- Konum
- BERTUNA
-
- Üyelik Tarihi
- 2 Haz 2020
-
- Mesajlar
- 5,338
-
- MFC Puanı
- 16,230
1. Tarih Araştırma Programı
Mustafa Kemal’in tarihe olan ilgisi onun kendi ifadesine göre, okul yıllarına kadar uzanır. Çanakkale cephesinde üstlendiği görevleri içeren “Arıburnu Muharebeleri Raporu” adlı eserinin ilk kelimesi tarihtir. O eserini gelecek kuşaklara doğru bilgi aktarmak için kaleme aldığını belirtmiştir. Yaptığı inkılâpları halka ve meclise anlatmak için sık sık tarihin tanıklığına başvurmuş ve bu sayede muhaliflerini iknâ etmiştir. Tarihe olan ilgisi ve verdiği değer kendisine fahri profesörlük verileceği zaman somut olarak ortaya çıkmıştır. İstanbul Darülfünunu Edebiyat Medresesi Müderrisler Meclisinin kararı ile kendisine 1923’te Fahrî Edebiyat Profesörlüğü takdim edileceği zaman, edebiyattan ziyade tarihle daha çok ilgilendiğini belirterek profesörlük beratının tarihe ait olmasını istemiştir.
Atatürk hem ilgi duyduğu bir alanda gerçeklerin gün ışığına çıkarılmasına yardımcı olmak hem de Türklere yapılan saldırılara karşı koymak amacıyla aşağıda yer alan sorulara cevap verilmesini istemiştir.
1- Türkiye’nin en eski yerli halkları kimdi?
2- Türkiye’de ilk medeniyet nasıl kurulmuş veya kimler tarafından getirilmiştir?
3- Türklerin cihan tarihinde ve dünya medeniyetindeki yeri nedir?
4- Türklerin bir aşiret olarak, Anadolu’da devlet kurmaları bir tarih efsanesidir. Şu halde bu devletin kuruluşu için başka bir izah bulmak lazımdır.
5- İslâm tarihinin gerçek hüviyeti nedir? Türklerin İslâm tarihinde rolü ne olmuştur?
I. Türk Tarih Kongresi’nin önsözünde Türk tarihçilerinin onun çizdiği anahatlar üzerinde çalışmalar yaptığına vurgu yapılmış ve kongrede yukarıdaki sorulara cevap aranmıştır. Sonuçta ortaya Türk tarih tezi çıkmıştır. Sonuçları bugün dahi tartışma konusu olan Türk tarih tezi, Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki en önemli iddia olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Atatürk yapılan çalışmaları yakından izlemiş, devletin bütün imkanlarından tarihçilerin yararlanmasını sağlamıştır. Özellikle büyük para ve emek isteyen kazılar ve kazıların buluntuları ile yakından ilgilenmiştir.
Mustafa Kemal Türk tarihçilerine nasıl çalışacaklarına dair yol da göstermiştir. Atatürk’ün Türk Tarih Kurumuna verdiği plan şöyledir:
“Türk ve Türkiye tarihi kronolojik sıraya göre incelenecek, Türk milletinin çeşitli coğrafi bölgelerde kurdukları devletlerin siyasi ve askeri hakimiyetlerinin durumu tespit edilecektir. Daha sonra bu devletlerin tarihleri aşağıdaki şemaya dayanılarak ortaya çıkarılacaktır”.
1- Devlet Hayatı
a- Devletin şekli, dayandığı anayasa, devlet başkanının hak ve görevleri.
b- Parlamento seçim kanunları, hak ve yetkileri.
c- Hükümet teşkilî ve bakanlar kurulunun kanunî yetkileri.
d- İdari sistem ve kuruluşların işleme düzeni.
e- Ordu teşkilâtının esasları.
f- Yargı organları ve işleme tarzı.
g- Mali sistem.
2- Ekonomik Hayat
a- Üretim, tarım ve ağaç ürünleri.
b- Her çeşit endüstri.
c- Yollar ve ulaşım araçları.
d- İç ve dış ticaret.
3- Fikrî Hayat
a- Dini inanış ve kuruluşlar.
b- Aile düzeni.
c- Örf ve adetler.
d- Müspet ilimlerin bütün dalları.
e- Güzel sanatlar.
Bu konulara ek olarak her konu üzerinde çalışanlara, “Türklerin Medeniyete Hizmetleri” başlığı altında çalışmalar yapmalarını önermiştir. Onun Yalova’da 1930 yılında Türk tarihçileriyle yaptığı toplantılara hazırlanırken Afet İnan’a dikte ettirdiği sorular sadece Türk değil, dünya tarihçilerinin de cevap vermesi gereken sorulardır. Atatürk bu sorulara verilecek cevapların neler olabileceği konusunda da çalışmalar yaparak tarihçilere yol göstermiştir. Başlıca soruları şunlar idi:
1- İnsanların tarihten alabilecekleri mühim dikkat ve intibah dersleri neler olmalıdır? Bugünün hâdiselerinden birini izaha medar olacak tarihî bir nokta-i nazar söyleyebilir misiniz?
2- Tarihî hâdiselerin âmilleri nelerdir? Bu âmillerden sizce en ehemmiyetlisi hangisidir?
3- İnsanların nereden ve nasıl geldikleri hakkında, beşeriyetin bugünkü umumî telâkkisine yaraşabilecek esas ne olabilir?
4- Medeniyet ne demektir?
5- Bu işleri bütün dünya ve beşeriyette ilk yapmış ve yaymış olan insanlar hangi ırktandır? Bu ırkın ilk yurdu neresidir?
Diğer bilim dalları gibi tarihin de bir araştırma metodu olmalıydı. İşte o metodun temeli elde edilen her türlü bulgu ve belgeydi. Tarih belgeye dayandığı müddetçe doğru olabilirdi. Nitekim, kendisinin yazılmasını emrettiği Türk Tarihinin Ana Hatları adlı eserin ilk baskısını tamamlandıktan sonra okumuş, özellikle belge ve güvenilir kaynaklardan yeterince yararlanılmadığı için beğenmemiştir. Eseri yeniden yazılması için araştırıcılara geri göndermiş ve her konuyu sahasında uzman olanların yazmasını istemiştir. Eser belge ve kaynaklardan faydalanılarak yeniden yazılmış ve ancak o zaman Atatürk’ün beğenisi kazanılmıştır. O, tarihle yüzeysel olarak ilgilenenlere itibar etmemiştir. Bu nedenle her olayın olduğu gibi yazılmasını istemiştir. Nutuk’un belgelere dayanması için sarf ettiği gayret ile tarihin vesikaya dayanması gerekliliğine olan inancını bizzat pratiğe aktarmıştır. Tarihte ondan önce de bu tür büyük tarihler yazdırma ve yazma teşebbüsü olmuştur. Ancak onların hiç biri Atatürk çapında bir eser vücuda getirememişlerdir. Çünkü vesikaya istenilen oranda itibar etmemişlerdir. Onun bu konuda Türk tarihçilerine yol gösteren sözleri bu düşüncelerinin somutlaşmış ifadeleridir:
“Sümmettedarik bir eser vücuda getirerek ferdasında nâdim olmaktan ise hiçbir eser vücuda getirmemek aczini itiraf etmek evladır. Biz tarih yazarken bizzat fiiller ve hadiseler sahibi arayan adamlarız. Ve eğer bunları bulamazsak meçhulü ve bu noktada cehlimizi itiraf etmekten çekinmeyelim. Aport yaratmayalım. Bizim mesleğimiz bu değildir. Biz daima hakikat arayan ve buldukça bulduğumuza kani oldukça cüret gösteren adamlarız”.
“Her şeyden evvel kendinizin dikkatle ve itina ile seçeceğiniz vesikalara dayanınız. Bu vesikalar üzerinde yapacağınız tetkikatta her şeyden ve herkesten evvel, kendi inisiyatifinizi ve milli süzgecinizi kullanınız.”
“Tarih hayal mahsulü olamaz. Tarih yazarken gerçek olayları bulmağa çalışmalıyız. Eğer bunları bulamazsak meçhuliyeti ve bu noktadan cehlimizi itiraf etmekten çekinmeyelim.”
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir hal alır.”
Görüldüğü gibi Atatürk’ün önemle üzerinde durduğu ilk husus, tarihin belgeye dayalı olarak doğru yazılmasıdır. İşaret ettiği ikinci husus tarihçinin vesikayı kullanırken kendi inisiyatifini kullanması ve milli bir çerçeveden olaya bakmasıdır. Son husus ise eğer konuyla ilgili belge bulunamazsa bunun açıkça itiraf edilmesinden çekinilmemesidir.
2. Atatürk’ün Tarih Anlayışı
a. Evrensel Tarih Anlayışı
Atatürk’e göre tarih insanların kişisel hürriyetlerini ve milletlerin özellik ve bağımsızlıklarını korumaları şartıyla, binlerce yıldan beri aynı kökten türemiş olan insanlık kültürü içinde birleşmeyi sağlamalıydı. Bütün insanlığın yükselmesi için bu duygu bütün insanlıkta şuur bulmalıydı. Tarih milletler arasındaki düşmanlıkları değil kardeşlikleri ortaya çıkarmalıydı. O, Balkan milletleri üyeleri ile Balkan Antantı üzerinde çalışırken şunları ifade etmiştir:
“Balkan Milletleri içtimai ve siyasi ne çehre arz ederse etsinler, onların Orta Asya’dan gelmiş yakın soylardan müşterek cetleri olduğunu unutmamak lazımdır. Karadeniz’in Şimal ve Cenup yolları ile binlerce seneler deniz dalgaları gibi birbiri ardınca gelip Balkanlarda yerleşmiş olan insan kütleleri, başka başka adlar taşımış olmalarına rağmen, hakikatte bir tek beşikten çıkmış kardeş kavimlerden başka bir şey değildirler”.
Bu sözleriyle Atatürk bütün milletlerin ortak geçmişine yani Türk Tarih Tezi’ne atıfta bulunmaktaydı. O, bu fikir esas alındığı zaman çeşitli doğal, sosyal, dinsel etkenlerle birbirlerinden ayrılmış, birbirine düşman kesilmiş dünyadaki bütün insanların bir araya gelebileceğine ve barışın tesis edilebileceğine inanıyordu. Ortaya attığı düşünceler bütün milletlerin kardeşliği ve dünya barışının tesisi yönünde oldukça açık evrensel mesajlardır. Onun tarih anlayışı Avrupa’nın sınıfçı, Avrupa dışındaki kültürleri küçümseyen, ben merkezli, kendini büyük görme saplantısına da karşı çıkış niteliğindedir.
b. Millî Tarih Anlayışı
Cumhuriyet Türkiyesi’nin halletmesi gereken en önemli problem, halkın kendi milli kimlik ve benliğinin farkına vardırılmasıydı. Bu amaçla yoğun tarih araştırmalarına başlanılmıştır. Tarihin bu amaçla kullanılması, özellikle Cumhuriyet devri ilk tarihçileri üzerinde oldukça etkisi olan Fransız pozitivist yazar Seignobos tarafından ortaya atılmıştır. Seignobos XIX. yüzyıl başlarında verdiği bir konferansta tarih eğitiminin siyasal eğitimde bir araç olarak çok etkili olduğunu vurgulamıştır. Ona göre tarih, yurttaşlık bilgisi şeklinde okutulmalıydı ve tarih öğretmenleri gelecek kuşakları, geleceğin yurttaşlarını eğitme misyonunu üstlenmeliydi. Bu nedenle milli tarih halkı yönlendirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Milli tarih yazımı değerlerle yüklüdür. Arzulanan bir geleceğe yöneliktir. Gökalp’in deyimiyle “milletin vicdanıdır”. Cumhuriyetin ilk tarihçileri çalışmalar yaparlarken milli vicdanı oluşturmak ve millete milli bir kimlik kazandırmak hedefini hiçbir zaman göz ardı etmemişlerdir. I. Türk tarih kongresinin açılış konuşmasını yapan Milli Eğitim Bakanı Esat Bey Cumhuriyetin kurucularının tarih eğitiminden ne beklediklerini açıkça dile getirmiştir. O, tarihi bütün sosyal bilimlerin temeli kabul ederek, tarihin Türk milletinin varlığını ve benliğini ve dünya medeniyetine olan hizmetlerini ortaya çıkaracak tarzda kaleme alınması gerekliliğine vurgu yapmıştır. İlaveten kendisi de yukarıdaki doğrultuda “Türklerin şanlı geçmişine” ait bir bildiri sunmuştur. Fuat Köprülü ise yapılan tarih çalışmalarını “Gazi’nin irşadı ve teşvikiyle başlayan milli tarihimizi yeniden yaratmak faaliyeti” olarak nitelemiştir.
İlk olarak batılı tarihçilerin yaptığı çalışmalar incelenmiştir. Bunlardan Fransız Léon Cahun’ün 1873’te I. Oryantalistler kongresinde sunduğu, “Orta Asya’nın prehistorik çağında Orta Asya’da bir iç deniz olduğu ve bu iç denizin kurumasıyla Türklerin göç ettikleri ve dünyanın geri kalan kısmını medenileştirdikleri” tezi, Atatürk ve çalışma arkadaşlarının gözünden kaçmamıştır. Derhal bu konuda araştırmalara geçilmiştir. Böylece Türklerin medeniyete hiç bir şey katmadıkları yönündeki Batı kaynaklı bilgiye, yine bir Batılının teziyle karşı konulmaya çalışılmıştır.
Atatürk ve Türk tarihçilerinin dikkatini çeken ikinci ve daha önemli olay Orhun Yazıtları olmuştur. Orhun Yazıtları’nın 1887-1888 tarihinde keşfinin ardından 1896’da Wilhelm Thomsen’in yazıları çözmesiyle Türk tarihçilerinin batılılara cevap olarak kullanabilecekleri bir alan bulunmuştur. Bu yazıtların keşfi ve Türkiye’de iyice tanınması Türk araştırmacıların dikkatini Orta Asya Türk tarihine çekmiştir. Türklerin Müslümanlığı kabulüyle İslâm öncesi Türk tarihi neredeyse unutulmuştu. Yapılan çalışmaların tamamı Batılılar tarafından gerçekleştirilmişti. Onlar da tarihi ancak kendi doğrularını esas alarak yazmışlardı. Ancak Orhun Yazıtları durumun Avrupalıların iddia ettikleri gibi olmadığının kanıtı olarak kabul edilmiştir. Bu yazıtlar Türklere pek yakından tanımadıkları, araştırılmaya muhtaç bir saha ve şanlı bir geçmişi müjdelemiştir. Orta Asya’daki şanlı Türk geçmişi gün ışığına çıkarıldığında Batılar tarafından iddia edilen olumsuzluklara da güzel bir cevap verilmiş olacaktı. Bu amaçla yoğun tarih araştırmaları başlamış ve Türk tarih tezi ortaya çıkmıştır. Çalışmalar sonunda Türklerin de övünebilecekleri bir tarihleri olduğu kanıtlanmıştır. Hatta daha önce kurulan Türk devletlerinden 16 tanesinin bayrağı cumhurbaşkanlığı forsuna alınarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bu devlet geleneğinin temsilcisi olduğuna vurgu yapılmak istenmiştir.
Ömrünün yarısını savaşlarda geçirmiş ve Türkün en yüksek medeni vasfına bizzat tanık olmuş biri olarak Atatürk’ün Türklerin barbarlığına ve medeniyet düşmanı olduğuna inanması mümkün değildi. Çünkü onun komuta ettiği erat kimi zaman kendi canı pahasına da olsa cephede savaştığı düşmanına yardım elini uzatmıştır. Cephede savaştığı düşmanına bile merhametle bakmayı başarabilen bir milletin barbar olması beklenemezdi. Türk tarihi bu tür olayların örnekleriyle doluydu. Tarihi bir gerçeklik olan ve kendisinin de inandığı Türkün medeni özelliklerinin dünyaya tanıtılması gerekliydi. Bu ise ancak tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılmasıyla mümkün olabilirdi. Bu düşüncesini onun söylev ve demeçlerinde somut olarak takip etmek mümkündür. Ona göre:
“Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullu medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için borçtur.”
“Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
“Eğer bir millet büyükse, kendisini tanımakla daha büyük olur.”
“Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için lâzım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları, istiklâl fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyecektir.”
“Ey Türk Milleti! Sen yalnız kahramanlık ve cengâverlikte değil, fikirde ve medeniyette de insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun medeniyetlerin sena ve sitayişleri ile doludur. Mevcudiyetine kasteden siyasî ve içtimaî amiller birkaç asırdır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da, on bin yıllık fikir ve hars mirası, ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret halinde yaşıyor. Hafızasında binlerce ve binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyet safında lâyık olduğun mevkii sana parmağıyla gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel! Bu, senin için hem bir hak, hem de bir vazifedir.”
Mustafa Kemal’in milli tarih görüşü de iki kısımdır. İlki Türkçü, yani yukarıda açıklamaya çalıştığımız Türk milletinin medeni vasfını ve insanlığa hizmetlerini ortaya çıkarmayı amaçlayan hedeftir. İkincisi ise Anadolucu teori olarak adlandırabileceğimiz, Anadolu üzerindeki iddialara cevap vermek için ortaya atılan Anadolu’nun ilk yerlilerinin ve Anadolu medeniyetinin kurucularının Türk olduğunu ispata yönelik yapılan çalışmalardır. Bu amaçla Sümerlerin ve Etrükslerin Türklerle ilişkilerini ve akrabalıklarını ortaya koyacak çalışmalar yapılarak şaşırtıcı sonuçlar elde edilmiştir. Araştırma sonuçları değerlendirilerek Yunanlıların ve Ermenilerin Anadolu’nun kendi toprakları olduğu yönündeki iddialarına cevap verilmiştir. Çalışmaların sonuçları 1932 yılındaki I. Türk Tarih Kongresi’nde yerli bilim adamlarına sunulmuş ve yerli araştırıcılar ve kongreye davetli olarak katılan tarih öğretmenlerinden destek görmüştür. 1937’deki II. Türk Tarih Kongresi’nde ise Türklerin Dünya medeniyetine katkıları ve Anadolu’nun kadim Türk yurdu olduğuna dair bulgular dünya tarihçilerinin tetkikine sunulmuş ve önemli tartışmalar yol açmıştır.
Sonuç
Mustafa Kemal Atatürk realist bir devlet adamı olarak içinde bulunduğu zorlukların ve elindeki kaynakların farkındaydı. O bir Türk rönesansı olmadan kalkınmanın ve uluslaşma sürecinin tamamlanamayacağını çok iyi tespit etmiştir. Bu nedenle yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin kültür olduğunu bir çok açıklamasında vurgulamıştır. Yapılan devrimlerin temel unsurunu daima kültür teşkil etmiştir. Yazı, şapka, kılık kıyafet devrimleri, yaratılması hedeflenen toplum için ön hazırlıkları oluşturmuştur. Bu devrimlerin hemen ardından Türk rönesansını gerçekleştirecek bilimsel kurumlar kurulmaya başlanmıştır. Örneğin Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi’nin Tıp Fakültesinden önce kurulması Mustafa Kemal’in sosyal bilimlere verdiği önemin en açık göstergesidir. Bu nedenle o mesaisinin büyük çoğunluğunu sosyal bilim çalışmalarına ayırmış, kendisi de bu araştırmaların içinde bulunmuştur. Mustafa Kemal sosyal bilimler sahasında ise daha ziyade dil ve tarih çalışmaları ile yakından ilgilenmiştir. Yaptığı çalışmaların içinde tarihe olan ilgisi ve verdiği değer ise apayrı önem taşımıştır.
Atatürk tarihi her zaman yol gösterici olarak görmüş ve aşağıda yer alan sözleri ile de bu fikirlerini beyan etmiştir:
“Tarih ne güzel aynadır. İnsanlar, bahusus ahlakta mütekâmil olamayan kavimler, en büyük mukaddesat karşısında bile hasis hissiyata tâbi olmaktan men’i nefs edemiyor. Tarihin sinesine geçen büyük hadisatta, bu hadiseler içinde âmil ve fâil olanların etvar ve harekât ve muamelâtı onların ahlâk seciyelerini gösterir.”
“İnsanların tarihten alabilecekleri mühim dikkat ve intibah dersleri; bence devletlerin, umumiyetle siyasi müesseselerin teşekküllerinde, bu müesseselerin mahiyetlerini tebdilde ve bunların inhilâl ve inkırazlarında müessir olmuş olan sebepler ve âmillerin tetkikinden çıkan neticeler olmalıdır.”
“Tarih; bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiç bir zaman inkâr edemez.”
O tarih anlayışı ile sadece dünya barışına katkıda bulunmamış, en büyük eseri olan Türk Milli varlığının da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Türk milli varlığını ve kimliğini tüm dünyaya tanıtmış ve kabul ettirmiştir. Tarihi bilgileri okuyup o bilgilerden yararlanmakla kalmamış, tarihçilerin yaptığı araştırma sonuçlarının hatalarını, eksiklerini bulacak ve düzeltecek kadar da kendisini tarih bilgisiyle donatmıştır. Tarihe verdiği değeri görevi tarih araştırmaları yapmak olan Türk Tarih Kurumu’nu kurarak somut olarak ispat etmiştir. Bu kurumu kurmakla yetinmeyip gelecekte yaşaması için gerekli finansmanı da temin etmiştir.
Mustafa Kemal’in tarihe olan ilgisi onun kendi ifadesine göre, okul yıllarına kadar uzanır. Çanakkale cephesinde üstlendiği görevleri içeren “Arıburnu Muharebeleri Raporu” adlı eserinin ilk kelimesi tarihtir. O eserini gelecek kuşaklara doğru bilgi aktarmak için kaleme aldığını belirtmiştir. Yaptığı inkılâpları halka ve meclise anlatmak için sık sık tarihin tanıklığına başvurmuş ve bu sayede muhaliflerini iknâ etmiştir. Tarihe olan ilgisi ve verdiği değer kendisine fahri profesörlük verileceği zaman somut olarak ortaya çıkmıştır. İstanbul Darülfünunu Edebiyat Medresesi Müderrisler Meclisinin kararı ile kendisine 1923’te Fahrî Edebiyat Profesörlüğü takdim edileceği zaman, edebiyattan ziyade tarihle daha çok ilgilendiğini belirterek profesörlük beratının tarihe ait olmasını istemiştir.
Atatürk hem ilgi duyduğu bir alanda gerçeklerin gün ışığına çıkarılmasına yardımcı olmak hem de Türklere yapılan saldırılara karşı koymak amacıyla aşağıda yer alan sorulara cevap verilmesini istemiştir.
1- Türkiye’nin en eski yerli halkları kimdi?
2- Türkiye’de ilk medeniyet nasıl kurulmuş veya kimler tarafından getirilmiştir?
3- Türklerin cihan tarihinde ve dünya medeniyetindeki yeri nedir?
4- Türklerin bir aşiret olarak, Anadolu’da devlet kurmaları bir tarih efsanesidir. Şu halde bu devletin kuruluşu için başka bir izah bulmak lazımdır.
5- İslâm tarihinin gerçek hüviyeti nedir? Türklerin İslâm tarihinde rolü ne olmuştur?
I. Türk Tarih Kongresi’nin önsözünde Türk tarihçilerinin onun çizdiği anahatlar üzerinde çalışmalar yaptığına vurgu yapılmış ve kongrede yukarıdaki sorulara cevap aranmıştır. Sonuçta ortaya Türk tarih tezi çıkmıştır. Sonuçları bugün dahi tartışma konusu olan Türk tarih tezi, Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki en önemli iddia olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Atatürk yapılan çalışmaları yakından izlemiş, devletin bütün imkanlarından tarihçilerin yararlanmasını sağlamıştır. Özellikle büyük para ve emek isteyen kazılar ve kazıların buluntuları ile yakından ilgilenmiştir.
Mustafa Kemal Türk tarihçilerine nasıl çalışacaklarına dair yol da göstermiştir. Atatürk’ün Türk Tarih Kurumuna verdiği plan şöyledir:
“Türk ve Türkiye tarihi kronolojik sıraya göre incelenecek, Türk milletinin çeşitli coğrafi bölgelerde kurdukları devletlerin siyasi ve askeri hakimiyetlerinin durumu tespit edilecektir. Daha sonra bu devletlerin tarihleri aşağıdaki şemaya dayanılarak ortaya çıkarılacaktır”.
1- Devlet Hayatı
a- Devletin şekli, dayandığı anayasa, devlet başkanının hak ve görevleri.
b- Parlamento seçim kanunları, hak ve yetkileri.
c- Hükümet teşkilî ve bakanlar kurulunun kanunî yetkileri.
d- İdari sistem ve kuruluşların işleme düzeni.
e- Ordu teşkilâtının esasları.
f- Yargı organları ve işleme tarzı.
g- Mali sistem.
2- Ekonomik Hayat
a- Üretim, tarım ve ağaç ürünleri.
b- Her çeşit endüstri.
c- Yollar ve ulaşım araçları.
d- İç ve dış ticaret.
3- Fikrî Hayat
a- Dini inanış ve kuruluşlar.
b- Aile düzeni.
c- Örf ve adetler.
d- Müspet ilimlerin bütün dalları.
e- Güzel sanatlar.
Bu konulara ek olarak her konu üzerinde çalışanlara, “Türklerin Medeniyete Hizmetleri” başlığı altında çalışmalar yapmalarını önermiştir. Onun Yalova’da 1930 yılında Türk tarihçileriyle yaptığı toplantılara hazırlanırken Afet İnan’a dikte ettirdiği sorular sadece Türk değil, dünya tarihçilerinin de cevap vermesi gereken sorulardır. Atatürk bu sorulara verilecek cevapların neler olabileceği konusunda da çalışmalar yaparak tarihçilere yol göstermiştir. Başlıca soruları şunlar idi:
1- İnsanların tarihten alabilecekleri mühim dikkat ve intibah dersleri neler olmalıdır? Bugünün hâdiselerinden birini izaha medar olacak tarihî bir nokta-i nazar söyleyebilir misiniz?
2- Tarihî hâdiselerin âmilleri nelerdir? Bu âmillerden sizce en ehemmiyetlisi hangisidir?
3- İnsanların nereden ve nasıl geldikleri hakkında, beşeriyetin bugünkü umumî telâkkisine yaraşabilecek esas ne olabilir?
4- Medeniyet ne demektir?
5- Bu işleri bütün dünya ve beşeriyette ilk yapmış ve yaymış olan insanlar hangi ırktandır? Bu ırkın ilk yurdu neresidir?
Diğer bilim dalları gibi tarihin de bir araştırma metodu olmalıydı. İşte o metodun temeli elde edilen her türlü bulgu ve belgeydi. Tarih belgeye dayandığı müddetçe doğru olabilirdi. Nitekim, kendisinin yazılmasını emrettiği Türk Tarihinin Ana Hatları adlı eserin ilk baskısını tamamlandıktan sonra okumuş, özellikle belge ve güvenilir kaynaklardan yeterince yararlanılmadığı için beğenmemiştir. Eseri yeniden yazılması için araştırıcılara geri göndermiş ve her konuyu sahasında uzman olanların yazmasını istemiştir. Eser belge ve kaynaklardan faydalanılarak yeniden yazılmış ve ancak o zaman Atatürk’ün beğenisi kazanılmıştır. O, tarihle yüzeysel olarak ilgilenenlere itibar etmemiştir. Bu nedenle her olayın olduğu gibi yazılmasını istemiştir. Nutuk’un belgelere dayanması için sarf ettiği gayret ile tarihin vesikaya dayanması gerekliliğine olan inancını bizzat pratiğe aktarmıştır. Tarihte ondan önce de bu tür büyük tarihler yazdırma ve yazma teşebbüsü olmuştur. Ancak onların hiç biri Atatürk çapında bir eser vücuda getirememişlerdir. Çünkü vesikaya istenilen oranda itibar etmemişlerdir. Onun bu konuda Türk tarihçilerine yol gösteren sözleri bu düşüncelerinin somutlaşmış ifadeleridir:
“Sümmettedarik bir eser vücuda getirerek ferdasında nâdim olmaktan ise hiçbir eser vücuda getirmemek aczini itiraf etmek evladır. Biz tarih yazarken bizzat fiiller ve hadiseler sahibi arayan adamlarız. Ve eğer bunları bulamazsak meçhulü ve bu noktada cehlimizi itiraf etmekten çekinmeyelim. Aport yaratmayalım. Bizim mesleğimiz bu değildir. Biz daima hakikat arayan ve buldukça bulduğumuza kani oldukça cüret gösteren adamlarız”.
“Her şeyden evvel kendinizin dikkatle ve itina ile seçeceğiniz vesikalara dayanınız. Bu vesikalar üzerinde yapacağınız tetkikatta her şeyden ve herkesten evvel, kendi inisiyatifinizi ve milli süzgecinizi kullanınız.”
“Tarih hayal mahsulü olamaz. Tarih yazarken gerçek olayları bulmağa çalışmalıyız. Eğer bunları bulamazsak meçhuliyeti ve bu noktadan cehlimizi itiraf etmekten çekinmeyelim.”
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir hal alır.”
Görüldüğü gibi Atatürk’ün önemle üzerinde durduğu ilk husus, tarihin belgeye dayalı olarak doğru yazılmasıdır. İşaret ettiği ikinci husus tarihçinin vesikayı kullanırken kendi inisiyatifini kullanması ve milli bir çerçeveden olaya bakmasıdır. Son husus ise eğer konuyla ilgili belge bulunamazsa bunun açıkça itiraf edilmesinden çekinilmemesidir.
2. Atatürk’ün Tarih Anlayışı
a. Evrensel Tarih Anlayışı
Atatürk’e göre tarih insanların kişisel hürriyetlerini ve milletlerin özellik ve bağımsızlıklarını korumaları şartıyla, binlerce yıldan beri aynı kökten türemiş olan insanlık kültürü içinde birleşmeyi sağlamalıydı. Bütün insanlığın yükselmesi için bu duygu bütün insanlıkta şuur bulmalıydı. Tarih milletler arasındaki düşmanlıkları değil kardeşlikleri ortaya çıkarmalıydı. O, Balkan milletleri üyeleri ile Balkan Antantı üzerinde çalışırken şunları ifade etmiştir:
“Balkan Milletleri içtimai ve siyasi ne çehre arz ederse etsinler, onların Orta Asya’dan gelmiş yakın soylardan müşterek cetleri olduğunu unutmamak lazımdır. Karadeniz’in Şimal ve Cenup yolları ile binlerce seneler deniz dalgaları gibi birbiri ardınca gelip Balkanlarda yerleşmiş olan insan kütleleri, başka başka adlar taşımış olmalarına rağmen, hakikatte bir tek beşikten çıkmış kardeş kavimlerden başka bir şey değildirler”.
Bu sözleriyle Atatürk bütün milletlerin ortak geçmişine yani Türk Tarih Tezi’ne atıfta bulunmaktaydı. O, bu fikir esas alındığı zaman çeşitli doğal, sosyal, dinsel etkenlerle birbirlerinden ayrılmış, birbirine düşman kesilmiş dünyadaki bütün insanların bir araya gelebileceğine ve barışın tesis edilebileceğine inanıyordu. Ortaya attığı düşünceler bütün milletlerin kardeşliği ve dünya barışının tesisi yönünde oldukça açık evrensel mesajlardır. Onun tarih anlayışı Avrupa’nın sınıfçı, Avrupa dışındaki kültürleri küçümseyen, ben merkezli, kendini büyük görme saplantısına da karşı çıkış niteliğindedir.
b. Millî Tarih Anlayışı
Cumhuriyet Türkiyesi’nin halletmesi gereken en önemli problem, halkın kendi milli kimlik ve benliğinin farkına vardırılmasıydı. Bu amaçla yoğun tarih araştırmalarına başlanılmıştır. Tarihin bu amaçla kullanılması, özellikle Cumhuriyet devri ilk tarihçileri üzerinde oldukça etkisi olan Fransız pozitivist yazar Seignobos tarafından ortaya atılmıştır. Seignobos XIX. yüzyıl başlarında verdiği bir konferansta tarih eğitiminin siyasal eğitimde bir araç olarak çok etkili olduğunu vurgulamıştır. Ona göre tarih, yurttaşlık bilgisi şeklinde okutulmalıydı ve tarih öğretmenleri gelecek kuşakları, geleceğin yurttaşlarını eğitme misyonunu üstlenmeliydi. Bu nedenle milli tarih halkı yönlendirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Milli tarih yazımı değerlerle yüklüdür. Arzulanan bir geleceğe yöneliktir. Gökalp’in deyimiyle “milletin vicdanıdır”. Cumhuriyetin ilk tarihçileri çalışmalar yaparlarken milli vicdanı oluşturmak ve millete milli bir kimlik kazandırmak hedefini hiçbir zaman göz ardı etmemişlerdir. I. Türk tarih kongresinin açılış konuşmasını yapan Milli Eğitim Bakanı Esat Bey Cumhuriyetin kurucularının tarih eğitiminden ne beklediklerini açıkça dile getirmiştir. O, tarihi bütün sosyal bilimlerin temeli kabul ederek, tarihin Türk milletinin varlığını ve benliğini ve dünya medeniyetine olan hizmetlerini ortaya çıkaracak tarzda kaleme alınması gerekliliğine vurgu yapmıştır. İlaveten kendisi de yukarıdaki doğrultuda “Türklerin şanlı geçmişine” ait bir bildiri sunmuştur. Fuat Köprülü ise yapılan tarih çalışmalarını “Gazi’nin irşadı ve teşvikiyle başlayan milli tarihimizi yeniden yaratmak faaliyeti” olarak nitelemiştir.
İlk olarak batılı tarihçilerin yaptığı çalışmalar incelenmiştir. Bunlardan Fransız Léon Cahun’ün 1873’te I. Oryantalistler kongresinde sunduğu, “Orta Asya’nın prehistorik çağında Orta Asya’da bir iç deniz olduğu ve bu iç denizin kurumasıyla Türklerin göç ettikleri ve dünyanın geri kalan kısmını medenileştirdikleri” tezi, Atatürk ve çalışma arkadaşlarının gözünden kaçmamıştır. Derhal bu konuda araştırmalara geçilmiştir. Böylece Türklerin medeniyete hiç bir şey katmadıkları yönündeki Batı kaynaklı bilgiye, yine bir Batılının teziyle karşı konulmaya çalışılmıştır.
Atatürk ve Türk tarihçilerinin dikkatini çeken ikinci ve daha önemli olay Orhun Yazıtları olmuştur. Orhun Yazıtları’nın 1887-1888 tarihinde keşfinin ardından 1896’da Wilhelm Thomsen’in yazıları çözmesiyle Türk tarihçilerinin batılılara cevap olarak kullanabilecekleri bir alan bulunmuştur. Bu yazıtların keşfi ve Türkiye’de iyice tanınması Türk araştırmacıların dikkatini Orta Asya Türk tarihine çekmiştir. Türklerin Müslümanlığı kabulüyle İslâm öncesi Türk tarihi neredeyse unutulmuştu. Yapılan çalışmaların tamamı Batılılar tarafından gerçekleştirilmişti. Onlar da tarihi ancak kendi doğrularını esas alarak yazmışlardı. Ancak Orhun Yazıtları durumun Avrupalıların iddia ettikleri gibi olmadığının kanıtı olarak kabul edilmiştir. Bu yazıtlar Türklere pek yakından tanımadıkları, araştırılmaya muhtaç bir saha ve şanlı bir geçmişi müjdelemiştir. Orta Asya’daki şanlı Türk geçmişi gün ışığına çıkarıldığında Batılar tarafından iddia edilen olumsuzluklara da güzel bir cevap verilmiş olacaktı. Bu amaçla yoğun tarih araştırmaları başlamış ve Türk tarih tezi ortaya çıkmıştır. Çalışmalar sonunda Türklerin de övünebilecekleri bir tarihleri olduğu kanıtlanmıştır. Hatta daha önce kurulan Türk devletlerinden 16 tanesinin bayrağı cumhurbaşkanlığı forsuna alınarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bu devlet geleneğinin temsilcisi olduğuna vurgu yapılmak istenmiştir.
Ömrünün yarısını savaşlarda geçirmiş ve Türkün en yüksek medeni vasfına bizzat tanık olmuş biri olarak Atatürk’ün Türklerin barbarlığına ve medeniyet düşmanı olduğuna inanması mümkün değildi. Çünkü onun komuta ettiği erat kimi zaman kendi canı pahasına da olsa cephede savaştığı düşmanına yardım elini uzatmıştır. Cephede savaştığı düşmanına bile merhametle bakmayı başarabilen bir milletin barbar olması beklenemezdi. Türk tarihi bu tür olayların örnekleriyle doluydu. Tarihi bir gerçeklik olan ve kendisinin de inandığı Türkün medeni özelliklerinin dünyaya tanıtılması gerekliydi. Bu ise ancak tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılmasıyla mümkün olabilirdi. Bu düşüncesini onun söylev ve demeçlerinde somut olarak takip etmek mümkündür. Ona göre:
“Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullu medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için borçtur.”
“Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
“Eğer bir millet büyükse, kendisini tanımakla daha büyük olur.”
“Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için lâzım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları, istiklâl fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyecektir.”
“Ey Türk Milleti! Sen yalnız kahramanlık ve cengâverlikte değil, fikirde ve medeniyette de insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun medeniyetlerin sena ve sitayişleri ile doludur. Mevcudiyetine kasteden siyasî ve içtimaî amiller birkaç asırdır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da, on bin yıllık fikir ve hars mirası, ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret halinde yaşıyor. Hafızasında binlerce ve binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyet safında lâyık olduğun mevkii sana parmağıyla gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel! Bu, senin için hem bir hak, hem de bir vazifedir.”
Mustafa Kemal’in milli tarih görüşü de iki kısımdır. İlki Türkçü, yani yukarıda açıklamaya çalıştığımız Türk milletinin medeni vasfını ve insanlığa hizmetlerini ortaya çıkarmayı amaçlayan hedeftir. İkincisi ise Anadolucu teori olarak adlandırabileceğimiz, Anadolu üzerindeki iddialara cevap vermek için ortaya atılan Anadolu’nun ilk yerlilerinin ve Anadolu medeniyetinin kurucularının Türk olduğunu ispata yönelik yapılan çalışmalardır. Bu amaçla Sümerlerin ve Etrükslerin Türklerle ilişkilerini ve akrabalıklarını ortaya koyacak çalışmalar yapılarak şaşırtıcı sonuçlar elde edilmiştir. Araştırma sonuçları değerlendirilerek Yunanlıların ve Ermenilerin Anadolu’nun kendi toprakları olduğu yönündeki iddialarına cevap verilmiştir. Çalışmaların sonuçları 1932 yılındaki I. Türk Tarih Kongresi’nde yerli bilim adamlarına sunulmuş ve yerli araştırıcılar ve kongreye davetli olarak katılan tarih öğretmenlerinden destek görmüştür. 1937’deki II. Türk Tarih Kongresi’nde ise Türklerin Dünya medeniyetine katkıları ve Anadolu’nun kadim Türk yurdu olduğuna dair bulgular dünya tarihçilerinin tetkikine sunulmuş ve önemli tartışmalar yol açmıştır.
Sonuç
Mustafa Kemal Atatürk realist bir devlet adamı olarak içinde bulunduğu zorlukların ve elindeki kaynakların farkındaydı. O bir Türk rönesansı olmadan kalkınmanın ve uluslaşma sürecinin tamamlanamayacağını çok iyi tespit etmiştir. Bu nedenle yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin kültür olduğunu bir çok açıklamasında vurgulamıştır. Yapılan devrimlerin temel unsurunu daima kültür teşkil etmiştir. Yazı, şapka, kılık kıyafet devrimleri, yaratılması hedeflenen toplum için ön hazırlıkları oluşturmuştur. Bu devrimlerin hemen ardından Türk rönesansını gerçekleştirecek bilimsel kurumlar kurulmaya başlanmıştır. Örneğin Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi’nin Tıp Fakültesinden önce kurulması Mustafa Kemal’in sosyal bilimlere verdiği önemin en açık göstergesidir. Bu nedenle o mesaisinin büyük çoğunluğunu sosyal bilim çalışmalarına ayırmış, kendisi de bu araştırmaların içinde bulunmuştur. Mustafa Kemal sosyal bilimler sahasında ise daha ziyade dil ve tarih çalışmaları ile yakından ilgilenmiştir. Yaptığı çalışmaların içinde tarihe olan ilgisi ve verdiği değer ise apayrı önem taşımıştır.
Atatürk tarihi her zaman yol gösterici olarak görmüş ve aşağıda yer alan sözleri ile de bu fikirlerini beyan etmiştir:
“Tarih ne güzel aynadır. İnsanlar, bahusus ahlakta mütekâmil olamayan kavimler, en büyük mukaddesat karşısında bile hasis hissiyata tâbi olmaktan men’i nefs edemiyor. Tarihin sinesine geçen büyük hadisatta, bu hadiseler içinde âmil ve fâil olanların etvar ve harekât ve muamelâtı onların ahlâk seciyelerini gösterir.”
“İnsanların tarihten alabilecekleri mühim dikkat ve intibah dersleri; bence devletlerin, umumiyetle siyasi müesseselerin teşekküllerinde, bu müesseselerin mahiyetlerini tebdilde ve bunların inhilâl ve inkırazlarında müessir olmuş olan sebepler ve âmillerin tetkikinden çıkan neticeler olmalıdır.”
“Tarih; bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiç bir zaman inkâr edemez.”
O tarih anlayışı ile sadece dünya barışına katkıda bulunmamış, en büyük eseri olan Türk Milli varlığının da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Türk milli varlığını ve kimliğini tüm dünyaya tanıtmış ve kabul ettirmiştir. Tarihi bilgileri okuyup o bilgilerden yararlanmakla kalmamış, tarihçilerin yaptığı araştırma sonuçlarının hatalarını, eksiklerini bulacak ve düzeltecek kadar da kendisini tarih bilgisiyle donatmıştır. Tarihe verdiği değeri görevi tarih araştırmaları yapmak olan Türk Tarih Kurumu’nu kurarak somut olarak ispat etmiştir. Bu kurumu kurmakla yetinmeyip gelecekte yaşaması için gerekli finansmanı da temin etmiştir.