- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
GÜREŞ
Atatürk, sporlar arasında en çok güreşi severdi. Bu nedenledir ki onun güreşle ilgili anıları oldukça fazla ve ilginçtir.
İtalyanları yenen Milli Güreş Takımımız, Floryadaki Cumhurbaşkanlığı Köşkünde büyük Atatürk tarafından davet ve kabul olunup, yemeğe alıkonulmuştu. Atatürk İtalyanlar karşısında, parlak bir sonuç almış olan güreşçilerimizi teker teker kutlamış, bu arada özel bir sevgi duyduğu, sevimli ağır sıklet şampiyonumuz Çoban Mehmete takılmaktan da kendini alamamıştı:
-Sen, herkesi kolayca yeniyorsun Mehmet demiş, sonra ilave etmişti:
-Seninle güreş tutsak, beni de yenebilir misin?
Koca Çoban, çocuksu bir mahcubiyet içinde, başını öne eğerek:
-Sizi bütün cihan yenemedi Paşam, ben nasıl yenebilirim? demişti.
Büyük Atatürk Çoban Mehmetin bu cevabı karşısında pek duygulanmış ve aslan yapılı ağır sıklet şampiyonumuzu alnından öpmüştü.
Atatürkün Florya köşkünde istirahat ettiği günlerde, Çoban Mehmet, büyük Mustafa (Çakmak) ile birlikte Florya plajına gider, orada etraflarını çeviren büyük meraklı topluluğun ortasında, kumlar üzerinde güreş tutardı. Atatürk, belediye plajı kumsalında cereyan eden bu güreşi, köşkten görür görmez, hemen haber salıp pehlivanları yanına çağırdı.
Köşkte Çoban Mehmete takılan, onun zeki cevapları karşısında keyiflenen büyük Atatürk, kendileriyle uzun sohbetlerde bulunur, pehlivanlara yemek çıkarttırırdı. Pehlivanlar köşkten ayrılırlarken de yaveri vasıtasıyla ceplerine birer zarf koydurtmayı ihmal etmezdi. Zarfın içinden, o zamanlar pek büyük bir maddi değer taşıyan, (enaz) 50 lira çıkardı.
Çoban Mehmetin Atatürk hakkında şu sözleri ilginçtir:
- Rahmetli Atatürk, güreşten çok iyi anlardı. Buna, bizlere huzurunda yaptırdığı güreşlerde çok şahit olmuşumdur. Biz güreşirken, yaptığımız hataları veya iyi hareketleri anında sezer, bize ihtarda bulunur veya takdirlerini bildiren sözler söylerdi. Onun iltifatlarına nail olmak, bizler için sevinç ve gururların en büyüğü olurdu hiç şüphesiz.
Büyük Atatürkün, güreş zevk ve merakının çocukluk yıllarından kalma olduğunu, çocukluk arkadaşlarından olan eski Ankara Belediye başkanı Asaf İlbayın şu sözlerinden de anlamak mümkündür:
-Çocukluk yıllarında da sık ve temiz giyinmeyi severdi. Kuvvetli ve cesaretli insanlara hayranlık duyardı. Güreşe bayılır, mahalle çocuklarını sık sık güreştirir, seyrine doyamazdı.
FUTBOL
Büyük Atatürkün futbolla ilgili bir anısını da en yakın arkadaşlarından Kılıç Alinin oğlu olan, devrinin ünlü futbolcusu Gündüz Kılıç, yıllar sonra kaleme aldığı ve Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir yazısında, tatlı bir üslup içinde şöyle dile getirmiştir.
Atatürk, yakın arkadaşı Kılıç Alinin evine, ani bir ziyaret için uğradığında, evde başka kimse bulunmadığı için, gencecik Gündüz Kılıç tarafından ağırlanmıştı. Bundan sonrasını rahmetli Gündüz Kılıçtan nakledelim:
..Atatürk şerbetini yudumlarken gel şöyle otur da seninle konuşalım biraz dedi ve bana karşısındaki koltuğu gösterdi. Oturdum ama inanın, içimin yağları eridi. İşin asıl zor tarafının bundan sonra başlayacağını hissediyordum. Çünkü Atatürkün, özellikle gençlere, değişik zeka soruları sorarak, onları imtihan etmekten pek hoşlandığını biliyordum. Mahcup olmak korkusu bütün benliğimi sarmıştı . Fakat çok şükür sorduğu soru, korktuğum türden olmadı .
O sıralarda Milli Futbol Takımımız, Halkevleri Takımı adı altında, Rusya da beş, altı maç yapmıştı . Maçların çoğunda fena sonuçlar alınmıştı . Yaşımın pek genç olmasına rağmen ben de kadroya alınmıştım. Ülkesinde olup biten her şeyle ilgilenen Atatürkün, Rusya yenilgileri de gözünden kaçmamıştı. İlk sorusu neden yenildiniz? oldu. Kem küm ederek bir şeyler söylemeye çalıştım. Atatürk, pek üstelemeden ikinci sorusunu sordu: Peki bu yenilgiler seni çok üzdü mü? dedi. Son derece üzüldüğümü anlatmaya çalışırken bir el hareketiyle beni susturup kendi konuştu:
- Dünyada yenilmeyen kimse, yenilmeyen ordu, yenilmeyen takım, yenilmeyen kumandan yoktur. Yenildikten sonra üzülmekte tabidir. Ancak bu üzüntü insanın maneviyatını yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. Yenilen, hemen toparlanmalı, kendini yeneni yenmek için olanca gücüyle azmiyle daha çok çalışmalıdır dedi. Sonra futbolun nasıl oynandığını anlatmamı istedi. Hemen kağıt kalem aldım. Oyun sahasını çizerek, o zaman ki değimiyle müdafileri, muavinleri ve muhacimleri yerlerine yerleştirip, onların görevlerini ve ana kaideler ile hedeflerini anlattım. Atatürk:
-Yahu desene, bizim harp oyunları gibi bir şey sizin oyun da. Sizin işde, strateji bilgisi ve kurmay kafası ister diye önemser önemser başını salladı.
Rahmetli Gündüz Kılıçın bu anısı, Atatürkün futbol hakkındaki düşündüklerini, bize öğretmesi bakımından büyük önem ve değer taşır.
DENİZ VE KÜREK SPORU
Atatürk, doğaya ve denize aşık bir insandı. Denize yakın olmak; yüzmek ve kürek çekmek, denizin sakin güzelliği karşısında, uzun kış aylarının yorgunluğunu çıkarmak amacıyla, Floryadaki Cumhurbaşkanlığı Deniz Köşkünü yaptırmıştır. Atatürk, Floryanın en gözde plaj yeri olmasında büyük rol oynamıştır.
Cumhurbaşkanlığı Köşkünün inşaatı, tam 43 gün sürdü. Ahşap köşk, 1935 yılı Temmuz ayında tamamlanarak, Atatürkün emir ve istirahatine tahsis olunmuştu. Atatürk, uzun kış aylarının yorgunluğunu, yaz aylarını geçirdiği bu deniz üzerindeki köşkte çıkarır, halkın arasında denize girer ve bol bol kürek çekerdi.
Büyük Atatürkün bilfiil yaptığı üç spor vardır. Askerlik hayatında başladığı ve ömrünün son yıllarına kadar fırsat buldukça sürdürdüğü binicilik, İstanbulda geçirdiği yaz tatillerinde devamlı olarak uğraştığı yüzme ve zaman zaman da kürek sporları...
Yaz aylarında, Florya Köşkünde istirahatte bulunduğu günlerde, sandala binerek kürek çekerdi. Özellikle Moda koyunda yapılan yelken ve kürek yarışlarını, Acar motorundan veya Ertuğrul yatından izlemekten de büyük haz duyardı. Yat, koyda demirler, Atatürk ve beraberindekiler bütün günü, burada yarışı izleyerek geçirirlerdi. Yarışmaları dürbünle izleyen Atatürk, kazananları küpeşte kenarından alkışlar, onlara taktirlerini belirtirdi. Özellikle kabotaj bayramı yarışmalarında, Anadolu ve Rumeli fenerleri tahlisiye istasyonlarının kürek ekipleri arasındaki ezeli rekabetten doğan, iddialı ve çekişmeli yarışmayı izlemek Atatürkün pek hoşuna giderdi.
Deniz sporları merkezi olarak seçtiği yer
Atatürk, 1937 yılında Fenerbahçe ve çevresindeki gezinti ve tetkikleri sırasında, Fenerbahçe Burnunun Kalamış Koyuna bakan kıyılarını pek beğenmiş ve buradaki köhne mendireğin derhal onarılmasını; Fenerbahçe kıyılarının, gençliğin deniz sporlarıyla uğraşacağı bir merkez haline getirilmesi yolunda ilgililere direktifler vermişti. (Fenerbahçe Burnunun Kalamış Koyuna bakan kıyılarının bu amaçla değerlenmesi, ancak onun ölümünden yıllarca sonra, kendiliğinden doğan bir ihtiyaçla mümkün olabilmiştir.) Bu kıyıda bugün, İstanbul Yelken Kulübü, Fenerbahçe Spor Kulübü ve Galatasaray Spor Kulübünün deniz sporları tesisleri bulunmaktadır.
Son izlediği deniz yarışmaları
Atatürk, Moda Deniz Kulübünün, İktisat Vekili Celal Bayarın himayesinde tertiplediği deniz yarışmalarını, Acar motorundan izlemişti. Bu onun izlediği son deniz yarışları oldu.
OKÇULUK
Büyük Atatürk, Türkün ata yadigarı sporlarından biri olan okçuluğa karşı da büyük ilgi göstermiştir. Bir zamanlar Türkün şanına şan katan bu sporun yeniden ihyası yolunda ilk emir ve direktifler Atatürkten gelmiştir.
Atatürkün emir ve direktifleriyle milli sporumuz okçuluğun canlandırılması, gelişmesi ve eski şöhretine yeniden sahip olabilmesi amacıyla ilk adım, 1937 yılında atıldı. Bu ilk adımda, ünlü kemankeş Tozkoparan Mir- i Alem Ahmed Ağanın soyundan gelen, iki eski ve ünlü okçumuz; İbrahim Özok ile Bahir Özok kardeşlerle birlikte, ikinci Sultan Mahmud devrinin ünlü kemankeşlerinden olup, yine o tarihlerde ilk okçuluk kitabını yazan Mustafa Kani (Kemankeş Mustafa)nin torunlarından Vakkas Okatan ve bu Ata sporuna gönül vermiş kişilerden Prof. Necmeddin Okyay ile Hafız Kemal Gürses ve o tarihlerde Beyoğlu Vakıflar Müdürü olan, değerli tarihçi Halim Baki Kunterin payları büyüktür. Beyoğlu Halkevinin bünyesi içinde kurulan Ok Spor Kurumu, tertiplediği okçuluk yarışmalarıyla, bu yolda önemli girişimlerde bulunurken, gençlerden de büyük ilgi görmüştür. Kızlı erkekli 30 kadar genç okçuyla birlikte çalışan, eski ünlü okçular, bu sporu yeniden ihya ederlerken, büyük emekler vererek Ok Spor Müzesini kurumuşlardır.
Bu müze, Türk okçuluk tarihine ait paha biçilmez eserler ve hatıralarla donatılmıştır.
Atatürk, hastalığının hızla ilerlediği bir döneme rastlamasına rağmen, bu kulübün faaliyetleriyle yakından ilgilenmiş, milli sporumuz olan okçuluğun, canlanması, gelişmesi ve eski şöhretine yeniden sahip olabilmesini yürekten arzulamıştır.
Ancak çok geçmeden, Atatürkün ölümüyle okçuluk sporumuz birden hamisiz kalıvermiş, büyük emeklerin ürünü, Ok Spor Kurumu ve eşsiz değerleri sinesinde barındıran Ok Spor Müzesi, kütüphanesi ve arşiv ile bir gece içinde kapatılıvermişti. Bu arada kulübün dolaplarında bulunan, eski Türk okçuluğuna ait paha biçilmez değerdeki müze, kütüphane ve arşiv, bir gecenin içinde meçhul kişiler tarafından yağma edilmişti.
Türk okçuluğu uzun bir duraklamadan sonra Büyük Atatürkün okçuluk sporuna karşı olan ilgisini yakından bilen Celal Bayarın, Cumhurbaşkanı olmasıyla yeniden ele alınmış ve onun, özel olarak görevlendirdiği ünlü kemankeş Tozkoparan ahfadından Fazıl Özok tarafından derlenip toparlanarak ihya edilmiştir.
ATICILIK
Atatürkün bizzat meşgul olduğu spor dalları arasında atıcılık da yer almaktadır. Askeri okul öğrencisiyken atıcılığa merak sarmış, arkadaşları arasında, keskin nişancılığı ile tanınmıştı. Bu merakı, hayatı boyunca da devam etmişti. Milli mücadele yıllarında olduğu gibi, Cumhuriyetin ilk yıllarında da Büyük Kurtarıcının sık sık atış talimlerine gittiği, hatta bazen tüfekle atış tecrübelerine de katıldığı görülmüştür.
Son yıllarında, büyük bir silah fabrikası tarafından özel olarak yapılıp, kendisine armağan edilen, baston biçimindeki tüfek de, Atatürkün büyük ilgisini çekmişti. Atatürk bu baston tüfekle, gerek Ankarada Çankaya Köşkünün bahçesinde, gerekse İstanbulda Dolmabahçe Sarayının bahçesinde atış denemeleri yapardı.
BOKS
Atatürkün boks ile ilgili anısına da, eski şampiyon ve rekortmen atlet Ömer Besim Koşalayın anılarında rastlanmaktadır.
1925 yılında, İş Bankasının 1. Kuruluş Yılı münasebetiyle, tertiplenen büyük baloya Atatürkte şeref vermişti.
Ben 1924 yılında Kilyosta Amerikalıların Kamp Peri adını verdikleri spor kampında bir ay kalmıştım. Orada birçok kamp oyunları öğrenmiştim. Program sıkıcı olmasın diye, kısa sürecek eğlenceli oyunlarda hazırladım. Bunların en cazibi,gözü kapalı boks maçıydı. İşin ilginç ve zevkli yanı iki rakibinde maç başlarken böyle döğüşeceklerini bilmeleri, maç başladıktan sonra ise rakiplerden birinin gözündeki mendilin yavaşça çıkarılmasıydı. Bu durumda gözü kapalı olan, açık olandan mütemadiyen dayak yiyordu. Etrafı rahatsız etmemek için dört dakikalık zaman ayırmıştım. Maçın hakemliğinide ben yapıyordum. İlk iki dakikadan sonra raund arasında Kılıç Ali Bey beni çağırttı:
-Boks maçı, Paşanın pek hoşuna gitti, biraz daha uzatın dedi.
Emri derhal yerine getirildi.
Gece saat 03.00e doğru bahçeden Çiftlik binasına geçildi. Dar ve ufacık pistte dans edenlerin arasına Atatürkte katılmıştı. Ceketimin yakasındaki 1924 Paris Olimpiyat Oyunlarının rozetini gördü ve sordu. Paris Olimpiyatlarında koştuğumu, 1928de, Amsterdamda yapılacak Olimpiyat Oyunlarına da hazırlanmakta olduğumu söyledim. Bu sırada yanında Saffet Arıkan da vardı. Paşa tereddütsüz:
-Saffet bu sporcuyu tanı. O Amsterdam da olmalıdır..diye iltifatta bulundu.
Hürmetle eğilip kendilerini selamlarken, gülümseyerek baktı:
-Boks maçını iyi idare ettin, pek hoşuma gitti...dedi.
Atatürk, sporlar arasında en çok güreşi severdi. Bu nedenledir ki onun güreşle ilgili anıları oldukça fazla ve ilginçtir.
İtalyanları yenen Milli Güreş Takımımız, Floryadaki Cumhurbaşkanlığı Köşkünde büyük Atatürk tarafından davet ve kabul olunup, yemeğe alıkonulmuştu. Atatürk İtalyanlar karşısında, parlak bir sonuç almış olan güreşçilerimizi teker teker kutlamış, bu arada özel bir sevgi duyduğu, sevimli ağır sıklet şampiyonumuz Çoban Mehmete takılmaktan da kendini alamamıştı:
-Sen, herkesi kolayca yeniyorsun Mehmet demiş, sonra ilave etmişti:
-Seninle güreş tutsak, beni de yenebilir misin?
Koca Çoban, çocuksu bir mahcubiyet içinde, başını öne eğerek:
-Sizi bütün cihan yenemedi Paşam, ben nasıl yenebilirim? demişti.
Büyük Atatürk Çoban Mehmetin bu cevabı karşısında pek duygulanmış ve aslan yapılı ağır sıklet şampiyonumuzu alnından öpmüştü.
Atatürkün Florya köşkünde istirahat ettiği günlerde, Çoban Mehmet, büyük Mustafa (Çakmak) ile birlikte Florya plajına gider, orada etraflarını çeviren büyük meraklı topluluğun ortasında, kumlar üzerinde güreş tutardı. Atatürk, belediye plajı kumsalında cereyan eden bu güreşi, köşkten görür görmez, hemen haber salıp pehlivanları yanına çağırdı.
Köşkte Çoban Mehmete takılan, onun zeki cevapları karşısında keyiflenen büyük Atatürk, kendileriyle uzun sohbetlerde bulunur, pehlivanlara yemek çıkarttırırdı. Pehlivanlar köşkten ayrılırlarken de yaveri vasıtasıyla ceplerine birer zarf koydurtmayı ihmal etmezdi. Zarfın içinden, o zamanlar pek büyük bir maddi değer taşıyan, (enaz) 50 lira çıkardı.
Çoban Mehmetin Atatürk hakkında şu sözleri ilginçtir:
- Rahmetli Atatürk, güreşten çok iyi anlardı. Buna, bizlere huzurunda yaptırdığı güreşlerde çok şahit olmuşumdur. Biz güreşirken, yaptığımız hataları veya iyi hareketleri anında sezer, bize ihtarda bulunur veya takdirlerini bildiren sözler söylerdi. Onun iltifatlarına nail olmak, bizler için sevinç ve gururların en büyüğü olurdu hiç şüphesiz.
Büyük Atatürkün, güreş zevk ve merakının çocukluk yıllarından kalma olduğunu, çocukluk arkadaşlarından olan eski Ankara Belediye başkanı Asaf İlbayın şu sözlerinden de anlamak mümkündür:
-Çocukluk yıllarında da sık ve temiz giyinmeyi severdi. Kuvvetli ve cesaretli insanlara hayranlık duyardı. Güreşe bayılır, mahalle çocuklarını sık sık güreştirir, seyrine doyamazdı.
FUTBOL
Büyük Atatürkün futbolla ilgili bir anısını da en yakın arkadaşlarından Kılıç Alinin oğlu olan, devrinin ünlü futbolcusu Gündüz Kılıç, yıllar sonra kaleme aldığı ve Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir yazısında, tatlı bir üslup içinde şöyle dile getirmiştir.
Atatürk, yakın arkadaşı Kılıç Alinin evine, ani bir ziyaret için uğradığında, evde başka kimse bulunmadığı için, gencecik Gündüz Kılıç tarafından ağırlanmıştı. Bundan sonrasını rahmetli Gündüz Kılıçtan nakledelim:
..Atatürk şerbetini yudumlarken gel şöyle otur da seninle konuşalım biraz dedi ve bana karşısındaki koltuğu gösterdi. Oturdum ama inanın, içimin yağları eridi. İşin asıl zor tarafının bundan sonra başlayacağını hissediyordum. Çünkü Atatürkün, özellikle gençlere, değişik zeka soruları sorarak, onları imtihan etmekten pek hoşlandığını biliyordum. Mahcup olmak korkusu bütün benliğimi sarmıştı . Fakat çok şükür sorduğu soru, korktuğum türden olmadı .
O sıralarda Milli Futbol Takımımız, Halkevleri Takımı adı altında, Rusya da beş, altı maç yapmıştı . Maçların çoğunda fena sonuçlar alınmıştı . Yaşımın pek genç olmasına rağmen ben de kadroya alınmıştım. Ülkesinde olup biten her şeyle ilgilenen Atatürkün, Rusya yenilgileri de gözünden kaçmamıştı. İlk sorusu neden yenildiniz? oldu. Kem küm ederek bir şeyler söylemeye çalıştım. Atatürk, pek üstelemeden ikinci sorusunu sordu: Peki bu yenilgiler seni çok üzdü mü? dedi. Son derece üzüldüğümü anlatmaya çalışırken bir el hareketiyle beni susturup kendi konuştu:
- Dünyada yenilmeyen kimse, yenilmeyen ordu, yenilmeyen takım, yenilmeyen kumandan yoktur. Yenildikten sonra üzülmekte tabidir. Ancak bu üzüntü insanın maneviyatını yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. Yenilen, hemen toparlanmalı, kendini yeneni yenmek için olanca gücüyle azmiyle daha çok çalışmalıdır dedi. Sonra futbolun nasıl oynandığını anlatmamı istedi. Hemen kağıt kalem aldım. Oyun sahasını çizerek, o zaman ki değimiyle müdafileri, muavinleri ve muhacimleri yerlerine yerleştirip, onların görevlerini ve ana kaideler ile hedeflerini anlattım. Atatürk:
-Yahu desene, bizim harp oyunları gibi bir şey sizin oyun da. Sizin işde, strateji bilgisi ve kurmay kafası ister diye önemser önemser başını salladı.
Rahmetli Gündüz Kılıçın bu anısı, Atatürkün futbol hakkındaki düşündüklerini, bize öğretmesi bakımından büyük önem ve değer taşır.
DENİZ VE KÜREK SPORU
Atatürk, doğaya ve denize aşık bir insandı. Denize yakın olmak; yüzmek ve kürek çekmek, denizin sakin güzelliği karşısında, uzun kış aylarının yorgunluğunu çıkarmak amacıyla, Floryadaki Cumhurbaşkanlığı Deniz Köşkünü yaptırmıştır. Atatürk, Floryanın en gözde plaj yeri olmasında büyük rol oynamıştır.
Cumhurbaşkanlığı Köşkünün inşaatı, tam 43 gün sürdü. Ahşap köşk, 1935 yılı Temmuz ayında tamamlanarak, Atatürkün emir ve istirahatine tahsis olunmuştu. Atatürk, uzun kış aylarının yorgunluğunu, yaz aylarını geçirdiği bu deniz üzerindeki köşkte çıkarır, halkın arasında denize girer ve bol bol kürek çekerdi.
Büyük Atatürkün bilfiil yaptığı üç spor vardır. Askerlik hayatında başladığı ve ömrünün son yıllarına kadar fırsat buldukça sürdürdüğü binicilik, İstanbulda geçirdiği yaz tatillerinde devamlı olarak uğraştığı yüzme ve zaman zaman da kürek sporları...
Yaz aylarında, Florya Köşkünde istirahatte bulunduğu günlerde, sandala binerek kürek çekerdi. Özellikle Moda koyunda yapılan yelken ve kürek yarışlarını, Acar motorundan veya Ertuğrul yatından izlemekten de büyük haz duyardı. Yat, koyda demirler, Atatürk ve beraberindekiler bütün günü, burada yarışı izleyerek geçirirlerdi. Yarışmaları dürbünle izleyen Atatürk, kazananları küpeşte kenarından alkışlar, onlara taktirlerini belirtirdi. Özellikle kabotaj bayramı yarışmalarında, Anadolu ve Rumeli fenerleri tahlisiye istasyonlarının kürek ekipleri arasındaki ezeli rekabetten doğan, iddialı ve çekişmeli yarışmayı izlemek Atatürkün pek hoşuna giderdi.
Deniz sporları merkezi olarak seçtiği yer
Atatürk, 1937 yılında Fenerbahçe ve çevresindeki gezinti ve tetkikleri sırasında, Fenerbahçe Burnunun Kalamış Koyuna bakan kıyılarını pek beğenmiş ve buradaki köhne mendireğin derhal onarılmasını; Fenerbahçe kıyılarının, gençliğin deniz sporlarıyla uğraşacağı bir merkez haline getirilmesi yolunda ilgililere direktifler vermişti. (Fenerbahçe Burnunun Kalamış Koyuna bakan kıyılarının bu amaçla değerlenmesi, ancak onun ölümünden yıllarca sonra, kendiliğinden doğan bir ihtiyaçla mümkün olabilmiştir.) Bu kıyıda bugün, İstanbul Yelken Kulübü, Fenerbahçe Spor Kulübü ve Galatasaray Spor Kulübünün deniz sporları tesisleri bulunmaktadır.
Son izlediği deniz yarışmaları
Atatürk, Moda Deniz Kulübünün, İktisat Vekili Celal Bayarın himayesinde tertiplediği deniz yarışmalarını, Acar motorundan izlemişti. Bu onun izlediği son deniz yarışları oldu.
OKÇULUK
Büyük Atatürk, Türkün ata yadigarı sporlarından biri olan okçuluğa karşı da büyük ilgi göstermiştir. Bir zamanlar Türkün şanına şan katan bu sporun yeniden ihyası yolunda ilk emir ve direktifler Atatürkten gelmiştir.
Atatürkün emir ve direktifleriyle milli sporumuz okçuluğun canlandırılması, gelişmesi ve eski şöhretine yeniden sahip olabilmesi amacıyla ilk adım, 1937 yılında atıldı. Bu ilk adımda, ünlü kemankeş Tozkoparan Mir- i Alem Ahmed Ağanın soyundan gelen, iki eski ve ünlü okçumuz; İbrahim Özok ile Bahir Özok kardeşlerle birlikte, ikinci Sultan Mahmud devrinin ünlü kemankeşlerinden olup, yine o tarihlerde ilk okçuluk kitabını yazan Mustafa Kani (Kemankeş Mustafa)nin torunlarından Vakkas Okatan ve bu Ata sporuna gönül vermiş kişilerden Prof. Necmeddin Okyay ile Hafız Kemal Gürses ve o tarihlerde Beyoğlu Vakıflar Müdürü olan, değerli tarihçi Halim Baki Kunterin payları büyüktür. Beyoğlu Halkevinin bünyesi içinde kurulan Ok Spor Kurumu, tertiplediği okçuluk yarışmalarıyla, bu yolda önemli girişimlerde bulunurken, gençlerden de büyük ilgi görmüştür. Kızlı erkekli 30 kadar genç okçuyla birlikte çalışan, eski ünlü okçular, bu sporu yeniden ihya ederlerken, büyük emekler vererek Ok Spor Müzesini kurumuşlardır.
Bu müze, Türk okçuluk tarihine ait paha biçilmez eserler ve hatıralarla donatılmıştır.
Atatürk, hastalığının hızla ilerlediği bir döneme rastlamasına rağmen, bu kulübün faaliyetleriyle yakından ilgilenmiş, milli sporumuz olan okçuluğun, canlanması, gelişmesi ve eski şöhretine yeniden sahip olabilmesini yürekten arzulamıştır.
Ancak çok geçmeden, Atatürkün ölümüyle okçuluk sporumuz birden hamisiz kalıvermiş, büyük emeklerin ürünü, Ok Spor Kurumu ve eşsiz değerleri sinesinde barındıran Ok Spor Müzesi, kütüphanesi ve arşiv ile bir gece içinde kapatılıvermişti. Bu arada kulübün dolaplarında bulunan, eski Türk okçuluğuna ait paha biçilmez değerdeki müze, kütüphane ve arşiv, bir gecenin içinde meçhul kişiler tarafından yağma edilmişti.
Türk okçuluğu uzun bir duraklamadan sonra Büyük Atatürkün okçuluk sporuna karşı olan ilgisini yakından bilen Celal Bayarın, Cumhurbaşkanı olmasıyla yeniden ele alınmış ve onun, özel olarak görevlendirdiği ünlü kemankeş Tozkoparan ahfadından Fazıl Özok tarafından derlenip toparlanarak ihya edilmiştir.
ATICILIK
Atatürkün bizzat meşgul olduğu spor dalları arasında atıcılık da yer almaktadır. Askeri okul öğrencisiyken atıcılığa merak sarmış, arkadaşları arasında, keskin nişancılığı ile tanınmıştı. Bu merakı, hayatı boyunca da devam etmişti. Milli mücadele yıllarında olduğu gibi, Cumhuriyetin ilk yıllarında da Büyük Kurtarıcının sık sık atış talimlerine gittiği, hatta bazen tüfekle atış tecrübelerine de katıldığı görülmüştür.
Son yıllarında, büyük bir silah fabrikası tarafından özel olarak yapılıp, kendisine armağan edilen, baston biçimindeki tüfek de, Atatürkün büyük ilgisini çekmişti. Atatürk bu baston tüfekle, gerek Ankarada Çankaya Köşkünün bahçesinde, gerekse İstanbulda Dolmabahçe Sarayının bahçesinde atış denemeleri yapardı.
BOKS
Atatürkün boks ile ilgili anısına da, eski şampiyon ve rekortmen atlet Ömer Besim Koşalayın anılarında rastlanmaktadır.
1925 yılında, İş Bankasının 1. Kuruluş Yılı münasebetiyle, tertiplenen büyük baloya Atatürkte şeref vermişti.
Ben 1924 yılında Kilyosta Amerikalıların Kamp Peri adını verdikleri spor kampında bir ay kalmıştım. Orada birçok kamp oyunları öğrenmiştim. Program sıkıcı olmasın diye, kısa sürecek eğlenceli oyunlarda hazırladım. Bunların en cazibi,gözü kapalı boks maçıydı. İşin ilginç ve zevkli yanı iki rakibinde maç başlarken böyle döğüşeceklerini bilmeleri, maç başladıktan sonra ise rakiplerden birinin gözündeki mendilin yavaşça çıkarılmasıydı. Bu durumda gözü kapalı olan, açık olandan mütemadiyen dayak yiyordu. Etrafı rahatsız etmemek için dört dakikalık zaman ayırmıştım. Maçın hakemliğinide ben yapıyordum. İlk iki dakikadan sonra raund arasında Kılıç Ali Bey beni çağırttı:
-Boks maçı, Paşanın pek hoşuna gitti, biraz daha uzatın dedi.
Emri derhal yerine getirildi.
Gece saat 03.00e doğru bahçeden Çiftlik binasına geçildi. Dar ve ufacık pistte dans edenlerin arasına Atatürkte katılmıştı. Ceketimin yakasındaki 1924 Paris Olimpiyat Oyunlarının rozetini gördü ve sordu. Paris Olimpiyatlarında koştuğumu, 1928de, Amsterdamda yapılacak Olimpiyat Oyunlarına da hazırlanmakta olduğumu söyledim. Bu sırada yanında Saffet Arıkan da vardı. Paşa tereddütsüz:
-Saffet bu sporcuyu tanı. O Amsterdam da olmalıdır..diye iltifatta bulundu.
Hürmetle eğilip kendilerini selamlarken, gülümseyerek baktı:
-Boks maçını iyi idare ettin, pek hoşuma gitti...dedi.