Atatürk'ün Şık Giyimi ve Sofra Adabı
Atatürk, aydın, düşünceye saygılı, nezih bir aile ortamında yetişmiş tam bir Osmanlı beyefendisidir. Atatürk ü seçkin bir Osmanlı beyefendisi yapan özelliklerinden birisi giyimine gösterdiği özen ve bu konudaki derin zevkiydi. Atatürk, gayet temiz giyinen, giydiğini kendine yakıştıran; şık, kuvvetli, zinde bir insandı. Yaz günleri daima, ince gri pantalon üzerine kısa kollu ipek veya keten gömlek giyerdi. Bu kıyafetinin altına da çorapsız sandalet giyerdi.
Atatürk ün giyim zevki, günümüz modacılarının da dikkatini çekmiştir. Nitekim ünlü Türk modacı Faruk Saraç, Atatürk ün ölümünden 60 yıl sonra, Atatürk ün kostümlerini arşiv fotoğraflarından incelemiş ve iki yıllık bir çalışma sonucunda, Ata nın giyim zevkini ortaya koyan bir defile düzenlemiştir. Ünlü modacı, bu defileyi meslek hayatının en önemli olayı olarak nitelendirmiş; Atatürk ün giyim zevkine ve giyimindeki detaylara olan hayranlığını açık bir şekilde ifade etmiştir.
Büyük devlet adamı Atatürk ün gerçek bir beyefendi olduğunu gösteren özelliklerinden biri de, sofra adabına verdiği önemdi. Sofrası, Atatürk ün en büyük zevklerinden biriydi. Çok dikkatli olduğu için, sofranın da çok muntazam olmasını isterdi. Bu nedenle, sofraya otururken herşeyin yerli yerinde olmasına özellikle dikkat ederdi. Sofranın tanziminde, sofra örtüsünde, tabaklarda çatal bıçaklarda bir yanlış görürse, bizzat düzeltir, ondan sonra sofraya otururdu. Bu düzene, sadece kendi evinde değil, davetli bulunduğu başka yerlerde de dikkat ederdi. Sofra, Atatürk ün karar ve düşüncelerinin bir nevi mihrak noktası; müdavimlerinin ise adeta feyz kaynağı idi.
Atatürk ün sofrası sadece bir yemek sofrası değil; bir nevi akademi, bir dershane idi.
Sabiha Gökçen Ata nın bu özelliğini şu sözleriyle anlatmıştır: Şu bilinmelidir ki, Gazi Paşa nın sofrası asla bir işret alemi yeri, bir vakit geçirme, bir zaman öldürme yeri değildi.. O bu sofrayı adeta bir okul haline sokmuştu. Dünya sorunlarının, yurt sorunlarının, ilmin, felsefenin, sanatın, insanlık idealinin ve uygar Türk Ulusu nun geleceğinin sabahlara kadar tartışıldığı bir okuldu bu sofra... Aydınlıklarla, iyi niyetlerle dolu bir sofra. Bununla beraber Ata nın sofrası, bazılarının sandığı gibi, tüm devlet işlerinin müzakere edildiği yer de değildi. Atatürk, sofrasında dedikodu mevzularının konuşulmasına da asla müsaade etmezdi. Akşam sofrasında, iltifat etmek istediği beş-on arkadaşını etrafına toplamak, onlarla sohbet etmek ve böylece iyi bir gece geçirmek, tek eğlencesiydi. Onlara geçmiş hadiselerden bahseder, olaylar nakleder, sırasına getirerek hoş öyküler, maceralar anlatırdı. Bu, onun için bir zevkti.
Atatürk sofra adabının yanı sıra, ince bir musiki zevkine de sahipti. Alaturka sazdan hoşlanır, çoğu zaman da şarkılara iştirak ederdi. Ancak en keyifli anında bile, karşısında görevlilerden birini gördü mü sohbeti, konuşmayı hemen yarıda keser, Beni mi istiyordun? diye kalkıp giderdi. Ülke işlerini herşeyin üstünde tutardı.
Atatürk, aydın, düşünceye saygılı, nezih bir aile ortamında yetişmiş tam bir Osmanlı beyefendisidir. Atatürk ü seçkin bir Osmanlı beyefendisi yapan özelliklerinden birisi giyimine gösterdiği özen ve bu konudaki derin zevkiydi. Atatürk, gayet temiz giyinen, giydiğini kendine yakıştıran; şık, kuvvetli, zinde bir insandı. Yaz günleri daima, ince gri pantalon üzerine kısa kollu ipek veya keten gömlek giyerdi. Bu kıyafetinin altına da çorapsız sandalet giyerdi.
Atatürk ün giyim zevki, günümüz modacılarının da dikkatini çekmiştir. Nitekim ünlü Türk modacı Faruk Saraç, Atatürk ün ölümünden 60 yıl sonra, Atatürk ün kostümlerini arşiv fotoğraflarından incelemiş ve iki yıllık bir çalışma sonucunda, Ata nın giyim zevkini ortaya koyan bir defile düzenlemiştir. Ünlü modacı, bu defileyi meslek hayatının en önemli olayı olarak nitelendirmiş; Atatürk ün giyim zevkine ve giyimindeki detaylara olan hayranlığını açık bir şekilde ifade etmiştir.
Büyük devlet adamı Atatürk ün gerçek bir beyefendi olduğunu gösteren özelliklerinden biri de, sofra adabına verdiği önemdi. Sofrası, Atatürk ün en büyük zevklerinden biriydi. Çok dikkatli olduğu için, sofranın da çok muntazam olmasını isterdi. Bu nedenle, sofraya otururken herşeyin yerli yerinde olmasına özellikle dikkat ederdi. Sofranın tanziminde, sofra örtüsünde, tabaklarda çatal bıçaklarda bir yanlış görürse, bizzat düzeltir, ondan sonra sofraya otururdu. Bu düzene, sadece kendi evinde değil, davetli bulunduğu başka yerlerde de dikkat ederdi. Sofra, Atatürk ün karar ve düşüncelerinin bir nevi mihrak noktası; müdavimlerinin ise adeta feyz kaynağı idi.
Atatürk ün sofrası sadece bir yemek sofrası değil; bir nevi akademi, bir dershane idi.
Sabiha Gökçen Ata nın bu özelliğini şu sözleriyle anlatmıştır: Şu bilinmelidir ki, Gazi Paşa nın sofrası asla bir işret alemi yeri, bir vakit geçirme, bir zaman öldürme yeri değildi.. O bu sofrayı adeta bir okul haline sokmuştu. Dünya sorunlarının, yurt sorunlarının, ilmin, felsefenin, sanatın, insanlık idealinin ve uygar Türk Ulusu nun geleceğinin sabahlara kadar tartışıldığı bir okuldu bu sofra... Aydınlıklarla, iyi niyetlerle dolu bir sofra. Bununla beraber Ata nın sofrası, bazılarının sandığı gibi, tüm devlet işlerinin müzakere edildiği yer de değildi. Atatürk, sofrasında dedikodu mevzularının konuşulmasına da asla müsaade etmezdi. Akşam sofrasında, iltifat etmek istediği beş-on arkadaşını etrafına toplamak, onlarla sohbet etmek ve böylece iyi bir gece geçirmek, tek eğlencesiydi. Onlara geçmiş hadiselerden bahseder, olaylar nakleder, sırasına getirerek hoş öyküler, maceralar anlatırdı. Bu, onun için bir zevkti.
Atatürk sofra adabının yanı sıra, ince bir musiki zevkine de sahipti. Alaturka sazdan hoşlanır, çoğu zaman da şarkılara iştirak ederdi. Ancak en keyifli anında bile, karşısında görevlilerden birini gördü mü sohbeti, konuşmayı hemen yarıda keser, Beni mi istiyordun? diye kalkıp giderdi. Ülke işlerini herşeyin üstünde tutardı.