olmadı, o hep tekildir... Şuur öyle bir tekil ifadedir ki çoğulu bilinmiyor...
Bu "Ben"i iyice inceleyecek olursanız, sanırım, sadece bir veriler toplamından (tecrübe ve anılar) biraz daha fazlası olduğunu göreceksiniz, yani bu verilerin üzerinde öbekleştiği bez (ya da zemin malzemesi) gibi bir şeydir... Uzak bir ülkede, bütün dostlarınızdan uzak düşseniz, yeni arkadaşlar edinebilirsiniz. Yeni hayatınızı yaşarken, eskisini hâlâ anımsayabilir olmanız giderek önemini kaybedecektir... Kaldı ki bu durumda ara vermeniz, mola almanız yani ölüm bile söz konusu olmamıştır. Becerikli bir ipnotizör, en erken hafıza ışıltılarınıza kadar, her şeyinize tecavüz etse bile, sizi öldürmüş olmaz. Hiçbir hâlde, yası tutulacak bir kişisel varoluş kaybı söz konusu değildir. Olmayacaktır da.
What Is Life? (Hayat Nedir?)

W. F. G. Swann (1884-1962)
Fizikçi, Bartol Araştırma Vakfının Eski Müdürü
(Aşağıdaki parçanın başlangıç kısmı için, Önsöze bakınız.)
Uzay ve zaman terimleriyle ifade edilmeyen bir antitenin katılımına o kadar da şaşırmamamız gerek. Sonuçta bu gibi şeylerden iyi ya da kötü diye bahsetmem mümkün; nerede olduklarını, ne zaman orada olduklarını belirtmek için x, y, z, t koordinatlarını kullanmak zorunda değilim.
Bu yeni antitenin, yaşayan nesnelerde kuvvetle baskın varlığını sürdürme modelinde önemli bir rol oynamasına da şaşırmam. Ona, üzerinde zaten sözleşilmiş ve bilimsel bir tartışmaya uygun olmayacak fazlaca sisli belirsizlikler ekleyecek bir isim vermek istemiyorum; bu onun potansiyelini sınırlamaktan başka işe yaramaz. Bu nedenle "ruh" demeyeceğim. Bir kelime işe yarayacaksa, sorumluluklarından uzaklara, gösterişli cümlelerin ardına saklanmamalı, işlevleri ve çalışma biçimi iyiden iyiye tanımlanmış olmalı.Geleneksel bilim tarafından şüpheci eleştiri süreçlerine sokulacak olması da doğal. Materyalistik alanda ondan önce pek çok kavram aynı yollardan geçti.
İnsanlık tarihinde, azınlık temsilcileri hep olduysa da, uzun süre herkesin kabul ettiğiyle sadece küçük bir azınlığın kabul ettiği arasındaki sınır bölgesinde kalmış bazı fenomenlerde önemli bir rol oynayacağını umuyorum. Duyular dışı algı, insanın ölümsüzlüğünün önemi, durugörü ve tuhaf fenomenler gibi şeyleri kastediyorum. Bir de, evrenimizin plânlı bir tasarım dediğimiz bir şeyler sergilediği bahsi var. Bir plânlayan var mıdır şeklindeki muğlak tartışmaya girsek ya da girmesek, bu önermeyle ne kastettiğimizi belirtsek ya da belirtmesek de, bu böyle. "The Living & the Dead" (Yaşayanlar ve Ölüler) Saturday Review, 4 Haziran 1960[24 Mart 1957 tarihli New York Times Gazetesi, Dr. Swann'in bir başka konferansım yayınlamıştı:]
Zaman içinde, on ile on iki milyar yıl sonra, güneşteki hidrojen yakıtı tükenmiş olacak ve güneş soğumaya başlayacak. Belki soğuk, ölü bir yıldıza, son derece yoğun, cansız parçalardan oluşan bir kütleye dönüşecek. Bilimsel kanıtların gösterdiğine göre, güneşi bekleyen yazgı, bir bütün olarak evrenin de başında. Gene de, kozmosu böyle bir kaderin beklediği konusunda şüpheleri olan bilim adamlarına da bazen rastlanıyor. Bartol Araştırma Kurumu müdürü ve ülkenin önde gelen fizikçilerinden Prof. W. F. G. Swann'ın bağlı bulunduğu Franklin Enstitüsünde yaptığı konuşma da buna örnek teşkil ediyor.
Evrene şöyle bir bakarsak, diyor Dr. Swann, bu düzeyde yaşlı belli yıldızlar görüyoruz. Öyle görünüyor ki, on on iki milyar yıl sonra, "sadece şanlı bir geçmişin kalıntılarıyla karşılaşmayı düşünebiliriz; belki de evren artık yaşam ya da etkinlik potansiyeli barındırmayan kocaman bir mezarlığa dönüşecek."
"Manzara," diye devam ediyor, "hayli bunaltıcı. İnsan, herhangi bir hedefe hizmet ediyor mu diye sormadan edemiyor. Amaç gerçekten de on beş milyar yıllık bir gösteri yaratmak mıydı?...Gerçekten de, başarısızlığın itirafı gibi bir şey olmaktan öte sıfıra sıfır bir sonla mı karşı karşıyayız? Yoksa Titanlar dönemi sadece başka bir şeylerin bir bölümünden mi ibaretti? Öyle bir şey ki henüz kendini açığa vurmamış yaratıklarına, insan ve benzerlerine, maddî görüntünün parçası olanlara henüz kendini bütünüyle vermemiş..."
"Yoksa maddî evren sadece, içinden çok da güzel bir yapının doğduğu ya da doğacağı bir kozadan mı ibaret; öyle bir yapı ki burada ruh dediğimiz şeyden bahsediyoruz; bunlar, belki de doğum savaşlarını vermişler ve ölümün artık mücadelenin kaçınılmaz sonucu olmadığı spiritüel bir dünya oluşturmakla meşguller..."
"Eğer mesele buysa, biz de, etrafımızda gördüğümüz her şeyin, içindeki büyük kürenin ve üzerindeki her şeyin de eriyeceği, havaya karışmaya mahkûm bir vizyondan başka bir şey olmadığını söylerek, Avonlu ozanlara katılabiliriz. Ama burada, yazarların geride tek bir çubuk bile kalmayacağı şeklinde fikirlerine katılmak yerine, biz geriye bir şeyler, üstelik çok gerçek bir şeyler kalacağını düşünüyoruz; bu şey, ölümlü hayatlarımızdan büyük ölçüde saklanmış ve onu doğuran maddî evren öldüğü zaman, nihaî gerçek olarak kalacak."

Sir Charles S. Sherrington (1861-1952)
Nörofizyolojinin Babası, 1932 Nobel Ödülü Sahibi
Zihin, algının kavrayabildiği yere kadar uzaysal dünyamızda bir hayaletten bile daha hayaletçe gidebiliyor. Görünmez, elle tutulmaz olduğu için duyusal bir onay gerektirmiyor, gerektirmeyecek de. Çıplaklığa indirgendiğinde, kendisinden başka bir şey kalmıyor. Peki, bu kendisi ne oluyor? Hayatta değerli olan her şey. Arzu, istek, doğruluk, sevgi, bilgi... Man on His Nature (Kendi Doğasındaki İnsan) Gifford Lectures 1937-1938

W. Grey Walter (1910- ?)
Dr. Walter "beyin dalgalan" konusunda kesin bir otoritedir; The Living Brain (Yaşayan Beyin) adlı bir kitabı vardır. Kendisi, insan zihninin sadece beyin vasıtasıyla yaşamadığını söylemektedir. Beyne ait araştırmalar konusunda Sir Charles Sherrington'un takipçisi olan Dr. Walter, yapılacak hiçbir araştırmanın, zihnin bütün esrarlı güçlerini, bildik fizik yasaların terimleriyle açıklamaya yetmeyeceğinden emindir. Yazar, beyin dalgalarını ölçen aletlerin yapılmasıyla bazı tez canlı fizyologların yakında "zihin" ve "ruh" kelimelerini bir yana atabileceklerini zannetiğini kaydeder. Oysa DDA fenomenleri, kendimizi ne kadar zorlarsak zorlayalım, beyin dalgaları terimleriyle açıklanamamaktadır. Sonuçta, beyin hakkındaki bilgimiz arttıkça, beynin insanın tümü olduğunu düşünmekte de zorlanmaya başlıyoruz.Dr. Walter şöyle diyor:
İnsanın geçmişinde, çok erken tarihlerden itibaren, beyin, tahayyül, hesaplama ve tahmin gibi melekelerin mekanizmasını ele almış olmalı... Bu mantal denetimlerin işleyişi beynin içinde elektriksel döngüler meydana getirdiği için kaydedilebiliyor.Ancak, elektriksel yükleri on milyon ya da daha fazla yükselten en duyarlı aletlerimiz bile, başka hayvanlarda bu yüksek fonksiyonların ancak yalıtılmış ve kesintili işaretlerini kaydedebiliyor.
Sonuçta, insanla maymunun beyin mekanizmaları arasında, kökenle ilgili en eski yüzeysel fiziksel farklılıklara göre, çok ve çok daha derin fizyolojik ayrımlar mevcut. Burada söz konusu yüksek fonksiyonlara ruh diyecek olursak, diğer hayvanların, insan karşısında sadece çok soluk bir parıltıya sahip olabildiklerini kabul etmek gerekiyor. The Living Brain (Yaşayan Beyin)

Sir Francis Walshe
Nörolog
Sadece fizyolojik ve felsefî bir gereklilik nedeniyle, ilk Greklerden Aquinas'a kadar, geleneksel sağduyu, insanda maddî olmayan temel bir öğenin varlığını kabul ediyor... Bu, insanı, sadece hayvan olmaktan öteye yerleştiriyor. Bu öğeye psişe ya da ruh adları verilmiş.
Ruhun hylomorphic insan kişiliğinde temel bir öğe olarak işleyebilmesi için duyusal verilere gerek duyduğunu da belirtmek gerekiyor. Beynin, bu amaçla bir toplama, bütünleştirme ve dağıtım mekanizması bulunuyor. Gene de, bir aleti kullanıcısıyla eşkoşmak, kullanıcı alete ne kadar bağımlı olursa olsun çocukça oluyor. Eski ruh kavramını yeniden kabul etmek zorundayız: Ruh, insan kişiliğinin madde dışı, beden dışı bir parçası. Buna karşın, insanın ilâve bir cephesi değil; insanin onsuz bir insan kişiliği olamıyor. Bu nedenle ki insan tabiatının bütüncül bir parçası...
Çağımızla ilgili düşündürücü saptamalardan biri de, kendi ürettiği soyutlamaları yerine oturtmayla ilgili başarısızlığıdır. Bu da, doğa bilimlerinin metafizikten kopmasının kaçınılmaz bir sonucudur ki, on dokuzuncu yüzyılın içi boş zaferleriyle bugüne gelinmiştir... Bana göre insan zihniyle ilgili fiziko-matematik kavramlar, hiç de dahil olmak istemediğim, bulanık çöküş devri ifadeleri gibiler. Bu, İnsanın soyluluğuna yakışmaz. Bu hiç de bilimsel bir tavır değil diye itiraz edenler olursa, kılımı bile kıpırdatmam. Çünki kendi söylem sığası dışında "bilim" sözcüğü beni hiç mi hiç tedirgin etmiyor. İnsan bilim için değildir, bilim insan içindir; kendi yarattıklarından daha yoğun ve daha büyük kalmayı sürdüren, neticede, insan. "Thoughts upon the Equation of Mind with Brain" (Beyinle İlgili Olarak Zihin Denklemi Üzerine Düşünceler) Brain-A Journal of Neurology, Mart 1953

Erich Fromm (1900-1980)
Psikanalist
Akademik psikoloji, doğa bilimleri ve tartma, sayma gibi lâboratuvar yöntemlerine özendikçe, ruhtan başka her şeyle ilgilenir oldu. İnsanın lâboratuvarda gözlenebilecek kısımlarını anlamaya çalıştı ve vicdan, değer yargıları, iyi kötü bilgisi gibi şeylerin metafizik kavramlar olduğunu, psikoloji meselelerinin dışında kaldığını ileri sürdü. İnsanın gerçekten önemli meselelerini incelemek için yeni yöntemler geliştirecek yerde, alışılmış bilimsel metotlara denk düşen ehemmiyetsiz sorunlarla alâkadar oldu. Böylece psikoloji, kendi esas konusunu, ruhun eksikliğini yaşayan bir bilim hâline geldi... Eski Mısır'da, rahipler "ruh hekimleriydiler", Greklerde bu rolü kısmen de olsa düşünürler üstlendiler. Ruh kelimesinin yüksek insan güçlerini de (sevgi, akıl, vicdan, değerler) içeren çağrışımları da olduğu için, burada ve bütün bölümlerde "psişe" ya da "zihin" kelimeleri yerine ruhu kullanmayı tercih ediyorum.
Psychoanalysis and Religion (Psikanaliz ve Din)
Hayat, biyolojik cepheleriyle, bir mucize ve bir sırdır. İnsan da tüm beşerî yönleriyle fethedilemez bir sırdır. Kendi varlığımızın ya da bir başkasının varlığının derinlerine indikçe, tam bilgi amacımız da bizden uzaklaşıverir. Gene de, insan ruhunun sırlarına, "o"nun çekirdeğine nüfuz etme isteğimizi bastıramayız... Psikoloji bize insamn ne olmadığını gösterebilir. Bize, insanın, her birimizin ne olduğumuzu söyleyemez. İnsan ruhu, her bireyin temel çekirdeği, asla yeterince ele alınıp betimlenemeyecektir. "Man is Not a Thing" (İnsan Nesne Değildir) Saturday Review, 16 Mart 1957

Carl G. Jung (1875- 1961)
Psikiyatrist
Güneş sistemiyle ilgili yanılgılarımızın Kopernik tarzı önyargılardan kurtarılması nasıl gerekliyse, psikolojiyi kurtarmak için de adamakıllı devrimci bazı gayretlere girişmek gerekiyor... Çünki burada da psişeyle ilgili önyargılar var; bir yandan, beyindeki biyokimyasal bir sürecin epifenomeni (*) olarak tanımlanıyor; diğer taraftan yanına yaklaşılmaz, yenilenmiş madde gibi. Beyinle olan bağlantısı, psişenin, bir epifenomen, biyokimyasal süreçlere nedensel biçimde bağımlı ikincil bir işlev olduğunu kanıtlamaya yetmiyor...
(*) Epifenomen: Zihinsel veya ruhsal olayların mekanik beyin süreçlerinin yan ürünü olması durumu.Parapsikoloji olgusu... psişik ve fiziksel fenomenler arasında saf ve sabırsız açıklamalarımıza kuşkuyla yaklaşan psişik faktörler vasıtasıyla, uzay ve zamanı izafîleştirme eğilimlerimize dikkat çekiyor, bizi uyarıyor, kişiler parapsikolojik bulguları bu yüzden derhal reddetme yoluna gidiyorlar. Nedenleri, felsefî gerekçeler ya da entelektüel tembellik. Buna bilimsel açıdan mesuliyetli bir tavır diyebilmek çok zor. Hayli sıra dışı entelektüel sorunlardan kaçınmanın popüler bir yolu bu olmakla beraber, böyle psişik bir fenomeni değerlendirebilmek için, beraberinde taşıdığı diğer fenomenleri de hesaba katmak gerekiyor. Ve neticede, şuurdışının ya da parapsikolojinin varlığını reddeden bir psikoloji uygulaması artık mümkün değil.
Beynin yapısı ve fizyolojisi, psişik proseslere hiçbir açıklama getirmiyor. Psişenin öyle kendine has bir doğası var ki, başkaca hiçbir şeye indirgenemiyor.
The Undiscovered Self (Keşfedilmemiş Benlik)
J. B. Rhine (1895-1980)
Duke Üniversitesi, Parapsikoloji Lâboratuvarı Yöneticisi
Haberci rüyalarla başlatılan bilimsel testler, insan zihniyle ilgili yeni bir gerçeğin açığa çıkmasını sağladılar; bu öyle radikal bir keşif ki, temel insan düşüncesinde gerçek bir devrimi gerektiriyor. Belki de bu konudaki en mühim bilimsel bulgu şu şekilde: Artık insan kişiliğinde, maddenin uzay ve zamanının sınırlayamadığı bir cephenin varlığı biliniyor. Yani bu fizik-dışı ya da spiritüel bir cephe. Sınırları ve kapasitesi, bizim bugünkü idrak gücümüzün çok ötesinde olabilir.
"Do Dreams Come True?" (Rüyalar Gerçek Olur mu?) Reader's Digest, Mart 1955
Bugüne dek hem din hem de parapsikoloji tarafından kabul edilmiş en kapsamlı temelin ruhun varlığını sürdürmesi olduğu söylenebilir. Mesele şu; insan kişiliğinde bedensel organizmanın ölümünden sonra da fiilen varlığını devam ettiren bir şey var mı?... Psi vakalarının sağlam bir temele oturtulmuş olması, ruhun varlığını sürdürmesiyle ilgili bu soruna çok önemli uygulamaya yönelik bir ilke kazandırdı. Fizik yasaların baş edemediği bazı kanıtlar bulunmasaydı, insan ve yaşayan dünyanın mekanikçi yorumlamalarının sınırlan dışına taşmamış olsaydı, ruhun varlığını sürdürmesi meselesini daha fazla irdelemenin de bir anlamı olmazdı. What Next in Parapsychology? (Parapsikolojide Bundan Sonra Neler Olabilir?) Beyond Five Senses (Beş Duyunun Ötesi) Eileen Garrett, J. B. Lippincott
Duyular dışı algı ve psikokinetik araştırmalarda, insan zihnine özgü ve fiziğe karşıt bir çeşit yasallaşmanın giderek belirginleştiği gözleniyor. Bu araştırmalar olmasaydı ve sadece biyolojik bilimlerin olgularıyla devam etseydik, ne çeşit bir ölümsüzlük tasarlayabilirdik, bilmiyorum. Kişiliğin, beynin baskın ya da beyin merkezli oluşu açılarından ele alınması, buna imkân tanımazdı. Bu görüşte beyin, insanın öncelikli ve baskın merkezi olarak düşünülür. Oysa psişe bir kuvvet ve başlı başına bir faktörse, özellikle fizik dışı yasa ve yöntemleri varsa, ruhun varlığını sürdürmesi hipotezi en azından mantıksal bir şansa sahip olur.
Eğer zihin, fiziksel beyin sisteminden farklıysa, yazgısı da farklı olabilir; belki de bağımsız, ayrılabilir, temel bir yapısı vardır. Bu sade ihtimal düzeyi, elbette olasılıkla karıştırılmamalıdır; ancak bu noktada, sadece mantıksal bir ihtimal bile başlı başına büyük önem taşır... O hâlde, duyusal, bedensel sistemimizin, içinde yaşayıp hareket etmek durumunda olduğu uzay ve zaman sınırlarının ötesinde işlerliği olan bazı zihinsel kapasitelerin keşfedilmesi, en azından kışkırtıcı değil midir? Burada, hiç kuşku yok ki "ufukta kara göründü" tipi bir durum vardır ve ruhun devamlılığı meselesini araştırmak her zamankinden çok daha hararetle istenip teşvik edilecek bir konu hâline gelir. New York Herald Tribmıe, Journal of Parapsychology, 27 Şubat 1944

William James (1842-1910)
Psikolog ve Filozof
[Mistisizm hakkında yazan ve H. P. Blavatsky'nin The Voice of the Silence (Sessizliğin Sesi) tercümesini esas alan pek çok alıntıya yer veren William James, Varieties of Religious Experience'da (Dinî Tecrübenin Çeşitliliği) şunları söylüyor:]
İnsan zihninde bu gibi şeylerin musallat olduğu bir sahil var; oradan anlayış faaliyetlerine karışan fısıltılar geliyor. Sonsuzluk okyanusunun suları, dalgalarım, kıyılarımızda yatan çakıl taşlarına gönderiyor gibi. Ebediyette zamana yer olmadığı, "ölümsüzlüğümüzün", ebediyen yaşayacaksak, hiç de gelecekte değil "bugün ve burada" olduğu doktrinini örnek alacak olursak, bu düşünce günümüzde bazı felsefî çevrelerde çok sık tekrarlanıyor; gücünü esrarlı derin sulardan gelen "Duy!" ya da "Amin" gibi nidalardan almakta. Mistik bölgelerin parolalarını duyduğumuzda hatırlıyoruz ancak bunları bizzat kullanamıyoruz. "Öncelikli parola" imtiyazı, sadece onun.
Alıntı​
 
Üst Alt