• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Batılılaşma üzerine.

dip

Üyelik Tarihi
26 Şub 2016
Konular
146
Mesajlar
278
MFC Puanı
2,600
2.Abdülhamid çeşitli sebeplerle anayasayı (Kanun-ı esasî) yürürlükten kaldırıp meclisi feshetmesine rağmen batılılaşma yönünde kurumlaşmaları güçlendirerek devam ettirdi. Sultan Abdüthamid'in ayırd edici özelliği bü*tün bunlarla birlikte islamcı bir siyaset gütme yönündeki gayretleridir.Meşrutiyetle birlikte ihtilalci batılılaşmacılık
akımı belirleyici olmaya başlamıştır. "Jön Türk Genç Türk Yeni Osmanlı" gibi adlarla anılan ihtilalci batılılaşmacılar bütün Abdülhamid dönemi boyunca bilhassa yurtdışında teşkilatlandılar. 1908'de ihtilalci cemiyetlerden İttihat ve Terakki ayaklanmalar başlattı. Sultan Abdülhamİd meşrutiyeti 2.defa ilan etti Kanun-ı esasiyi yürürlüğe koydu. İttihatçılar önce geri planda kalarak ülkeyi yönetmeyi denediler. Sonra 31 Mart olayını bahane ederek iktidara el koydular. Daha sonra da tayin ettikleri sadrıazamı öldürerek (Bab-ı ali baskını) kendileri yönetici oldular. İttihat ve Terakki iktidarı batılılaşma yönünde hayli adım attı ve bir bakıma Cumhuriyet döneminin hazırlayıcısı oldu. İkinci Mcşrutîyet'ten sonra siyasî partiler ortaya çıktı ama muhalifler İttihatçıların terörüne hedef oldular. Dünya Savaşının kaybı İttihatçıları İktidardan düşürdü.
Batılılaşma yönünde zecrî cebrî ve bütüncü uygulamalar Osmanlı Devletinin yıkılması hilafetin ortadan kaldırılması ve Türkiye toprakları üzerinde yeni bir devlet kurulmasından sonra gerçekleştirildi. Osmanlı Devletinin sona ermesi ve Türkiye Cumhuriyetinin kurulması sürecinde antiemperyalist ve anıi-monar-şik mücadeleler iç içe geçmiş görünür. Bununla birlikle bugün dahi Dünya Savaşı sonrasında yaşanan ve "Millî Mücadele" "Millî Mücahede" "Millî Savaş" "İstiklâl Harbi" "Kurtuluş Savaşı" ve "Yunan Harbi" gibi adlarla anılan mücadelenin sonunda Osmanlı Devletinin büyük bir süratle tasfiyesini gerçekçi temelle*re oturtmak imkânına sahip değiliz. Dolayısıyla "yeni Türk devleti"nin kuruluşu ile İlgili görünür ve kayıtlara geçmiş bilgilerimizi aşan arka plan konusunda da aynı şeyleri söylemek durumundayız.
"Cumhuriyet" aydınlar nezdindc idealize edilen bir sistemdi batının en mütekamil sistemiydi. Halkın hâkim olduğu bir rejimdi. 1923'de Cumhuriyetin ilânından sonra sonradan "Atatürk devrimleri" veya "Atatürk devrimi" olarak adlandırılan gelişmeler yaşanmıştır. Cumhuriyetle birlikte Türkiye batılılaşma yolundaki bütün engellerden sıyrılmış oldu. Batılılaşma yönündeki devrimler kılık kıyafetten ağırlık ve uzunluk ölçülerine kadar çok değişik alanları kapsıyordu. Öğretimin birleştirilmesi (yani dini kaynaklı tahsil kurumlarının ortadan kaldırılması) tekke ve zaviyelerin kapatılması (bir nevi dini klüp durumundaki bu kurumlaşmaların ortadan kaldırılması) şer'i mahkemelerin ortadan kaldırılması ve Latin harflerinin kabulü gibi uygulamalar gelenekçi aydınların tam manasıyla tasfiyesine ve netice olarak ülkedeki siyasî gücün batıcı asker ve sivil bürokrasi elinde merkezileşmesine yol açtı. Netice olarak "hâkimiyet bila kaydü-şart milletindir" şiarıyla ortaya çıkan cumhuriyetçiler çok partililikten kaçındılar ve halk yönetimi değil asker-sivil bürokrat iktidarı kurdular.
Cumhuriyetle birlikteTürkiye'dc demokrasiye halk idaresine geçiş yolunda somut bir örnek ortaya konulmazken (1924'de Terakkiperver 1930'da Serbest fırka denemeleri sonuçsuz kalmıştır) batının daha çok faşist yönetimlerine benzeyen bir tek parti idaresi 2 dünya Savaşı sonuna kadar yürütüldü. Bu dönemde Teşkilat-ı esasiye kanunundanTürkiye devletinin dini maddesi (ki "din-i islam'dı) önce çıkarıldı (1928) sonra da yerine 1937'de laiklik ilkesi konuldu. İlk cumhuriyet yöneticilerinin geri kalış sebebi olarak gördükleri İslamİyctİ terk ederek hıristiyanlığı benimsemeyi ciddî olarak tartıştıklarını Kazım Karabekir Paşa tarafından ifade edilmiştir. Bu durumda laikliğe yönelme bir ara çözüm olarak kabul edilebilir.
1946'dan itibaren daha çok dış etkilerle çok partili siyasî hayata geçildi. 1946'daki çok partili seçim İktidarın karışması sonucu siyasî sonuçlar doğurmadı. Ancak 1950'de yapılan seçim Türkiye'de seçimli bir iktidar değişikliğine yol açtı. Türkiye o tarihten beri kesintilere rağmen çok partili demokratik bîr sisteme sahip oldu.
Çok partili hayata geçildikten sonra cumhuriyetten sonra oluşturulan dinvc inanç üzerindeki baskılar kısmen hafiflemeye başladı. Bu bakımdan bir "normalleşme süreci" yaşanmaya başlandı. Çok ağır işleyen bu normalleşme süreci hali hazırda tamamlanmış değildir. Bununla birlikte bu normalleşme süreci bile asker sivil bürokrasinnin şiddetli tepkileriyle karşılaştı. Sonraki askerî müdahalelerin gerekçeleri arasında bu normalleşme sonucunda ortaya çıkan sosyal oluşumlara karşı duyulan tepkiler önemli yer tutar.
Türkiye Cumhuriyetinin tek partili dönemi boyunca şeklî batılılaşma yönünde çok partili hayata geçişten sonra İse idare kapitalistleş-me ve sanayileşme yönünde önemli değişmeler yaşanmıştır. Batılılaşma Türkiye'de halen yaşanan sosyal kültürel çok sayıda meselenin ve kimlik krizinin asıl sebebi olmak vasfını korumaktadır. Batılılaşma toplumumuzu çok derinden etkilemiş bununla birlikte direnç unsurlarının ortaya çıkmasına da yol açmıştır bugün kılık-kıyafetten günlük hayatta karşılaşılan bir çok davranışlara ve dilde yaşanan değişmeye rağmen batılılaşmanın tam manasıyla gerçekleştiği söylenemez. Bununla birlikte batılılaşma sonucu Türkiye'de hem maddî hem de manevî kültür alanında büyük değişiklikler yaşandığı da kabul edilmesi gereken bîr gerçektir. Türkiye'nin batılılaşma macerasının Avrupa Topluluğuna dahil olmasıyla bir sonuca varması beklenebilir. Ancak bu hâlde dahi tam bir entegrasyon (en azından manevî-kül-türel alanlarda) sağlanabileceği söylenemez. Mehmet DOĞAN
Çok sade bir tanımlama ite Balı gibi olmaya Batılaşma Batılı gibi olmaya da Batılılaşma denebilir. Bir adım ilerisinde Batı Avrupa'nın siyasîsosyal medenî ve kültürel değerlerinin benimsenmesi/benimsetilmesi söz konusudur. Bugün için ise bu kavram çağdaşlaşma modernleşmerasyonelleşme laikleşme kalkınma ilerleme gibi birbirine çok yakın anlamlar ifade eden veya biri diğerini gerektiren kavramlarla eş ya da yakın anlamlı olarak kullanılmaktadır.
Bir insan bir devlet bir kültür niçin Batılılaşmaya yönelir veya buna mecbur kalır? Burada birbirinden ayrılması hemen hemen imkansız olan iki durum söz konusudur: Bir kültür ortamı bir yaşama tarzı kendine yeterliliği şu veya bu nedenle kaybettiği bir ruh hâli içinde başka yerlere sarılmak bağlanmak ihtiyacını duyar; bu taklitle sonuçlanır. İkinci olarak bir siyasî organizasyon bünyesini tek başına taşıyamayacaksavunamayacak mağlubiyetlerle yüzyüzc geldiğinde güçlü dış baskılara maruz kalır veya kendim ezik hisseder bu da emperyalist hareketlere güç katar. Biri içten biri dıştan gelen bu çok yönlü baskılar Batılılaşma tarihi açısından açıklayıcı özelliklere sahiptir.
Osmanlı ordularının Batılı askerî kuvvetler önünde yenilgilerle karşılaşması ve toprak kayıpları Osmanlı devlet erkânını -daha önce küfür diyarı ve kâfir olarak küçümsediği ve bu yüzden tanımaya bile tenezzül etmediği- gücün temsilcisi olan Batı'ya ve Batılıya yönelmeye mecbur etti. İlk anda düşünülen şey yalnızca Batı teknolojisinin transferi ile askerî reformların gerçekleştirilmesi ve bu sayede devletin eski gücüne tekrar erişmesi idi. Bu noktada Batı'ya yönelişin bir tercihten çok bir zaruret olarak algılandığı görülmekledir. Vurgulanması gereken bir diğer husus. Batılılaşmanın İlk aşamalarında devlet erkanının kendilerinin manevî üstünlüğü konusunda henüz bir şüphe taşımadığıdır. Fakat ikamet elçilikleri ordunun ıslahı için getirilen yabancı teknisyenler tahsil için Avrupa'ya gönderilen öğrenciler gibi aktarıcı ve taşıyıcı unsurlar Batılı de-ğerierİ Osmanlı ülkesine taşıdıkça hem şüpheler hem de ıslah alanları çoğalma ve yaygınlaşma gösterdi.
Denebilir ki XIX.yüzyılın başlarından 1924 yılına kadar Batılılaşma teşebbüsleri birbirleriyle çatışan ve çekişen ikili yapılar oluşturmuştur. Bu ikilik devletin organizasyonundan eğitime adlî teşkilata günlük hayata kadar yansımıştı. Devletin ve aydınların yerleştirmek ve yaygınlaştırmak istedikleri genel çerçeve de ikili ve uzlaşmacı bir karakter arzedîyor-du. Buna göre teknik medeniyet ve maddî hayat dıştan alınacak; kültürve manevî hayal İse içten katılacaktır. Böyle bir sentezin ülkeyi kurtaracağı ve kalkındıracağı inancı Batılılaşmanın bugünlere kadar gelen miraslarının en bclİrgİnlcrindcndir. Ziya Gökalp'in klişeleştirdiği kültür (millî)-medeniyet (uluslararası) yapay ayırımı da buna dayanmaktadır. 1924 martında başlayan ve 1924'c kadar uzanan inkılâplarla Cumhuriyet idaresi bu ikiliği millî unsurlar aleyhine ortadan kaldırmaya yönelmiştir.
Batılılaşma hareketlerinin önündeki en büyük engel şüphesiz İslâm dini ve bu dinin düşünceye hayata günlük İlişkilere yansıyan ahlâk anlayışı idi. İlk ürünlere bakıldığında İslâ-miyetin değil müslümanların yani İslâmm o gün aldığı şeklin eleştirildiği ve dinin esasta ilerlemeye engel olmadığının vurgulandığı görülecektir. Hatta Batılılaşma teşebbüslerinin önemli bir kısmı şer'i şerif adına ve onun İçin yapılmıştır. Fakat Önce ahlâk anlayışına yönelen eleştiriler gittikçe dine dinî düşünce ve yaşantıya ve Islâmiyete gelip dayanmıştır. 1924'e kadar batılılaşmaya bir destek bazan da bir kılıf olarak ele alınan dinî düşünce bu tarihten İtibaren batılılaşma ve gayrımİllî unsurlar lehine safdışı edilerek İkilik kaldırılmaya çalışılmış ve tamamen dünyevî-laik bir uygulama tercih edilir olmuştur.
Türkiye'de ve diğer İslâm ülkelerinde görülen batılılaşma hareketleri her her şeyden önce yukardan aşağıya ve zorla yerleştirilmiş kısmî ve ikili bir karakterdedir. Bu açıdan Tanzimat'la Cumhuriyet devri uygulamaları arasında esasta fark yoktur. Halk ise bu hareketlere hemen her zaman karşı çıkmış istikrahla karşılamıştır. Bu nedenle batılılaşma aynı zamanda idareci kadro ve aydınlarla halkın arasının gittikçe açılmasınıhatta bu farklılaşmanın düşmanlığa dönüşmesini de İfade eder. İleri-ci-gerici sınıflandırmaları yine böyle bir yaklaşımın ürünüdür. Batılılaşmanın empoze edildiği ülkelerde demokratik bir geleneğin yerleşememesi de bu tarihî birikimle yakından ilgilidir. Çünkü olup biten şeyleri halk ne istemiştir ne olması için gayret sarfetmİş kan dökmüştür ne de benimsemiş İçine sindirmiştir.
Bugünden geriye doğru bakıldığında batılılaşma hareketlerinin özellikle İslâm ülkeleri ve bu arada Türkiye'nin lehinde sonuçlar vermediği söylenebilir. Osmanlı Devleti batılılaşmaya resmen karar verdiği ve bunu uygulamaya koyduğu zaman dünya sistemi içinde belli bir yeri olduğu gibi devlet ordu eğitim vb. alanlarda da kendine has yapıları kayda değer özellikleri vardı. Bunlar yenileşme adına zayıflatıldı ve ortadan kaldırıldı yerine konanlar ise ne eskilerin fonksiyonlarını icra edebildi ne de kendisinden beklenenleri gerçekleştirebildi. Bugün kimse gelinen seviyenin (devlet mekanizması ordu eğitim insan unsuru düşünce hayatı kültürel kalite vs.) özgünlüğünden ve yeterliliğinden söz açamazken "muasır medeniyet seviyesine ulaşmak" aldatamca-sı hala en yaygın slogan olarak milletin önüne sürülüyor.
özellikle I.Meşrutiyet'ten sonra oluşan fikir hareketleri (İslamcılık Batıcılık Türkçülük) içinde batılılaşmaya bütünüyle karşı olanı yoktur. Bununla beraber tercihini bütünüyle batılılaşmaktan yana koyan ve bu çerçevede din ve milliyeti ikinci ve daha geri sıralara iten akım Batıcılık (Garbcılık) adıyla anılır.
İsmail KARA
 
Üst