• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Asker Mektupları

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
ßir Kızın Şehit SevgiLisine Yazdığı Mektup!...

Sehit Sevgilim
Gidisin daha dün gibi aklimda
Sabret sevdicegim dönecegim dedigin daha dün gibi geliyor bana.
Daha yeni seninim, sana aidim, senin adini ve cocugunu tasiyorum derken gitdin uzaklara.
Daglarda Komando her yigidin harci degildir diyordu herkez, baban gösünü cekerek benim
oglum Komando diyerek köy meydaninda geziyordu, anan her gecen gün daha cok yikiliyordu korkusundan evladimin birini vatana feda etdim birini daha edemem kaldiramam diyordu.
Bense hergün Safak sayiyordum Safak 280, 279... ve gelisinin hayalini kavusacagimiz
o günü hayal ediyordum SEN, Ben ve Oglumuz.
Evet Oglum olsun erkek adamin erkek oglu olur diyordun, bugün neticei almistim Oglumuz olacakti.

Günler gecmek bilmiyordu Safak 169, 168... diye devam ediyordu ve her gecen gün
icimizdeki özlem, hasret büyüyordu.
Kavusacagimiza az kalmisti bizimle olacaktin Safak 99 cekiyorduk bugün
09.09.1999 ve o gün bir telefon hayatimizi kararti.
Sehit olarak düsmüssün diyorlardi yooooo hair olamaz gidemezsin, birakamazsin bizi,
haykiriyordum hayir olamaz Ahmet´im sehit düsemez bizi birakamaz diyordum.
Annan kaldiramadi haberini ve aylar önce dedigi gibi yikildi hergün Ahmetimizle ziyaretine gidiyoruz.
Evet, oglumuzun adi Ahmet, bir gör bak herkez sana benzetiyor ve biliyormusun senin sehit
düsdügün gün Ahmetimizin dünyaya actigi gün oldu ve simdi büyüdü hergün benimle annene gidiyor ve senin cocukluk hikayelerini dinliyor ya baban, zavali babam senin haberini kaldiramadi ve ayni gün kalp krisi gecirip hayata gözlerini yumdu.

Evet Ahmetim aradan 8 sene gecti ve oglumuz büyük adam oldu ve simdiden babasi gibi.
Acilarin en büyügünü tatdim bir günün icinde seni sehit verdim, babani kaybetdim ve annan, anan aklindan oldu ve ayni günde Ahmetimiz dünyaya gözlerini acti.
Ama biz babamizi unutmadik, unutmayacagizda seni cok seviyoruz ve halen sabrediyorum yigidim sabrediyorum...
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Sebebi hayatım, feyz-ü refikim,

Sevgili babacığım,valideciğim,

Arıburnu'nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan kurşun geçti, hamdolsun kurtuldum.Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağımdan ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere şu yazılarımı yazıyorum.

Hamdü senalar olsun Cenab-ı Hakka beni bu rütbeye kadar isal etti.Yine mukadderatı ilahiye olarak beni asker yaptı.Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetiştirmek mümkün ise öylece yetiştirdiniz.Sebeb-i Feyz-ü refikim ve hayatım oldunuz.Cenab-ı Hakk'a ve sizlere çok teşekkürler ederim.

Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı hak etmek zamanıdır.Vazife-i mukaddese-i vataniyeyi ifaya cehdediyorum.Rütbe-işehadete suudedersem Cenab-ı Hakk'ınen sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim.Asker olduğum için bu her zaman bana pek yakındır,sevgili babacığım ve valideciğim.Göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezih'ciğimi evvele Cenab-ı Hakk'ın saniyen sizin himayenize tevdi ediyorum.Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız.

Oğlumun talim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen sayediniz.Servetimizin olmadığı malumdur.Mümkün olandan fazla birşeyi isteyemem,istesem de pek beyhudedir.Refikama hitaben yazdığım matuf mektubu lütfen kendi eline veriniz.Fakat çok müteessir olacaktır,o teessürü izale edecek vechile veriniz.Ağlayacak üzülecek tabi teselli ediniz.Mukadderat-ı ilahiye böyleymiş.Malumat ve düyunatın hakkında refikam mektubunda laf ettiğim deftere ehemmiyet veriniz.Münevver'in hafızasında ve yahut kendi defterinde mukayyet düyunat da doğrudur.Münevver'e yazdığım mektubum daha mufassaldır.kendisinden sorunuz.

Sevgili baba ve valideciğim ,

Belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulunmuşumdur.Beni affediniz,hakkınızı helal ediniz,ruhumu şadediniz,işlerimizi tavsiyesinde refikama muavenet ediniz ve muin olunuz.

Sevgili Hemşirem Lütfiye'ciğim,

Bilirsiniz ki sizi çok severdim.Sizin için vesayemin yettiği nisbette ne yapmak lazımsa yapmak isterdim.Belki size karşı da kusur etmişimdir,beni affet ,mukadderatı ilahiye böyle imiş hakkını helal et ruhumu şadet , yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih'e sen de yardım et , sizi de Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve himayesine tevdi ediyorum.

Ey akraba ve ehibba ve evda , cümlenize elveda , cümleniz hakkınızı helal ediniz.Bnim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun.Elveda , elveda..Cümlenizi Cenab-ı Hakk'a tevdi ve emanet ediyorum..

Ebediyen Allah'a ısmarladım.

Sevgili Babacığım ve Valideciğim....

Oğlunuz Mehmet Tevfik

* * *

(Mehmet Tevfik , 2 Haziran 1915 günü yaralanmış ve Çanakkale Askeri Hastanesi'nde şehitlik rütbesine ulaşmıştır.)
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Yozgat’ın Sorgun kazasının Karayakup köyünden cepheye gelen Murat , bölükteki tıbbiye öğrencilerinden Şükrü’ye bir mektup yazdırır :

“Anacığım kardeşlerimi askere gönderirken başına kına koyma...Zabit efendi bana sordu cevap veremedim.Kardeşlerim de cevap veremeyip mahcup olmasınlar.”

Bir müddet sonra Murat’ın anasından cevabi mektup yetişir :

“Ey oğlum , gözümün nuru Murat’ım ! Zabit efendiye selam söyle...Biz kurbanlık koçları kınalar öyle kurban ederiz.Sen dört kardeşin arasında kurbansın.Sen İsmail’sin(as).Sen orada şehit olacaksın inşallah.Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa , ben de onun için senin saçını kınalayıp gönderdim.”

Ve mektup Çanakkale’de Murat’a ulaştığında , Murat’ın kınalı başı çoktan Allah'ına kurban gitmiştir bile...
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
SON BOMBA YÜREĞİME

Amerika ve İngilterenin beraber yaptığı bombardıman, Bağdat’ın üzerine kâbus gibi çökmüştü. 1998’in ramazan ayına bir gün kalmıştı. Fakat Irak halkı, oruç ayına neşeyle değil, korku, hüzün ve yoklukla giriyordu. Yıllardır zalim devlet başkanlarından çektikleri yetmiyormuş gibi şimdi de ABD’nin Saddam’ı bahane ederek yaptığı saldırılar, ambargonun getirdiği sefalet, halkı ölüm sınırına çoktan getirmişti. Dünyanın bir ucunda balinaları kurtarmak için trilyonlar harcanırken, burda insanları öldürmek için çok daha fazla para harcanıyordu.
* * * * * * * * * *
Yaşlı Abdullah ve ailesi de, yokluk çekenlerdendi. Sekiz yıldır süren ambargo, oğlu Hasan’ın da işlerini bozmuş, para kazanamaz olmuştu. Ailenin tek çalışanı olan oğlunun ne sıkıntılar çektiğini biliyordu. Hasan’ın fedakârlık yaptığını, bazen peşpeşe birkaç öğün hiç birşey yemediğini çok iyi biliyordu ama elinden birşey gelmiyordu.
Son zamanlarda kendisi de, torunları bir lokma fazla yesin diye sofradan aç kalkıyor, ancak yaşamını sürdürecek kadar yiyordu. Yine de sıkılıyor, utanıyor, gece gündüz ne yapabilirim diye düşünüyordu.
Geçen yaz ortası ölen torunu Zehra gözlerinden gitmiyordu. Gerçi doktorlar, ilaç olmadığı için kurtamadıklarını söylemişti ama Abdullah dede; ”-Eğer torunum yeterince beslenseydi, zayıf düşüp hastalanmazdı” diye düşünüyordu. Zehra’nın “-Dedeciğim” deyişi aklına geldikçe yaşaran gözlerini zorlukla saklıyor, hemen bastonuna uzanıp, torunlarının “-Dede, nereye !. . ” diye seslenişlerine cevap vermeden, kendini sokağa atıyordu.
* * * * * * * * * *
Akşamın alaca karanlığı yavaş yavaş yaklaşırken, Abdullah dedenin evinde ailecek sofraya oturmuşlardı. Ne olduğunu anlamadığı, çok olsun diye bolca su katılmış çorbaya kaşık sallıyorlardı. Büyükler yokluğun ezikliğini paylaşıyordu. Ama çocuklar çorbaya itiraz ediyor, çocuk saflıklarıyla çaresiz büyüklerini ne kadar yaraladıklarını bilmiyorlardı.
O sırada dışardan siren sesleri gelmeye başladı. Anlaşılan yine bombalama başlayacaktı. Sofrayı olduğu gibi bırakıp karı-koca çocuklarını kucakladılar. Son birkaç gecedir insafsızca yapılan bombardımanlarda, bu koşuşturmaya alışmışlardı. Özellikle önceki gece gördükleri manzaradan sonra daha büyük korkuyla, aceleyle sığınağa koşuyorladı. Önceki gece, bombardımanın bitiminden sonra, sığınaktan çıktıklarında kendi evlerinden az ötede, sığınağa gidemeyen bir anne ile çocuğu biribirine sarılmış olarak, feci halde ölmüştü. Son anında bile çocuğuna sarılmış olan annenin vücudunun yarısı yoktu.
Aceleyle evden çıktılar. Henüz birkaç adım uzaklaşmışlardı ki, kucağında iki çocuğunu taşıyan Hasan, babasının çıkmadığını farketti. Hızla eve döndü. Kapıdan içeri baktığında, babasının düşünceli düşünceli oturduğunu gördü, telaşla seslendi; “Hadii babaa!. . siren seslerini duymadın mı!. . ”. Yaşlı Abdullah sesine öfke tonu vermeye çalışarak seslendi. “-Ben çocuk değilim, geliyorum. Sen oyalanma çocukları götür. ” Kalktı bastonuna uzandı, sonra kapıda bekleyen oğluna döndü; “Bak hâlâ bekliyor. Yaşlandım diye sözüm dinlenmiyor mu artık !…” “-Estağfurullah baba. Ama sen de acele et biraz. ” Bu sözüne de babasının kızabileceğini düşünerek hemen dışarı çıktı, kucağında çocuklarıyla sığınağa doğru koşmaya başladı.
Hasan, evini görebileceği son köşeyi dönerken durdu, geri baktı. Babasının çoktan kapının önüne çıkması gerekirdi ama görünmüyordu. Acı siren sesleri arasında birkaç saniye daha bekledi ama babası çıkmadı. Geri dönmeye cesareti yoktu, babasını kırmaktan hâlâ çok çekinir, daima saygılı davranırdı. Koştu sığınağa girdi, hanımını aradı, izdiham yaşanan kalabalıkta şans eseri kısa sürede buldu. Çocuklarını hanımının yanına bıraktıktan sonra babasını aramak için geri dönmek istedi ama kalabalıkta geriye gitmesi çok zordu. Epey gayret ettikten sonra kapıya yanaşmıştı ki sığınağın kapılarının kapatıldığını gördü. O ana kadar girmiş olabileceğini ümit ederek babasını aramaya başladı, ama bir türlü bulamıyordu, gittikçe daha çok endişeleniyordu. Dışardan bomba sesleri gelmeye başlayınca Hasan birden irkildi, “-Baba !. . ” diye bağırarak sığınağın kapılarına hücüm etti. Yokluk içindeki aileye yük olmamak için babasının kendini feda etmek istediğini anlamıştı ama sığınağın kapılarını açtırması imkansızdı.
* * * * * * * * * *
Abdullah dede, evin hemen önüne koyduğu sandalyede oturmuş, gökyüzünü seyrediyordu. Gökyüzünden geçen parlak ışıltılı, alevli bombalara bakıyor, içini çekiyordu; “-Çocukken, kayan bir yıldız görünce ne çok sevinirdim. Bu bombaları atanlar da çocukken öyle sevinir miydi acep?”
Abdullah dede, okumuş bir adamdı, kültürlüydü. Bağırdı gökyüzüne ; “-Eh Amerika, eh İngiltere mazlumun ah’ı kalır mı sanırsınız !. Sizden büyük Allah var !. . ” Bunu söylerken Atlantis denen kayıp ülke hakkında yıllar önce okuduğu yazıyı hatırlamıştı. O yazıda, teknolojisi ve ordusu diğer ülkelerden çok güçlü olan Atlantislilerin, diğer ülkeleri sömürdükleri, ezdikleri ve artık hiç bir gücün karşılarında duramayacağını düşündükleri bir zamanda, gökyüzünden düşen çok büyük bir meteorun çarpmasıyla tüm kıtanın okyanusa gömüldüğü anlatılıyordu. Abdullah dede, ABD’yi Atlantis’e benzetiyordu. Tekrar bağırdı; “-Mazlumun ah’ı kalmaz !. . ” . Şehadet getirdi, oturduğu sandalyede başını önüne eğdi, dualar mırıldanmaya başladı…
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Türk olmanın nasıl bir şey olduğunu unutanlara hatırlatmak için, Türk olmanın tadına varmak için, lütfen okuyun.
Bu hakiki hikayeyi aktaran, sayın Dr. Ömer Musoğlu 85 yaşındadır ve halen MODA/ İstanbul'da oturmaktadır.


Anzaklı Ömer'in Hikayesi 1957 Yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor Ömer Muşluoğlu, görev yaptığı hanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar.. New York'da Medical Center Hospital'da görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor .Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş yaşlarında..
-Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?" dedim.
Adamcağız kanserdi ve aynı zamanda kansızdı.. Kolunu açtım, baktım pazusunda bir Türk bayrağı dövmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim:
-Siz Türk müsünüz?
-Kaşlarını yukarıya kaldırarak "hayır" manasına bir işaret yaptı.
-Ama ben hala merak ediyorum. "Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?"
-Aldırma öylesine bir şey işte, dedi.
Ben yine ısrarla:
-Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım...
Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
-Siz Türk müsünüz?
-Evet Türk'üm...."

İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı.. Anlatmaya başladı:

"Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de..Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avustralya Anzaklarındanım. İngilizler bizi toplayıp dediler ki:
-Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda.. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir. '
Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenler arasına katıldık.. Beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevk ediyormuş. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler, orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler.

Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler gibi geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş.

Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar.. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi gene püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz..

Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam. İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmışlar. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şok olmuştum doğrusu..
Dedim ki kendi kendime:
-'Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler, ama öldürmüyorlar... Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi.. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler..' Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla 'Yazıklar olsun bana' dedim. 'Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niye savaşmaya gelmişim? Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış' diyerek pişman oldum.. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce.. Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.."

Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk... Ne garip değil mi? Avustralya'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum. Peşinden nemli gözlerle
-Bana adınızı söyler misiniz? dedi.
"Ömer" cevabını verdim.
Merakla tekrar sordu:
-Peki niçin Ömer ismini vermişler sana?"
-Babam Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.
-Senin adın Müslüman adı mı?
Ben
-Evet, Müslüman adı" deyince yüzüme baktı,doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
-Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Josef Miller idi, şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun.
-"Olsun" dedim.
-"Peki doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?"
Şaşırdım, nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için gerçekleştirememiş..
-"Tabii" dedim.. "Müslüman olmak çok kolay." Sonra kendisine imanın ve İslam'ın şartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriyor, hem de ağlıyordu.. Mırıldandı:
-Siz Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tespih bulsan da ben de yattığım yerden tespih çekerek Allah'ımı ansam olur mu?
Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakk'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti.
-Beni yalnız bırakma olur mu?"
-Ne gibi Ömer amca?
-Ara sıra gel de bana İslamiyet'i anlat!.. Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor." O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum;
"Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gidin!
Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu. Hemen başucuna oturdum, kendisine kelime-i şahadet söylettirdim, o şekilde kucağımda ruhunu teslim etti...
Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu. Ne yalan söyleyeyim, ağladim.."
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Bu anlatıcagım benim gercek hayat hikayemdir.
26.11.1994 tarihinde Manisanın Kırkağaç beldesine vatani görevimi yerine getirmek üzere 6. alak komutanlığına teslim oldum,teslim olmadan evvel kırkağaçta bir berber salonuna girip, o güne kadar kestirmeye kıyamadığım saçlarımı kestirdim,üzülmüştüm ama güzel bir amaç uğruna olduğunu bilyordum, neyse lafı uzatmayayım; teslim olduktan sonra kıyafetlerimizi aldık ve giyindik, ortam çok komikdi, kıyafetler kimine dar kiminede bol gelmişti herkes garip garip etrafına bakınıp duruyordu,derken o gün öyle geçti ve saat 09:00 gibi bizi zorla yatırdılar, tabi sabah başımıza geleceklerden habersizdik ve yattık.
Sabah saat 04:00 gösteriyorduki bir düdük sesiyle uyandık sersem gibiydik alel acele kıyafetlerimizi giyindik ve doğru ictima alanına cıktık kimimiz küfür ediyor, kimimiz daha uyanamamış ve yerdeki izmaritleri toplamak amacı ile belimizi bükerek mıntıka temizliğini bitirdik, sırada spor vardı, güçlü yapılan sporun ardından kahvaltı için yemekhaneye doğru yola çıktık yaklaşık 1.5 km yürüdük, alışkın olmadığımız için dilimiz dışarı çıkmış feleket derecede yorulmuştuk, tek tesellimiz süper bir kahvaltı idi, yemekhaneye girdik masaların üzerinde altı adet yayvan tabak ve içlerinde ise benim hiç sevmediğim gül receli vardı şok olmuştum hayallerim yıkılmıştı, bir oturuşda bir çiftli ekmeği bitiren ben, bir dilim ekmek yiyerek masadan kaltım, acemi birliğini bitirene kadar resmen erimiştim. Ve heycanla beklediğimiz o an gelmişti, merakdan ölüyorduk, acı gerçekle yüz yüze gelmişdim dağıtımlar okundu ve Tunceli'nin hozat ilcesine düşmüştüm, hayatımda ilk defa duyuyordum bu ilçenin ismini, derken izinde bitti ve tunceli'ye giderek birliğime katıldım, ve silahımı ve mühimmatımı teslim aldım, daha o günün akşamı tacizler başlamıştı çok korkmuştum ve sabah operasyona gittik 8 ay tabura ugrayamadık, bir operayon sırasında dizimden vuruldum ve sevgili sehit kardeşim ENVER YORULMAZ beni 6 km sırtında taşıyarak helikopter'e bindirdi, ELAZIĞ askeri hastanesine yattım, 1.5 ayda iyileşerek birliğimi geri döndüm ENVER beni gördüğüne çok sevinmişti sarıldık birazda lafladık, o akşam yine ENVER ve diğer silah arkadaşlarım operasyona cıktılar ve timimde olan 18 arkadaşımı son görüşüm oldu. SEVGİLİ ŞEHİT KARDEŞLERİM BAKIN BAYRAĞIMIZ HALA GÖNDERDE, BAŞARAMADILAR BAŞARAMIYACAKLAR,SİZ RAHAT UYUYUN..
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Şehadetim Kefaret Olsun Vatana


Gözlerini yağmur sonrası sisli havalara benzeyen bir hava kaplamıştı Mehmet’in. Etrafına bakmaya çalıştı ama gittikçe kendine yaklaşan sisler ve o sislerin önündeki yıldızlardan kimseyi göremedi. Kolundan akan kanları gördükçe ölüm fikri tekrar yokladı beynini. Kaç yerine kurşun isabet ettiğini anlamaya çalıştı ama anlayamadı işte. Yoğun bir kan kokusu kaplamıştı her yeri. Kamuflajının kolundan akan kanlar yaylasındaki çeşmeyi hatırlattı O’na. Ağustos aylarında suyu bir parmak kadar kalır sanki biraz sonra kesilecekmiş gibi akardı ama asla kesilmezdi. Kolundan akan kan da böyleydi; dakikalardır akıyordu ama bir türlü kesilmiyordu. “belki” dedi içinden “belki sadece bir sıyrıktır” dedi; şarjör boşaltılan yaralarına. Anlayamazdı elbet kaç kurşun yediğini. Ama bir taraftan yıldızlar ve beraberindeki puslu hava bir metre yakınına kadar yaklaşmış bir yandan da ateşi alabildiğine fırlamıştı. Hararetini azaltıp biraz rahatlamak için kamuflajının düğmelerini açmak istedi ama ellerini bulundukları yerden kaldırıp göğsüne götüremedi. Kollarına hükmedemiyorparmaklarını hissetmiyordu.


Su diye inledi öylesine. Hâlbuki biraz hareket edebilse hemen yanından akan ırmaktan kana kana içebilecekti. Bulunduğu yerden kalkmayı denedi defalarca fakat olmadı. Her defasında puf diye yere düştü iyice ağırlaşan bedeni. Bir ara saatinin metalinden yüzünü gördü belli belirsiz. Kendinden irkilip korktu biran… Bembeyaz sanki kireçle boyanmış gibi olmuştu yüzü.


Yıldızlar ve sisli hava yaklaştıkça O’da güçten düşüp öylece yatmaya başladı. “Hiçbir şeyim yok. Zaten birazdan gelir arkadaşlarım; silah seslerini duymuşlardır.” diye geçirdi içinden. Mani olamadığı tatlı bir uyku da gözkapaklarını ağırlaştırmaya başlamıştı artık. Beynine hücum eden onlarca düşünceden en çok geride kalacaklar ve pişmanlıkları hataları acıttı O’nu.


— Allah’ım bana yaşama gücü ver. Yaşama gücü ver ki; dul anam kimsesiz kalmasın. Yaşama gücü ver ki anam aç kalıp el âlemin hayrına muhtaç kalmasın.

— Allah’ım ben kötü birisi değilim. Belki bazı arkadaşlarımı üzdüm belki sana tam kulluk edemedim ama beni affet. İşte vatanım milletim için buradayım. Şahadetim kefaret olsun vatanıma ve milletime.


Yıldızlar yine yaklaştı. Ölüm fikri ise Mehmet’in kafasına artık çıkmamak üzere yerleşti. Etrafında olanları artık algılayamıyordu; uğultular bağrışlar insan siluetleri… “Bir insan nasıl can vermeli?” diye düşündü. Eğer ölecekse ölürken neler yapması gerektiğini düşündü. Ölmek istemiyordu ama yine de şahadet getirdi. Ve ardından da ağırlaşan göz kapakları bir bir kenetlendi.

* * *


Ambulans helikoptere alınan yaralılardan birisi de Mehmet’ti. Askeri hastanede hemen müdahale edildi. Fakat yaşamı seçen birkaç arkadaşının aksine Mehmet 11 arkadaşıyla birlikte daha çok yaşamayı; ölümsüzlüğü seçti. Geride dul bir ana ve sevdiğini bile söyleyemediği bir hasret bırakarak uçuverdi meleklerin kanatlarında.
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Sınır Karakollarından birinde vatani görevini yapmakta olan Mehmet oğlu Mehmet terhisine bir ay kala hain parmakların çektiği tetiklerle şehit olmuştu.
Mehmet'in üzerinden emekli devlet memuru babasına yazdığı; ancak postaya vermesi nasip olmayan yarım kalmış bir mektubu çıktı. Komutanlarının ve doktorların bu mektubu okuduklarında gözlerinden yaşlar boşaldığı görüldü ve komutanının ağzından bir tek cümle çıktı. 'Allah kahretsin! '
Hadi bu mektubu hep birlikte okuyalım.
'Benim sevgili babacığım. Sizlerden ayrılalı epey zaman oldu. Her şeyin bir sonu olduğu gibi askerlik hizmetimin de sonuna geldim. Şurada bir ay gibi kısa bir zaman kaldı terhisime. O günü Rabbim bize nasip ederse ahdim olsun seninle annemle ve kız kardeşimle üç gün üç gece hiç dışarı çıkmadan oturup hasret gidereceğim. Annemin pişirdiği yemekleri bacımın demlediği çayları birlikte içeceğiz. O zaman özlemlerimiz de hasretlerimizde son bulacaktır inşallah.
Mektup bu kadardı. Belli ki Mehmet bundan fazlasını yazmaya vakit bulamadan nöbet saati gelmiş ve görevine gitmişi ki bu mektubun devamını yazamamıştı. Yarım kalan bu mektubu göğüs cebine koymuş o gün devriye hizmetini yaparken hain bir parmağın çektiği tetikle şehit olmuştu. Mehmet'in bu mektubu al kanından zar zor okunuyordu; çünkü hain mermi onu tam kalbinden vurmuştu. O mektup da kalbinin üzerindeydi.
Mehmet'in zatî eşyaları emanete alınmış bir kutu içerisinde cenazesi ile birlikte doğup büyüdüğü memleketine gönderilmişti. Bu eşyalar içinde yarım kalmış kan ağlayan bu mektup da vardı.
Devlet şehidine karşı son görevini yapmış törenle Mehmet ebedi yolculuğuna gönderilmişti. Ateş düştüğü yeri yakar misali komutanları ailesi yavuklusu hıçkıra hıçkıra ağladılar. Taziyeler alındıdualar okundu ve aradan üç dört gün gibi bir zaman geçti. Baba Mehmet Efendi şehidiyle birlikte gelen kutuyu açtı oğlunun al kanıyla allanmış mektubunu gördü ve başladı okumaya.
' Sevgili babacığım bizi askerlik hizmetine gönderdiğinizde davul zurna ile gönderdiniz. Git oğul. Vatanına milletine devletine namusuna sahip ol dediniz. Bizler buraya geldik. Gecemizi gündüzümüze katıp vatan hizmetinin kutsallığına mübarekliğine inanarak dosdoğru görevimizi ifa ettik.
Ancak karşımızda düşman göremedik. Karşımızda şerefli bir düşman yoktu. Karşımızda ******** bir ihanet vardı yalan vardı soygun vardı talan vardı. En önemlisi vatan hainliği vardı.
Nerde bir vatan haini varsa nerde bir banka soyguncusu varsa nerde tüyü bitmemiş yetiminöksüzün malını çalıp çırpan varsa nerde devletine ihanet eden milletine ihanet eden tarihine ihanet eden hatta hatta Sarıkamış'ta Sakarya'da Çanakkale'de şehit olan aziz şehitlerimizi soykırım yaptılar iması ile katillikle canilikle suçlayan ********ler varsa. Bu ********ler yatında katında dostlarının kucağında gününü gün ederlerken bizler yani gencecik fidan gibi vatanın öz be öz evlatları ise burada teker teker şehit oluyoruz.
Kime karşı kimlere karşı?
Bu ********ler palazlansınlar sömürülerine devam etsinler diye mi?
Yoksa bizim gece gündüz eksi 30 derecede nöbette beklediğimiz güzel yurdumuzu bölsünlerparçalasınlar diye mi?
Dahası Avrupa Devletleri denilen haçlı ruhunun ülkemiz üzerindeki kirli oyunlarını istedikleri gibi sahneye koysunlar diye mi?
Kime karşı sevgili babacığım kime karşı?
Bizler burada yirmi dört saat bayrağımız dalgalansın diye başımız gönderde ellerimiz tetiktebayrağımızı korurken şehir meydanlarında bayrağımız yırtılsın bayrağımız yakılsın diye mi?
Otuz bin kişinin katili o cani denize nazır kaloriferli hücresinde manzara seyretsin diye mi?
Karşımızda mert ve şerefli bir düşman yok ki babacığım. Karşımızda pusu var ihanet var alçaklık var çukurluk var döneklik var. En önemlisi hainlik var.'

Baba daha fazla devam edemedi gözlerinden akan yaşlar oğlunun al kanıyla bezeli mektubunun üzerine damla damla düştü. Ve o mektup bir ay yıldız şeklinde göndere asılmayı bekleyen mübarek bir bayrak haline dönüştü.
Baba bu mektubu tekrar komutana götürdü. Komutan bu mektubun ikinci bölümünü kimin yazdığını araştırdı; ama bir türlü bulamadı ve gene ağzından o tek cümle çıktı. 'Allah kahretsin.' Acaba bu mübarek mektubu kim veya kimler yazmıştı?
Ama yazı aynı yazgı aynı idi.
Baba tek oğlunun tek ocak umudunun al kanıyla allanmış mektubu itina ile katlayıp öptü ve sol göğsünün üzerindeki cebine koydu.
Onunda ağzından bir tek cümle çıktı 'VATAN SAĞOLSUN.'
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Hayatın insana ne zaman ne yaşatacağı hiç belli olmuyor. Yalnızlık yalnız bulunca insanı gelir yanı başında kalır. Hüzün yağar gecelere. Ayıklamaya çalışırsınız mutluluklarınızı… Elleriniz titrekelleriniz yorgun… Başaramazsınız… Hep yangın hep acıdır payınıza düşen. Hatırlarsınız o mutlu günlerinizi. Derin iç çekmelerinizde saklıdır artık o yârin yüzü…

Benim günlerime gam yağmurları yağıyor. İçimde tarifi imkânsız fırtınalar kopuyor. Anlatsam anlayabilir misiniz? Yaşamayan anlayamaz bu acıyı. Siz 21 yaşında hayatınızı uğruna feda edebilecek kadar çok sevdiğiniz bir insanı hiç beyaz kefende gördünüz mü? Hayır görmediniz ve dilerim ki hiç görmezsiniz. Ben gördüm. Dağ gibi aslanımı askeri hastane morgunda beyaz kefen içinde gördüm. Sağ tarafından yaklaşmıştım. Yüzünde bir huzur tıpkı melekler gibi uyuyordu. Yaklaştım yanına sol yanağındaki yarayı gördüm. Yüzüstü düşünce taşların kestiği sol yanağını… Ben bakmaya bile kıyamazdım ama o cansız öylece yatıyordu önümde. Siz sevdiğiniz insanın cansız yattığını gördünüzdü hiç? Ben gördüm. Yanağındaki yarayı da gördüm. Bir kıyamet koptu içimde. Haykırdım bağırdım…
Abla ben bakmaya kıyamazdım abla
Abla nasıl kıydılar Ayhan’ıma abla
Abla paramparça yapmışlar Ayhan’ımı abla…
Ellerim saçlarımı yoldu. Tırnaklarım yüzümü parçaladı. Eli iğneliler başucumda belirdi. Siz onu bir tabut içinde morgda bırakabilir miydiniz? Bırakın dedim bırakın yanında kalayım bırakmadılar kucaklayıp aldılar beni ondan. Doyamadım kıyamadım bakmaya. ‘’Uyan Ayhan’ım uyan ayırıyorlar beni senden uyan’’ dedim uyanmadı. Saçlarımı yoldu ellerim yüzümü parçaladı tırnaklarım ‘’uyan’’ dedim ‘’uyan Ayhan’ım’’ uyanmadı dağ gibi aslanım…

Al bayrak içinde Adana’nın en büyük camisinde Ayhan’ım hala uyuyor tabut içinde. Ablası tuttu kolumdan ‘’kalk kardeşim bak sevdiğini getirdim sana. Beyaz gelinlikle getiremedim kara yazmalarla yanında bak… Uyan…’’ Ayhan hala uyanmıyor… Tutmuyor dizlerim yığıldım olduğum yere. Sahi sizin hiç dizlerinizi hissetmediğiniz bir an oldu mu?
Siz hiç Aşkınızın üzerine toprak atılırken izlediniz mi? Ben izledim. Gözlerim kan çanağı yüreğim gam durağı… Sarıldım toprağına anlamıştım artık uyanmayacaktı bir daha sesini duyamayacaktım yüzünü göremeyecektim… Öptüm toprağını sarıldım kapandım üstüne. Yine bırakmadılar tuttular kolumdan. ‘’ben onu burada bırakıp gidemem yapamam. Bırakın beni yatayım yanına… O yerinde duramazdı kıpır kıpırdı duramazda burada bende kalayım bırakın beni…’’ ben dağ gibi aslanımı toprağa verdim. Kucaklarda taşıdılar tutmuyordu dizlerim…
Belki bu satırları okurken iki damla yaş süzülmüştür gözlerinizden. Belki bu kadar acıyı neden yazdığımı ve sizi üzdüğümü soracaksınız bana. Ben sadece elinizdeki mutluluğun kıymetini anlamanızı istedim. Sizin sevdiğiniz sizden uzakta bile olsa yaşıyor. Sesini duyabiliyorsunuz. Pekikıymetini biliyor musunuz? Bunu kendinize hiç sordunuz mu?
Hemen sevdiğinizi arayın ve ona onu ne kadar çok sevdiğinizi anlatın. Ben sevdiğimin kıymetini iyi bildim ve hayatımda keş kelere yer vermedim. Sizde hayatınızda keş kelere yer vermeyin…
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
GÖZÜMÜN NURU KARDEŞİMMEKTUBUNU HASRETLE OKUDUM BURADA RAHATIM UZAK OLAN YOLLAR BE BACIM BİZ HEP BERABERİZ GÜN GELİR BUNLARDA GEÇER ÇOCUKLARIMIZA BUNLARI GÜZEL BİR ANI OLARAK ANLATIRIZ İNŞALLAH.BAK SÖZ VERDİN ÜZÜLMÜYORSUN DEĞİLMİ SENİN BİR DAMLA GÖZYAŞINA KURBAN OLURUM SAKIN AĞLAMA BACIM BAŞIN DİK BEKLE ABİNİ ARKADAŞLARIMIN SELAMLARI VAR ANNEMİN BABAMIN ELLERİNDEN ÖPÜYORLAR HEP BİRLİKTE OTURDUK MEKTUP YAZIYORUZ ŞİMDİ.
ESMAMIN İYİ OLDUĞUNA SEVİNDİM ODA SAKIN ÜZÜLÜP AĞLAMASIN HEP DÜŞÜNÜYORUM ONU BİRBİRİNİZE SAHİP ÇIKIN BİR DERDİ SIKINTISI OLURSA YARDIMCI OL ESMAM SANA EMANET GÜZELİM BABAMI ANNEMİ ÇOK ÖZLEDİM GELDİĞİMDE SEN YAPMA PASTAYI BÖREĞİ TAMAMMI BACIM ZİYAN OLMASIN MALZEMELER ANAMIN YEMEKLERİNİ ÖZLEDİM BE BURDAKİ YEMEKLER YANINDAN BİLE GEÇMİYOR SÖZ BİRDAHA BEĞENMEMEZLİK YAPMAYACAĞIM..HATIRLIYORMUSUN BİR DİZİNE SEN BİR DİZİNE BEN YATARDIK ANNEMİN BEN MAÇ SEN DİZİ DİYE GİRERDİK BİRBİRİMİZE ARADA ANNEM KALIRDI ŞİMDİ SANA KALDI TV OH İŞİN İŞ KIZIM..BABAMIN ELLERİNDEN ÖPÜYORUM ASLANLAR GİBİYİM BURDA

NEYSE BACIM İÇİNİ FERAH TUT SİZ RAHAT OLUN DİYE BURDAYIM BEN.20 GÜN ULAŞAMAYABİLİRSİNİZ BANA MERAK ETMEYİN DAĞDA KALACAĞIZ DÖNDÜĞÜMDE HEMEN ARAR HABER EDERİM SİZE
ESMAMA ANAMA BABAMA İYİ BAK GÖZLERİNDEN ÖPÜYORUM HERŞEYİM OLAN KARDEŞİM SEN HERŞEYE LAYIKSIN YÜZÜN HEP GÜLSÜN BEN YOKKEN DİKKAT ET KENDİNE HERKESE SELAMLARIMI SUNUYOR ALLAHA EMANET EDİYORUM SİZLERİ.SENİ ÇOK SEVİYORUM BACIM EN KISA ZAMANDA TEKRAR GÖRÜŞMEK UMUDU İLE...

Dinle bülbülü Hûda rahat değil kafesin
Çırpınma hiç beyhûde bilirim ne haldesin
Öz namlu yatağında suskun yatan mermisin
Duayla patlar isen duyulur elbet sesin

Çok üzülmek zarardır daha nedirki yaşın
Mutlak sonu bahardır her acımasız kışın
Sabra sabretmeyi bil çatlamaz sabır taşın
Kanadını kırma ki semaya ersin başın

Allah kelâmı süsler geceler dudağını
Melekler mendil taşır silerler yanağını
Bilirim gurbet elde dört duvardır dergahın
Hasrete kızma sakın takdir yüce Allah'ın

Gurbet kolay değildir bilirim elbet bacım
Banada dualar et bil ki ben de muhtacım
Sayılı günler neki elbet gelip geçecek
Her Allah dediğinde Rabbim sabır verecek...
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
OLUR MU OLMAZ MI ? Demeyin.......

Babamım dostlarındandı. Dimdik yürüdü. Hani Allah'tan başka kimsenin önünde eğilmemiş tipler vardır ya
öyle biriydi. Ben çok küçüktüm evimize misafir gelirdi. "Oğul" diye seslenirdi hep. Bağdaş kurmazdiz çöker öyle
otururdu. Gaz lambası ışığında daha bir heybetli görünürdü gözüme. Hep bitip tükenmek bilmeyen harp hatıraları anlatırdı.
Çanakkale Gazze Kafkas cephelerini dolaşmış; Sakarya Dumlupınar'da savaşmış. Ancak İzmir'in kurtuluşundan sonra
köyüne dönebilmişti. Anlattıklarında hep acı kan cefa vardı. Kolay mı kazanılmıştı bu vatan? Ölüm neydi ki?
Şerbet içmek kadar kolaydı. "Biz kendi cenaze namazımızı kendimiz kıldık Çanakkale'de !" derdi sık sık.
Olur muydu??

Kirte muharebeleri sırasında bölükler arka siperlerde hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperlerdekiler ileri fırlamış
boğuşuyorlar. Yüzbaşı hucum için emir bekliyor. Bütün asker süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin ! ...
Bütün dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor kelime-i şehadet getiriyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor...
"Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenab-ı Rabb'ül Alem'in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi !
Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp hep beraber teyemmüm edelim..."
Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı;
" Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor.
Hem onlar için hem de vakit varken kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım..."


" Kabe Karşımızda... "

Arkadan Of'lu Ali çavuş bağırır. " ER KİŞİ NİYETİNE... "

O gün yapılan hücumda kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabilmişti.

''Onlar Allah'a verdiği sözü tuttular....'
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Arslan Oğlum

Gözümün nuru oğlum… Doğumundan ölümüne kadar bir gün beni üzdüğünü kırdığını hatırlamam. Hep gurur kaynağım oldun benim… Başarılarınla övündüm. Hata yapsan bile telafi edergönlümüzü alırdın. Yaramazlığını hırçınlığını görmedim. Hastalandığında annenle baş ucunda sabahladığımızı bilirim. İlk konuşman yürüyüşün dün gibi aklımda… Geldiğimde beni kapıda karşılar boynuma atlardın. Kırda bahçede seninle oyun oynar eğlenirdik. Bazen elinden tutarseni dışarıda gezdirirdim. Öyle mutlu olurdun ki…

Annenle üzerine çok titrediğimizi söyleyebilirim. Ama seni hiç sıkmadık. Pek ayrı kalmadık seninle… Askerliğin geldi çattı. Sonuçta bu da bir kısa ayrılıktı işte… Koca ömürde lafı mı olurdu? Hazırlıklarını beraberce yaptık. Askere giderken gururlandım baban olarak.. Öyle mutluydun ki… Bilseydim geri dönmeyeceğini saatlerce sarılmaz mıydım sana… Güneydoğu’ya gittin hep bu ülkenin evlatlarının canına kıyanlarla hesaplaşmak isterdin… Büyük deden de Çanakkale’de şehit düşmüştü. “Bu vatan bizim” diyordun. Öyleydi kanımızı akıtmıştık ailece... Sık sık görüştük seninle bir gün ‘of’ dediğini duymadım. Komutanlarının ilgisinden bahsederdin onları çok sevdiğinden… Bölgenin tehlikeli olduğunu söylerdin sık sık göreve çıktığınızdan… Sonra eklerdin “Sakın anneme söyleme üzülürkaygılanır sonra… Sen de kaygılanma baba arslanlar gibi bu askerliği yapıp döneceğim size…”

Son mektubunda “Şehit olursam ağlamayın!” demiştin. İçine doğmuş herhalde… Oğlum şehit olduğunun haberini aldım ağlamadım komutanların geldi ağlamadım bayrağa sarılı tabutun geldi ağlamadım. Biz sana verdiğimiz sözü tuttuk oğlum… Sen bize verdiğin sözü tutamadın oğlum seni bizden aldı karanlık eller… Biliyorum tutardın sözünü gelirdin… Yine geldin ama sana değiltabutuna sarıldık oğlum! Hatırlamazsın küçüktün seninle evde oyun oynardık evde saklanırdınbiz de seni arardık. Bulamazsak öyle mutlu olurdun ki… Birden ortaya çıkardın gülerek… Yine saklandın mı yoksa? Bütün bunlar bir oyun mu? Bir daha güzel yüzünü göremeyeceğim. Bir baba evladını toprağa vermemeli beni sen toprağa vermeliydin. En büyük acı evlat acısıymış onu anladım. “Yerine ben ölseydim” dedim kendi kendime ama ne çare?… Yine de vatan sağolsun oğlum yaşarken de gurur kaynağımızdın hala öylesin… Komutanların sağolsun sık sık gelip halimizi hatırımızı bir ihtiyacımız olup olmadığını soruyorlar. Senin canına kıyanları da bulupcezalandırdılar oğlum.. Az da olsa rahatladık oğlum kanın yerde kalmadı. Ama senin gibi arslan parçalarına kıyan diğer zalimleri affettiler.. Kimler mi? Hani o senin cenazene gelmeye korkanutanan kişiler var ya onlar… Geçenlerde farklı birkaç çiçek tohumu aldık mezarına diktikmezarının başındaki bayrağı yeniledik. Yakında kardeşini de askere gönderiyoruz. Sağlıklı dönmesi dileğimiz ama gerekirse o da bu vatana kurban olsun evladım… Ben zaten sizleri vatana kurban olasınız diye yetiştirdim. “Vatan Sağolsun”


Seni çok seven baban…
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Biliyor musun? Yakında ben de askere gidiyorum. Sana kıyanlarla hesaplaşmak istiyorum. Umarım isteğim gerçek olur. Seni çok özledim. Kaç yıl oldu seni unutamadım. Hep bana öğütlerin kulağımda beraber gülüştüğümüz eğlendiğimiz anlar geliyor aklıma… Üzülsem ağlasamhuysuzluk yapsam mahalleden çocuklarla kavga etsem hep yanımdaydın… Yatağımın başucunda şimdi askerdeyken gönderdiğin bir fotoğrafın var. Cüzdanımda fotoğrafını taşıyorum… Ara sıra bakıp öpüyorum onu… Senin yokluğunda annem babam çok üzgünler ama bana belli etmemeye çalışıyorlar. Sen gittikten sonra onları hiç üzmedim yokluğunu hissettirmemeye çalıştım. Ben de pek belli etmiyorum ama seni çok özlüyorum. Bazen birisi gelip yanağımı öpüyor gibi geliyoruyanıyorum.


Bilirsin uzun uzun mektup yazamam. Sevdiğim kıza bile mektup yazacaktım da sen yazmıştın… O zaman “bu iyiliğimi unutma” diyordun… Canım ağabeyim sadece seni çok sevdiğimi özlediğimiunutmadığımı senin bir an olsun aklımdan çıkmadığını bil… Sen yoksun ya hiçbir şey eskisi gibi değil yine de “vatan sağolsun”

Seni çok seven kardeşin…
 
Üyelik Tarihi
29 Eki 2015
Konular
63
Mesajlar
364
MFC Puanı
4,840
En şerefli annelerden doğarlar. Onlar bir millet askeridir..
 
Üst