- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
(Epistemoloji Nedir?)
Tarihsel Bakış
Bilgi edinme, bilme ve öğrenme insanın en temel güdülerinden ve onu diğer canlılardan ayıran en temel özelliklerindendir. Bu güdüler, insanın ortaya çıkmasından itibaren her yerde ve her zamanda insanın aktivitelerini temelden etkilemiştir. Yani bilgi edinmenin, dolayısıyla da bilginin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir.
Felsefenin ilk ortaya çıktığı dönemlerde (M.Ö. 7. yüz yıl; Yunan düşüncesi) insanlar ilgilerini bilginin öznesine değil, nesnesine yoğunlaştırmışlardır. Bu da demektir ki felsefenin ilk dönemlerinde insanlar "bilen özne" ile değil de "bilginin konusu olan nesne" ile ilgilenmişlerdir.
Miletos Okulu'nun kurucusu olan Thales, her şeyin arkhesinin, yani ana maddesinin "su" olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Anaksimandros, her şeyin arkhesinin sonsuz ve sınırsız olan "aperion", Anaksimenes ise "hava" olduğunu söylemişlerdir.
İşte bunlar, nesne üzerine yoğunlaşan ve yorum yapan düşünce insanlarıdır.
Herakleitos, Parmenides, Demokritos ve Anaksagoras gibi ilk dönem Yunan filozofları bilginin imkanı, kaynağı, sınırları ve ölçütlerine ilişkin ilk soruları, şüpheleri ve tartışmaları ortaya çıkarmışlardır.
Sonuç olarak "bilgi" konusunun, felsefî düşüncenin gündemine gelmesi; sofistler, Sokrates ve onu takip eden Platon ve Aristoteles gibi büyük filozofların döneminde olmuştur.
Bilgi felsefesinin tarihsel gelişimine biraz göz gezdirdikten sonra, şimdi bilgi felsefesinin içeriğine değinilebilecektir.
Bilginin Kaynağı ve Ölçütleri Nelerdir?
Bilgi felsefesinin problemlerinden birisi de bilginin kaynağı ve ölçütleri problemidir. "Bilgi elde etmede zihin mi daha etkindir, yoksa zihnin dışarıdan aldığı veriler mi?" gibi sorular, bilgi teorisinin kaynak ve ölçüte ilişkin sorularından birisidir.
Bilgi edinme sürecinde insan, genel anlamda kendisinin 2 temel özelliğinden yola çıkarak hedefe varmaya çalışır. Bu özellikler; insan aklının düşünme ve duyuların algılayıp gözlemleyebilme yetisidir. İşte bilgi felsefesi tam da bu noktada, "bilgide bunlardan hangisinin rolü daha fazladır?" sorusunu sormaktadır.
Felsefe tarihine bakıldığında bu sorulara verilen cevapların, aklın kendi kendine bilgiyi elde ettiğinden, sadece duyular vasıtasıyla bilgi elde edilebileceğine kadar geniş bir yelpazeye yayıldığını görebilmek mümkündür.
Bütün bunların yanında bilginin elde edilmesinde duyuları ve zihni eşit değerde bulan, bunların her ikisini de yanıltıcı gören, doğru bilgiyi reddeden, bilgiye ulaşılamayacağını öne süren görüşler de bulunmaktadır.
Bilginin ana kaynağı olarak akıl yürütme ve düşünceyi görenler "akılcılar (rasyonalistler)", duyu, gözlem veya deneyler üzerinde duranlara ise "deneyciler (ampiristler)" denir. Bu akımların isimleri ise "akılcılık (rasyonalizm)" ve "deneycilik (ampirizm)" olarak adlandırılır. Akılcı filozoflardan bazıları Platon, Descartes, Spinoza ve Leibniz; deneyci filozofların bazıları ise Epikuros, Locke, Hume, Condillac ve Comte gibi isimlerdir.
Bilginin Alanı, Kapsamı ve Sınırları Nelerdir?
Bilginin yalnızca duyularımız veya gözlemlerimizle elde edildiğini düşünen bir filozof için bilginin alanı, duyular veya algılarımızla kavrayabileceğimiz alanla sınırlıdır. Yani bu filozof için duyusal olmayan bir şeyin bilgisi mümkün değildir. Buna karşılık olarak insan zihninin duyulardan bağımsız olduğunu düşünen bir filozof, duyusal olmayan bir alanın varlığını ve bilgisini kabul etmekte bir sıkıntı çekmeyecektir. Bu alan, mesela fizik-ötesi varlıkların alanıdır. Bu varlıklar tanrı, ruh ve gelecek hayat gibi varlıklar ve varlık alanlarıdır.
Genel anlamda hiçbir filozof ve "bilgelik peşinde koşmak" anlamında felsefenin kendisi, insan bilgisine sınırlar koymak ve bilgiyi sınırlandırmak istemeyecektir; çünkü bilginin sınırlandırılması demek, felsefenin de sınırlandırılması olacaktır.
Bu bağlamda Platon, Aristoteles, Farabi ve Hegel gibi filozoflar insan bilgisinin sınırlarının olmadığını savunmuşlar ve felsefeye destek çıkmışlardır.
Bu filozoflara göre insan sahip olduğu bilgi yetileriyle tanrı, ruh, evrenin özü ve kader gibi konuların felsefi açıklamalarını yapabilir durumdadır. İnsan doğrunun ve güzelin ilkelerini ortaya koyabilir. Bütün bunların ışığında onlara göre, "metafizik mümkündür" denilebilir.
Bunlara karşılık olarak Kant, Comte ve Peirce gibi bazı filozoflar farklı tarzlarda olmak üzere her şeyin bilgisinin mümkün olmadığını, sadece bazı şeylerin kesin bilgisinin mümkün olduğunu söylemişlerdir.
Bir grup filozof ise felsefenin kendisine özgü bir bilgi alanının olmadığını, onun yalnızca "önermelerin anlamını açıklığa kavuşturmak" olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu filozoflar, felsefe tarihinde "Viyana Cephesi Hareketi" olarak bilinmektedir. Bu ismin kaynağı, bu filozofların kendi görüşlerini 1920'li yıllarda Viyana çevresinde geliştirmeleridir. Viyana Cephesi Hareketi'nin içinde yer alan filozoflardan bazıları Carnap, Schlik ve Ayer gibi çağdaş filozoflardır. Bu hareket bir başka isimle de "Mantıkçı Pozitivizm" veya "Yeni Pozitivizm" olarak bilinmektedir.
Tarihsel Bakış
Bilgi edinme, bilme ve öğrenme insanın en temel güdülerinden ve onu diğer canlılardan ayıran en temel özelliklerindendir. Bu güdüler, insanın ortaya çıkmasından itibaren her yerde ve her zamanda insanın aktivitelerini temelden etkilemiştir. Yani bilgi edinmenin, dolayısıyla da bilginin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir.
Felsefenin ilk ortaya çıktığı dönemlerde (M.Ö. 7. yüz yıl; Yunan düşüncesi) insanlar ilgilerini bilginin öznesine değil, nesnesine yoğunlaştırmışlardır. Bu da demektir ki felsefenin ilk dönemlerinde insanlar "bilen özne" ile değil de "bilginin konusu olan nesne" ile ilgilenmişlerdir.
Miletos Okulu'nun kurucusu olan Thales, her şeyin arkhesinin, yani ana maddesinin "su" olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Anaksimandros, her şeyin arkhesinin sonsuz ve sınırsız olan "aperion", Anaksimenes ise "hava" olduğunu söylemişlerdir.
İşte bunlar, nesne üzerine yoğunlaşan ve yorum yapan düşünce insanlarıdır.
Herakleitos, Parmenides, Demokritos ve Anaksagoras gibi ilk dönem Yunan filozofları bilginin imkanı, kaynağı, sınırları ve ölçütlerine ilişkin ilk soruları, şüpheleri ve tartışmaları ortaya çıkarmışlardır.
Sonuç olarak "bilgi" konusunun, felsefî düşüncenin gündemine gelmesi; sofistler, Sokrates ve onu takip eden Platon ve Aristoteles gibi büyük filozofların döneminde olmuştur.
Bilgi felsefesinin tarihsel gelişimine biraz göz gezdirdikten sonra, şimdi bilgi felsefesinin içeriğine değinilebilecektir.
Bilginin Kaynağı ve Ölçütleri Nelerdir?
Bilgi felsefesinin problemlerinden birisi de bilginin kaynağı ve ölçütleri problemidir. "Bilgi elde etmede zihin mi daha etkindir, yoksa zihnin dışarıdan aldığı veriler mi?" gibi sorular, bilgi teorisinin kaynak ve ölçüte ilişkin sorularından birisidir.
Bilgi edinme sürecinde insan, genel anlamda kendisinin 2 temel özelliğinden yola çıkarak hedefe varmaya çalışır. Bu özellikler; insan aklının düşünme ve duyuların algılayıp gözlemleyebilme yetisidir. İşte bilgi felsefesi tam da bu noktada, "bilgide bunlardan hangisinin rolü daha fazladır?" sorusunu sormaktadır.
Felsefe tarihine bakıldığında bu sorulara verilen cevapların, aklın kendi kendine bilgiyi elde ettiğinden, sadece duyular vasıtasıyla bilgi elde edilebileceğine kadar geniş bir yelpazeye yayıldığını görebilmek mümkündür.
Bütün bunların yanında bilginin elde edilmesinde duyuları ve zihni eşit değerde bulan, bunların her ikisini de yanıltıcı gören, doğru bilgiyi reddeden, bilgiye ulaşılamayacağını öne süren görüşler de bulunmaktadır.
Bilginin ana kaynağı olarak akıl yürütme ve düşünceyi görenler "akılcılar (rasyonalistler)", duyu, gözlem veya deneyler üzerinde duranlara ise "deneyciler (ampiristler)" denir. Bu akımların isimleri ise "akılcılık (rasyonalizm)" ve "deneycilik (ampirizm)" olarak adlandırılır. Akılcı filozoflardan bazıları Platon, Descartes, Spinoza ve Leibniz; deneyci filozofların bazıları ise Epikuros, Locke, Hume, Condillac ve Comte gibi isimlerdir.
Bilginin Alanı, Kapsamı ve Sınırları Nelerdir?
Bilginin yalnızca duyularımız veya gözlemlerimizle elde edildiğini düşünen bir filozof için bilginin alanı, duyular veya algılarımızla kavrayabileceğimiz alanla sınırlıdır. Yani bu filozof için duyusal olmayan bir şeyin bilgisi mümkün değildir. Buna karşılık olarak insan zihninin duyulardan bağımsız olduğunu düşünen bir filozof, duyusal olmayan bir alanın varlığını ve bilgisini kabul etmekte bir sıkıntı çekmeyecektir. Bu alan, mesela fizik-ötesi varlıkların alanıdır. Bu varlıklar tanrı, ruh ve gelecek hayat gibi varlıklar ve varlık alanlarıdır.
Genel anlamda hiçbir filozof ve "bilgelik peşinde koşmak" anlamında felsefenin kendisi, insan bilgisine sınırlar koymak ve bilgiyi sınırlandırmak istemeyecektir; çünkü bilginin sınırlandırılması demek, felsefenin de sınırlandırılması olacaktır.
Bu bağlamda Platon, Aristoteles, Farabi ve Hegel gibi filozoflar insan bilgisinin sınırlarının olmadığını savunmuşlar ve felsefeye destek çıkmışlardır.
Bu filozoflara göre insan sahip olduğu bilgi yetileriyle tanrı, ruh, evrenin özü ve kader gibi konuların felsefi açıklamalarını yapabilir durumdadır. İnsan doğrunun ve güzelin ilkelerini ortaya koyabilir. Bütün bunların ışığında onlara göre, "metafizik mümkündür" denilebilir.
Bunlara karşılık olarak Kant, Comte ve Peirce gibi bazı filozoflar farklı tarzlarda olmak üzere her şeyin bilgisinin mümkün olmadığını, sadece bazı şeylerin kesin bilgisinin mümkün olduğunu söylemişlerdir.
Bir grup filozof ise felsefenin kendisine özgü bir bilgi alanının olmadığını, onun yalnızca "önermelerin anlamını açıklığa kavuşturmak" olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu filozoflar, felsefe tarihinde "Viyana Cephesi Hareketi" olarak bilinmektedir. Bu ismin kaynağı, bu filozofların kendi görüşlerini 1920'li yıllarda Viyana çevresinde geliştirmeleridir. Viyana Cephesi Hareketi'nin içinde yer alan filozoflardan bazıları Carnap, Schlik ve Ayer gibi çağdaş filozoflardır. Bu hareket bir başka isimle de "Mantıkçı Pozitivizm" veya "Yeni Pozitivizm" olarak bilinmektedir.