En son bidat mezheplerden birisi olan modernizmin temsilcilerinin, Kuranın tarihsel bir kitap olduğunu, yani ihtiva ettiği hükümlerin 7. yüzyıla ait olduğunu, bugün için geçerliliğinin bulunmadığını söylemesi, en başta sakat bir Allah inancı taşıdıklarını gösterir.
Günümüzde birçok itikadî bidat fırkası mevcut. Bu fırkalardan kimisi geçmişten beri varlığını sürdürüyor (Şia gibi); bir kısmı ise evvel yok idi, yeni çıktı.
Modernizm denen düşünce akımı, işte bu nevzuhur bidat fırkalarının başında geliyor. Bu cereyanın mümessillerinin Kuran , Sünnet, Fıkıh, Kelam ve diğer sahalarda Ehl -i Sünnet çizgiye aykırı düşen bir hayli görüşleri mevcut.
Modernistlerin , adına tarihselcilik dedikleri bir anlayışları var ki, bu yazının konusunu işte bu anlayış oluşturuyor.
Ebu Leheb öldü ama
Tarihselcilik görüşünü benimseyen modernistler , Kuran ayetlerinin sadece indikleri dönemin meseleleriyle ilgilendiğini, dolayısıyla bugüne hitap etmediğini söylerler. Mesela Tebbet Suresi hakkında şunları duyarsınız tarihselcilerden: Bu surede Ebu Leheb ve karısı anlatılıyor. Oysa bugün ne Ebu Leheb ver, ne de onun odun hamalı karısı. Öyleyse Ebu Lehebin ve karısının hayatta olduğu dönem için anlamlı olan bu sure, bugün bize hitap etmiyor demektir
Tarihselcilere göre Yüce Kitabımızın sadece indirildiği döneme ait kişi ve olaylarla ilgili ayetleri değil, hüküm bildiren, emir ve yasak getiren ayetleri de böyledir; yani bugüne hitap etmez; miadını doldurmuş ve geçerliliğini yitirmiştir!
Böyle bir düşüncenin Kuran ayetlerinden onay almayacağı ve sadece Ehl -i Sünnet itikadına değil, diğer birçok itikadî fırkanın inancına göre de, insanı son derece tehlikeli noktalara sürükleyeceği açıktır. Ancak meselenin bu yönü başlı başına ayrı bir yazının, hatta kitap hacminde çalışmaların konusu olacak kadar geniş olduğundan, biz burada meselenin sadece bir boyutu üzerinde duracağız.
İniş sebebi-vahiy ilişkisi
Sana Allah yolunda neleri infak edeceklerini soruyorlar (Bakara, 219)
Sana yetimler (hakkında nasıl hareket edeceklerin)i soruyorlar (Bakara, 220)
Sana Azap hak mıdır? diye soruyorlar (Yunus, 50)
Rasul -i Ekrem s.a.v. Efendimize sorulan bir soru veya meydana gelen bir olay ( sebeb -i nüzul) üzerine inen bu ve benzeri ayetleri okuduğumuzda, aklımıza bir an için dahi olsa şöyle bir düşünce geliyor mu: Eğer nüzul sebebini teşkil eden o soru sorulmamış veya o olay meydana gelmemiş olsaydı bu ayet inmeyecekti.
Eğer bu soruya cevabımız evet ise, o takdirde Allah Tealânın ilmi, kelamı, takdiri ve bütün bunlarla ilişkili olan Levh -i Mahfuz konusunda daha fazla bilgiye muhtacız demektir.
Allah Tealânın ilmi ezelî ve mutlaktır dediğimizde kasdettiğimiz şudur: Yüce Rabbimiz olmuş-bitmiş şeyleri, şu anda olmakta olanları ve yakın ve uzak gelecekte olacak olanları aynı şekilde bilir. Onun bilmesi, bilmenin tam ve nihaî halidir, yani mutlaktır. Yani Ona gizli kalan hiçbir şey yoktur ve Onun ilminde ana hat veya detay/ayrıntı diye bir ayrım yoktur; O her şeyi aynı seviyede ve aynı şekilde bilir.
Dolayısıyla Cenab -ı Hak, nüzul sebebini teşkil eden olaylar meydana gelmeden veya sorular sorulmadan önce, onların olacağını ve sorulacağını ezelden beri biliyordu. Bu ezelî ve mutlak bilgi, olayın meydana geliş veya sorunun soruluş tarzını ve zamanını ihtiva ettiği gibi, ona indirilecek cevabı da ihtiva eder.
Öte yandan yine biliyoruz ki, Yüce Allahın bütün sıfatları gibi Kelam sıfatı da ezelîdir. Bu sebeple bizler Kuran -ı Kerime Kelam-ı Kadîm (yani ezelî kelam, kadim söz) deriz. Kuran -ı Kerim de Allah Tealânın kelamı olduğuna göre, belli bir nüzul sebebi üzerine indirilen ayetlerin de ezelden beri mevcut olduğu kendiliğinden anlaşılır.
Şu halde herhangi bir olay ( sebeb -i nüzul) üzerine vahyin inmesi hadisesini şu şekilde izah etmek gerekiyor:
Allah Tealânın , meydana geleceğini ezelden beri bildiği bir olay, günü-saati geldiğinde vuku buluyor, olayı yaşayan kişi Efendimiz s.a.v.e gelerek başından geçen hadisenin hükmünü soruyor ve bunun üzerine, ezelî kelamın o olaya taalluk eden kısmı bir ayet olarak indiriliyor.
Levh-i Mahfuzun mahiyeti
Peki vahyi indiren Cebrail a.s. onu nereden alarak Efendimiz s.a.v.e getiriyordu? Kuranda şöyle buyurulur :
Hayır, (sana vahyedilen ) o (kitap), kadri pek büyük bir Kurandır . Ki Levh-i Mahfuzdadır . ( Bürûc , 21-22 )
ki bu, hakikaten çok değerli bir Kurandır ; korunmuş bir Kitapta Levh-i Mahfuzda) dır . (Vâkıa, 77-78 )
Doğrusu biz onu Arapça olarak okunacak bir Kuran kıldık ki, akıl erdiresiniz. Şüphesiz o, katımızda bulunan Ana Kitaptadır. Şanı yücedir, hikmetle doludur. ( Zuhruf , 4)
Bu ayetler, Kuran ayetlerinin Levh -i Mahfuzda bulunduğunu ifade etmektedir. Öyleyse şunu anlıyoruz ki, Cebrail a.s ., Rasul -i Ekrem s.a.v Efendimize getirdiği Kuran ayetlerini, Levh -i Mahfuzdan almaktadır. Ve yine şunu anlıyoruz ki, Kuran ayetleri, peyderpey nazil olurken, hatta nüzul sürecinden çok daha önceleri Levh -i Mahfuzda bir bütün olarak mevcuttu.
Öyleyse belli bir nüzul sebebi üzerine inen ayetlerin, o nüzul sebebi meydana gelmeden önce de aynen var olduğunu söylemek durumundayız.
Şu halde ayetin varlığı değil, sadece nüzulü sebebe bağlı olarak düşünülmelidir. Tarihselcilerin yanıldığı nokta işte burasıdır
Evrenin kader defteri
Kuranda bulunan başka birçok ayetten, Levh -i Mahfuzda Kuran dışında başka nelerin bulunduğunu öğreniyoruz.
Hem yerde debelenen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz Kitapta hiçbir eksik bırakmamışızdır. Sonra hepsi toplanıp Rabblerinin huzuruna getirilecekler. ( Enam , 38)
Fakat yeryüzünün onlardan neyi eksilttiği bizim malumumuzdur. Bizim katımızda hıfzedici bir Kitap vardır. (Kaf, 4)
Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kurandan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki, apaçık Kitapta bulunmasın. (Yunus, 61)
İnkârcılar, Kıyamet bize gelmeyecek dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitaptadır . ( Sebe , 3)
Ne kadar ülke varsa hepsini Kıyamet gününden önce ya helâk edecek veya en çetin biçimde azaplandıracağız . Bu, Kitapta yazılı bulunuyor. ( İsra , 58)
Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit bırakır. Ana Kitap Onun katındadır. ( Rad , 39)
Gaybın anahtarları Onun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa apaçık bir Kitaptadır . ( Enam , 59)
Bu ayetler, kâinatta bulunan her şeyin, zerrelerden kürelere, yerin derinliklerinden, bize sonsuz gibi gelen uzayın dipsiz karanlığına kadar, nerede ne olmuş, oluyor ve olacak ise hepsinin bilgisinin en ince detayına kadar, sebepleri ve sonuçlarıyla Levh -i Mahfuzda kayıtlı bulunduğunu haber vermektedir.
Allah Tealânın ilminin sınırı yoktur
De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için derya mürekkep olsa ve bir o kadarını da ilave etsek, Rabbimin sözleri tükenmeden deniz tükenirdi. ( Kehf , 109)
Bu ve daha birçok ayetin açıkça ifade ettiği gibi, Yüce Rabbimizin ilmi için bir sınır tayin etmek hiçbir varlığın haddi değildir.
Hal böyleyken en son bidat mezheplerden birisi olan Modernizmin temsilcilerinin, Kuranın tarihsel bir kitap olduğunu, yani ihtiva ettiği hükümlerin 7. yüzyıla ait olduğunu, bugün için geçerliliğinin bulunmadığını söylemesi, en başta sakat bir Allah inancı taşıdıklarını gösterir.
Zamanın başından sonuna kadar ve mekânın her boyutunda olmuş ve olacak her şeyin bilgisine sahip olan Yüce Allahın, insanlığa gönderdiği son vahyin 21. yüzyıl insanı hakkında geçerliliğini yitirmiş olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Böyle bir şey söyleyebilmek için, Allah Tealânın ilminin -hâşâ- sınırlı olduğuna inanmak gerekir ki, böyle bir düşünce sahibinin dinden çıkmasına sebep olur.
Bir de, dünyadaki, hatta sadece dünyadaki değil, evrenin herhangi bir yerindeki herhangi bir olayın, henüz meydana gelmeden önce Levh -i Mahfuzda kayıtlı bulunduğu gerçeğini hesaba kattığımızda, yukarıdaki düşüncenin en başta Kurana aykırı olduğu daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Bir diğer ifadeyle, belli bir nüzul sebebi üzerine indirilen ayet de, onun inişine sebep kılınan olayın meydana geleceğine dair bilgi de ezelden beri Levh -i Mahfuzda kayıtlı olduğundan, doğru olan şöyle dü ş ünmektir :
Zaman bizi bağlar, Cenab-ı Hakkı değil
Herhangi bir olayı, meydana geldiği tarihle bağlantılı düşünmek insana mahsus bir tavırdır. Çünkü bizler, zamandan ve mekândan bağımsız düşünemiyoruz. Oysa Allah Tealâ için dün de, bugün de yarın da birdir. Zaman Onun yarattığı bir şeydir; Onun ilmini ihata edemez, kuşatamaz, etkileyemez. Bizler sadece geçmişe ve bugüne ait şeylerin malumatına (hatta onların da cüzi bir kısmına) sahip iken, Allah Tealâ bütün zamanların ve bütün mekânların, hatta zaman ve mekân ötesinin ( gaybın ) bilgisine sahiptir.
Dolayısıyla bizim, tarihin belli bir dönemine ait olarak gördüğümüz şeyler ile bugüne ait gördüğümüz şeyler, aslında bizim sınırlı değerlendirmemize göre böyledir. Allah Tealâ nezdinde ise bunlar arasında hiçbir fark yoktur.
Mukaddes Kitabımızın tamamının veya bir kısım hükümlerinin artık geçerliliğini yitirdiği iddiasını bir de bu en temel akaid bilgisine göre değerlendirmek gerekir. Açıkça görülüyor ki, bu tarz iddia sahiplerinin asıl sorunu Allah tasavvuruyla alakalıdır.
Kaynak: SEMERKAND DERGİSİ
Günümüzde birçok itikadî bidat fırkası mevcut. Bu fırkalardan kimisi geçmişten beri varlığını sürdürüyor (Şia gibi); bir kısmı ise evvel yok idi, yeni çıktı.
Modernizm denen düşünce akımı, işte bu nevzuhur bidat fırkalarının başında geliyor. Bu cereyanın mümessillerinin Kuran , Sünnet, Fıkıh, Kelam ve diğer sahalarda Ehl -i Sünnet çizgiye aykırı düşen bir hayli görüşleri mevcut.
Modernistlerin , adına tarihselcilik dedikleri bir anlayışları var ki, bu yazının konusunu işte bu anlayış oluşturuyor.
Ebu Leheb öldü ama
Tarihselcilik görüşünü benimseyen modernistler , Kuran ayetlerinin sadece indikleri dönemin meseleleriyle ilgilendiğini, dolayısıyla bugüne hitap etmediğini söylerler. Mesela Tebbet Suresi hakkında şunları duyarsınız tarihselcilerden: Bu surede Ebu Leheb ve karısı anlatılıyor. Oysa bugün ne Ebu Leheb ver, ne de onun odun hamalı karısı. Öyleyse Ebu Lehebin ve karısının hayatta olduğu dönem için anlamlı olan bu sure, bugün bize hitap etmiyor demektir
Tarihselcilere göre Yüce Kitabımızın sadece indirildiği döneme ait kişi ve olaylarla ilgili ayetleri değil, hüküm bildiren, emir ve yasak getiren ayetleri de böyledir; yani bugüne hitap etmez; miadını doldurmuş ve geçerliliğini yitirmiştir!
Böyle bir düşüncenin Kuran ayetlerinden onay almayacağı ve sadece Ehl -i Sünnet itikadına değil, diğer birçok itikadî fırkanın inancına göre de, insanı son derece tehlikeli noktalara sürükleyeceği açıktır. Ancak meselenin bu yönü başlı başına ayrı bir yazının, hatta kitap hacminde çalışmaların konusu olacak kadar geniş olduğundan, biz burada meselenin sadece bir boyutu üzerinde duracağız.
İniş sebebi-vahiy ilişkisi
Sana Allah yolunda neleri infak edeceklerini soruyorlar (Bakara, 219)
Sana yetimler (hakkında nasıl hareket edeceklerin)i soruyorlar (Bakara, 220)
Sana Azap hak mıdır? diye soruyorlar (Yunus, 50)
Rasul -i Ekrem s.a.v. Efendimize sorulan bir soru veya meydana gelen bir olay ( sebeb -i nüzul) üzerine inen bu ve benzeri ayetleri okuduğumuzda, aklımıza bir an için dahi olsa şöyle bir düşünce geliyor mu: Eğer nüzul sebebini teşkil eden o soru sorulmamış veya o olay meydana gelmemiş olsaydı bu ayet inmeyecekti.
Eğer bu soruya cevabımız evet ise, o takdirde Allah Tealânın ilmi, kelamı, takdiri ve bütün bunlarla ilişkili olan Levh -i Mahfuz konusunda daha fazla bilgiye muhtacız demektir.
Allah Tealânın ilmi ezelî ve mutlaktır dediğimizde kasdettiğimiz şudur: Yüce Rabbimiz olmuş-bitmiş şeyleri, şu anda olmakta olanları ve yakın ve uzak gelecekte olacak olanları aynı şekilde bilir. Onun bilmesi, bilmenin tam ve nihaî halidir, yani mutlaktır. Yani Ona gizli kalan hiçbir şey yoktur ve Onun ilminde ana hat veya detay/ayrıntı diye bir ayrım yoktur; O her şeyi aynı seviyede ve aynı şekilde bilir.
Dolayısıyla Cenab -ı Hak, nüzul sebebini teşkil eden olaylar meydana gelmeden veya sorular sorulmadan önce, onların olacağını ve sorulacağını ezelden beri biliyordu. Bu ezelî ve mutlak bilgi, olayın meydana geliş veya sorunun soruluş tarzını ve zamanını ihtiva ettiği gibi, ona indirilecek cevabı da ihtiva eder.
Öte yandan yine biliyoruz ki, Yüce Allahın bütün sıfatları gibi Kelam sıfatı da ezelîdir. Bu sebeple bizler Kuran -ı Kerime Kelam-ı Kadîm (yani ezelî kelam, kadim söz) deriz. Kuran -ı Kerim de Allah Tealânın kelamı olduğuna göre, belli bir nüzul sebebi üzerine indirilen ayetlerin de ezelden beri mevcut olduğu kendiliğinden anlaşılır.
Şu halde herhangi bir olay ( sebeb -i nüzul) üzerine vahyin inmesi hadisesini şu şekilde izah etmek gerekiyor:
Allah Tealânın , meydana geleceğini ezelden beri bildiği bir olay, günü-saati geldiğinde vuku buluyor, olayı yaşayan kişi Efendimiz s.a.v.e gelerek başından geçen hadisenin hükmünü soruyor ve bunun üzerine, ezelî kelamın o olaya taalluk eden kısmı bir ayet olarak indiriliyor.
Levh-i Mahfuzun mahiyeti
Peki vahyi indiren Cebrail a.s. onu nereden alarak Efendimiz s.a.v.e getiriyordu? Kuranda şöyle buyurulur :
Hayır, (sana vahyedilen ) o (kitap), kadri pek büyük bir Kurandır . Ki Levh-i Mahfuzdadır . ( Bürûc , 21-22 )
ki bu, hakikaten çok değerli bir Kurandır ; korunmuş bir Kitapta Levh-i Mahfuzda) dır . (Vâkıa, 77-78 )
Doğrusu biz onu Arapça olarak okunacak bir Kuran kıldık ki, akıl erdiresiniz. Şüphesiz o, katımızda bulunan Ana Kitaptadır. Şanı yücedir, hikmetle doludur. ( Zuhruf , 4)
Bu ayetler, Kuran ayetlerinin Levh -i Mahfuzda bulunduğunu ifade etmektedir. Öyleyse şunu anlıyoruz ki, Cebrail a.s ., Rasul -i Ekrem s.a.v Efendimize getirdiği Kuran ayetlerini, Levh -i Mahfuzdan almaktadır. Ve yine şunu anlıyoruz ki, Kuran ayetleri, peyderpey nazil olurken, hatta nüzul sürecinden çok daha önceleri Levh -i Mahfuzda bir bütün olarak mevcuttu.
Öyleyse belli bir nüzul sebebi üzerine inen ayetlerin, o nüzul sebebi meydana gelmeden önce de aynen var olduğunu söylemek durumundayız.
Şu halde ayetin varlığı değil, sadece nüzulü sebebe bağlı olarak düşünülmelidir. Tarihselcilerin yanıldığı nokta işte burasıdır
Evrenin kader defteri
Kuranda bulunan başka birçok ayetten, Levh -i Mahfuzda Kuran dışında başka nelerin bulunduğunu öğreniyoruz.
Hem yerde debelenen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz Kitapta hiçbir eksik bırakmamışızdır. Sonra hepsi toplanıp Rabblerinin huzuruna getirilecekler. ( Enam , 38)
Fakat yeryüzünün onlardan neyi eksilttiği bizim malumumuzdur. Bizim katımızda hıfzedici bir Kitap vardır. (Kaf, 4)
Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kurandan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki, apaçık Kitapta bulunmasın. (Yunus, 61)
İnkârcılar, Kıyamet bize gelmeyecek dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitaptadır . ( Sebe , 3)
Ne kadar ülke varsa hepsini Kıyamet gününden önce ya helâk edecek veya en çetin biçimde azaplandıracağız . Bu, Kitapta yazılı bulunuyor. ( İsra , 58)
Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit bırakır. Ana Kitap Onun katındadır. ( Rad , 39)
Gaybın anahtarları Onun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa apaçık bir Kitaptadır . ( Enam , 59)
Bu ayetler, kâinatta bulunan her şeyin, zerrelerden kürelere, yerin derinliklerinden, bize sonsuz gibi gelen uzayın dipsiz karanlığına kadar, nerede ne olmuş, oluyor ve olacak ise hepsinin bilgisinin en ince detayına kadar, sebepleri ve sonuçlarıyla Levh -i Mahfuzda kayıtlı bulunduğunu haber vermektedir.
Allah Tealânın ilminin sınırı yoktur
De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için derya mürekkep olsa ve bir o kadarını da ilave etsek, Rabbimin sözleri tükenmeden deniz tükenirdi. ( Kehf , 109)
Bu ve daha birçok ayetin açıkça ifade ettiği gibi, Yüce Rabbimizin ilmi için bir sınır tayin etmek hiçbir varlığın haddi değildir.
Hal böyleyken en son bidat mezheplerden birisi olan Modernizmin temsilcilerinin, Kuranın tarihsel bir kitap olduğunu, yani ihtiva ettiği hükümlerin 7. yüzyıla ait olduğunu, bugün için geçerliliğinin bulunmadığını söylemesi, en başta sakat bir Allah inancı taşıdıklarını gösterir.
Zamanın başından sonuna kadar ve mekânın her boyutunda olmuş ve olacak her şeyin bilgisine sahip olan Yüce Allahın, insanlığa gönderdiği son vahyin 21. yüzyıl insanı hakkında geçerliliğini yitirmiş olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Böyle bir şey söyleyebilmek için, Allah Tealânın ilminin -hâşâ- sınırlı olduğuna inanmak gerekir ki, böyle bir düşünce sahibinin dinden çıkmasına sebep olur.
Bir de, dünyadaki, hatta sadece dünyadaki değil, evrenin herhangi bir yerindeki herhangi bir olayın, henüz meydana gelmeden önce Levh -i Mahfuzda kayıtlı bulunduğu gerçeğini hesaba kattığımızda, yukarıdaki düşüncenin en başta Kurana aykırı olduğu daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Bir diğer ifadeyle, belli bir nüzul sebebi üzerine indirilen ayet de, onun inişine sebep kılınan olayın meydana geleceğine dair bilgi de ezelden beri Levh -i Mahfuzda kayıtlı olduğundan, doğru olan şöyle dü ş ünmektir :
Zaman bizi bağlar, Cenab-ı Hakkı değil
Herhangi bir olayı, meydana geldiği tarihle bağlantılı düşünmek insana mahsus bir tavırdır. Çünkü bizler, zamandan ve mekândan bağımsız düşünemiyoruz. Oysa Allah Tealâ için dün de, bugün de yarın da birdir. Zaman Onun yarattığı bir şeydir; Onun ilmini ihata edemez, kuşatamaz, etkileyemez. Bizler sadece geçmişe ve bugüne ait şeylerin malumatına (hatta onların da cüzi bir kısmına) sahip iken, Allah Tealâ bütün zamanların ve bütün mekânların, hatta zaman ve mekân ötesinin ( gaybın ) bilgisine sahiptir.
Dolayısıyla bizim, tarihin belli bir dönemine ait olarak gördüğümüz şeyler ile bugüne ait gördüğümüz şeyler, aslında bizim sınırlı değerlendirmemize göre böyledir. Allah Tealâ nezdinde ise bunlar arasında hiçbir fark yoktur.
Mukaddes Kitabımızın tamamının veya bir kısım hükümlerinin artık geçerliliğini yitirdiği iddiasını bir de bu en temel akaid bilgisine göre değerlendirmek gerekir. Açıkça görülüyor ki, bu tarz iddia sahiplerinin asıl sorunu Allah tasavvuruyla alakalıdır.
Kaynak: SEMERKAND DERGİSİ