PeriKızı
Moderatör
-
- Üyelik Tarihi
- 22 May 2019
-
- Mesajlar
- 8,676
-
- MFC Puanı
- 26,874
Avrupa kültürü, son derece çeşitlidir. Farklı farklı adet ve insanlar yan yana nispeten küçük, ama açık bir şekilde belirlenmiş bölgelerde yaşar. Avrupanın gelişim tarihinin anlaşılır geçişlerden oluştuğu düşünülebilir- fakat Avustralya eski dna merkezindeki araştırmalara göre, iskeletlerdeki DNA örneklerindeki genetik işaretler 4500 yıl öncesinden ani köklü değişiklikler göstermektedir.
Paleoantropolog Dr Alan Coopere göre "büyük birşey olmuş ve şimdi bunun ne olduğu bulunmaya çalışılmaktadır". Gizemli olay ya da katalizm, asla belirlenemeyebilir; fakat bilinmeyen bir veba ya da eski kabileler arasında gizemli bir anlaşmazlık ya da anlaşma avrupanın gizemli geçmişine ışık tutabilir.
Antik DNA (aDNA), geçmişte yaşamış canlıların kalıntılarından elde edilen DNAdır. ADNA çalışmalarının tarihi, Higuchi ve arkadaşlarının Mainz Müzesinden aldıkları bir "quagga" örneğinin genetik yapısını araştırmaları ile başladı. Bu çalışmayla, ölümünün üzerinden 140 yıl geçmiş bir canlının genetik kodunun kısmen de olsa çözülebileceği anlaşıldı. Klonlama tekniği kullanılan bu ilk çalışma sonrasında, 1983te Mullis ve arkadaşları tarafından geliştirilen Polimeraz Zincir Reaksiyonu tekniğinin bu alanda da kullanılmaya başlaması ile aDNA çalışmaları hız kazandı.
PZR tekniği sayesinde DNAnın spesifik bir çalışma için bilgi verici bir bölgesi ya da bölgeleri milyonlarca kopya halinde çoğaltılabilmekteydi. Yıllar içerisinde mamut, mağara ayısı gibi farklı türler; sürekli donmuş halde bulunan toprak ve mağara gibi görece serin yerlerden alınan örnekler ile 1000-40.000 yıl önce yaşamış canlılar üzerine pek çok farklı çalışma yayınlandı. Bu çalışmalarla geçmişte olmuş insan ve hayvan göçleri, popülasyon karışımları, hastalıklar, iklim değişiklikleri, yok olan türlerin genetik yakınlık gösterdiği günümüz türleri ile ilgili çok farklı bilgiler edinmek mümkün oldu. Hatta sadece günümüzde yaşayan canlıların DNAları, yani modern DNAlar, çalışılarak yapılan çalışmaların geçmişi anlamada eksik ya da yanıltıcı olabileceğini de gösterdi.
2005 yılında ise yeni bir DNA dizileme yöntemi olan İkinci Nesil Dizileme geliştirildi. Bu yöntem, önceki Sanger dizileme yöntemine göre DNAnın büyük bir kısmını göreceli daha kısa bir zamanda dizilemekte ve işgücünden tasarruf ettirmekteydi.
Tek eleştirilebilir tarafı ise maliyetinin yüksek oluşuydu. Diğer taraftan aDNA çalışmalarına özgü problemler de çalışmaların hızını yavaşlatmaktaydı. En önemli problemlerden biri, canlının ölümünden sonra yıllar içinde gitgide daha küçük parçalara ayrılan DNAsının çevredeki yabancı ya da modern DNAlar ile karışma olasılığının çok yüksek olmasıydı. Bir diğer problem ise aDNA dizilerinde DNAnın yapıtaşı olan bazların zaman içinde birbirlerine dönüşme ihtimallerinin olmasıydı. Bu gibi problemler elde edilen DNAnın gerçekten antik olup olmadığının iyice sorgulanmasını gerektirmekteydi.
Günümüzde sürekli geliştirilen yeni dizileme platformları ve çalışma yöntemleri sayesinde dizileme maliyeti azalmış durumdadır. Ek olarak, aDNAya özgü problemlerin detayları anlaşıldıkça bu problemler önlenemeseler bile kontrol edilebilmeye başlanmıştır. Tam da burada, arkeolojik kazılardan çıkan örneklerle ilgili bir açıklama yapmak uygun olacaktır. Aşağıda kısaca bahsedilen ilk çalışmalarımız için örnek toplanırken mümkün olduğunca modern DNA kontaminasyonunu önleyecek şekilde davranılmaktaydı. Önceden çıkmış, hatta birçoğu yıkanmış örnekler aDNA çalışmaları için kullanılmıyordu. Bu sebeple bir sezonda elde edilebilen kullanılır durumda örnek sayısı az oluyordu.
Artık, araştırmada yeni nesil dizileme yöntemleri ve analizler kullanılabilmekteyse, önceden kazılardan çıkarılmış aDNA kaynakları da çalışmalarda kullanılabilmekte ve istatistiksel analizler yardımıyla aDNA dizileri kontaminasyondan ayrılabilmektedir. Bütün bu gelişmeler, aDNA çalışmalarının daha da fazla ivme kazanacağını ve aDNAnın gözde araştırma konularından biri olacağını göstermektedir.
Türkiye aDNA kaynaklarının zenginliği ile dünyada çok özel bir konuma sahiptir. Neanderthal ile modern insanın yan yana birkaç on bin yıl yaşadığı ve belki gen alışverişinde bulunduğu; modern insanın Afrikadan çıkışı sonrası karşılaştığı farklı çevre koşullarına uyum göstermeye başladığı; bazı bitki ve hayvanların ilk evcilleştirme aşamalarından geçtiği; insanların -evcilleştirme ile değişen çevre koşullarıyla- hem kendilerinin hem de evcilleştirdikleri organizmaların genomlarının değişimine neden oldukları; yine insanların, geliştirdikleri kültürü belki de göçlerle dünyaya yaymaya başladıkları; üç kıtanın kesişim noktasında çok sayıda medeniyetin ardı ardına ya da yan yana yaşadığı; bu medeniyetlerde popülasyon içinde gözlenen akrabalık ilişkileri ve bazı sosyal davranışların ve iklimsel değişikliklerin yansımalarının gözlenebileceği bir bölgedir.
Kısaca değinilen bu başlıkların her biri için aDNA çalışmaları gerekmektedir. Bu amaçla, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu proje destekleri ile 2012 yılında ODTÜde aDNA çalışmaları için çağdaş bir laboratuvar ve beraberinde çalışmaları yürütecek bir ekip kurulmuştur.
Antik DNA analizlerine göre, Neanderthaller 430.000 yıl önce Kuzey İspanyada yaşıyorlardı. Bu tarih, bir çok araştırıcının düşündüğünden en az 30.000 yıl daha erken bir döneme işaret etmekteydi.
Sima de los Heusos adındaki İspanyadaki bir mağarada bulunan diş ve diğer vücut kemiklerinden alınan çekirdek DNAsı parçalarından elde edilen analizler, Nature isimli akademik dergide yayınlandı.
Almanya Leipzigdeki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsünden paleogenetikçi Matthias Meyer ve meslektaşları, bu antik fosillerden çok fazla DNA örneği kurtarılamadığını belirtmekteler. Meyerin ekibi bulunan kemiklerden Neanderthal ve Denisovan örnekleriyle karşılaştırılabilecek miktarda DNA kalıntısı elde ettiler.
Bu erken döneme ait genetik bulgular, daha önce ortaya atılan Sima de los Huesos buluntularının, bazı bilim insanlarına göre Neanderthallerin ve Homo sapiensin ortak otası sayılan Homo haidelbergensis türüne ait olduğu fikrine meydan okumaktadır.
Sima de los Huesos buluntularında antik bulmaca ortaya çıkmaktadır. Bir yandan hem anneden hem de babadan çocuğa aktarılan çekirdek DNAsı Neanderthal özellikleri gösterirken, sadece anneden aktarılan mitokondriyal DNA ise Denisovan örneklerine daha yakın görünmektedir.
Denisovanlar en erken 44.000 yıl öncesine kadar Doğu Asyada yaşadılar, fakat evrimsel geçmişleri şu an için bilinmemekte. Meyere göre, eğer Neanderthaller yaklaşık 430.000 yıl önce Kuzey İspanyada yaşadılarsa, Neanderthallerle Denisovanların ortak atasına erişebilmek için tarihte daha da geriye gitmeliyiz.
Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, Buz Çağı döneminde Sibiryadan Amerikaya ilk giren insanlar Avrupadaki tarih öncesi insanlarla da karıştı ve günümüz Avrupalılarının DNAlarında iz bıraktı. Araştırmanın modern halkların atalarını açıklama için yapılan en son kapsamlı genetik araştırma olduğu bildirildi.
Uzmanlar, günümüz Avrupalılarının iki farklı halk grubundan geldiklerini düşünüyordu. İlki yaklaşık 40.000 yıl önce türümüzün kıtaya ilk kez yerleşilmesinden itibaren Batı Avrupada yaşamış olan ilkel avcı toplayıcılardı. İkincisi ise yaklaşık 7.000 yıl önce Avrupaya bugünkü Suriye, Türkiye ve Irak topraklarının bulunduğu bölgeden göç eden çiftçilerdi. Yeni çalışma ise Antik Kuzey Avrasyalılar denen ve Sibirya bölgesinden gelen avcı toplayıcıların rolünü gözler önüne serdi.
Bilim insanları, yaklaşık 7.000 yıl önce Almanyada yaşamış bir çiftçinin ve 8.000 yıl önce Lüksemburg ve İsveçte yaşamış 8 avcı toplayıcının DNAsını inceledi. Avrupalıların atalarını bulmak için sonuçları bugün Avrupada yaşayan 2.345 kişinin DNAsıyla karşılaştırdı. Harvard Tıp Okulundan Iosif Lazaridis, Çalışmamız Avrupalıların kökeninin sanılandan çok daha karmaşık olduğunu gösteriyor dedi.
Lazaridis, bugün bir grup olarak görülen Avrupalıların aslında geçmişte en az üç farklı grubun karışmasına dayanan çok daha karmaşık bir tarihe sahip olduğunu belirtti. Neredeyse tüm Avrupalılarda bu üç gruptan izler bulundu. Antik Kuzey Avrasyalı geni ise Avrupa DNAsının yüzde 20sini oluşturuyor.
Kuzey Avrupalılar, Batı Avrupalı avcı toplayıcı genine en fazla sahip olan halk. Litvanyalıların genlerinin yüzde 50si Batı Avrupalı avcı toplayıcılardan geliyor. Güney Avrupalılar ise daha fazla antik çiftçilerinkine benzer genlere sahip. Sardinyalıların genlerinin yüzde 90ı da bu şekilde.
Paleoantropolog Dr Alan Coopere göre "büyük birşey olmuş ve şimdi bunun ne olduğu bulunmaya çalışılmaktadır". Gizemli olay ya da katalizm, asla belirlenemeyebilir; fakat bilinmeyen bir veba ya da eski kabileler arasında gizemli bir anlaşmazlık ya da anlaşma avrupanın gizemli geçmişine ışık tutabilir.
Antik DNA (aDNA), geçmişte yaşamış canlıların kalıntılarından elde edilen DNAdır. ADNA çalışmalarının tarihi, Higuchi ve arkadaşlarının Mainz Müzesinden aldıkları bir "quagga" örneğinin genetik yapısını araştırmaları ile başladı. Bu çalışmayla, ölümünün üzerinden 140 yıl geçmiş bir canlının genetik kodunun kısmen de olsa çözülebileceği anlaşıldı. Klonlama tekniği kullanılan bu ilk çalışma sonrasında, 1983te Mullis ve arkadaşları tarafından geliştirilen Polimeraz Zincir Reaksiyonu tekniğinin bu alanda da kullanılmaya başlaması ile aDNA çalışmaları hız kazandı.
PZR tekniği sayesinde DNAnın spesifik bir çalışma için bilgi verici bir bölgesi ya da bölgeleri milyonlarca kopya halinde çoğaltılabilmekteydi. Yıllar içerisinde mamut, mağara ayısı gibi farklı türler; sürekli donmuş halde bulunan toprak ve mağara gibi görece serin yerlerden alınan örnekler ile 1000-40.000 yıl önce yaşamış canlılar üzerine pek çok farklı çalışma yayınlandı. Bu çalışmalarla geçmişte olmuş insan ve hayvan göçleri, popülasyon karışımları, hastalıklar, iklim değişiklikleri, yok olan türlerin genetik yakınlık gösterdiği günümüz türleri ile ilgili çok farklı bilgiler edinmek mümkün oldu. Hatta sadece günümüzde yaşayan canlıların DNAları, yani modern DNAlar, çalışılarak yapılan çalışmaların geçmişi anlamada eksik ya da yanıltıcı olabileceğini de gösterdi.
2005 yılında ise yeni bir DNA dizileme yöntemi olan İkinci Nesil Dizileme geliştirildi. Bu yöntem, önceki Sanger dizileme yöntemine göre DNAnın büyük bir kısmını göreceli daha kısa bir zamanda dizilemekte ve işgücünden tasarruf ettirmekteydi.
Tek eleştirilebilir tarafı ise maliyetinin yüksek oluşuydu. Diğer taraftan aDNA çalışmalarına özgü problemler de çalışmaların hızını yavaşlatmaktaydı. En önemli problemlerden biri, canlının ölümünden sonra yıllar içinde gitgide daha küçük parçalara ayrılan DNAsının çevredeki yabancı ya da modern DNAlar ile karışma olasılığının çok yüksek olmasıydı. Bir diğer problem ise aDNA dizilerinde DNAnın yapıtaşı olan bazların zaman içinde birbirlerine dönüşme ihtimallerinin olmasıydı. Bu gibi problemler elde edilen DNAnın gerçekten antik olup olmadığının iyice sorgulanmasını gerektirmekteydi.
Günümüzde sürekli geliştirilen yeni dizileme platformları ve çalışma yöntemleri sayesinde dizileme maliyeti azalmış durumdadır. Ek olarak, aDNAya özgü problemlerin detayları anlaşıldıkça bu problemler önlenemeseler bile kontrol edilebilmeye başlanmıştır. Tam da burada, arkeolojik kazılardan çıkan örneklerle ilgili bir açıklama yapmak uygun olacaktır. Aşağıda kısaca bahsedilen ilk çalışmalarımız için örnek toplanırken mümkün olduğunca modern DNA kontaminasyonunu önleyecek şekilde davranılmaktaydı. Önceden çıkmış, hatta birçoğu yıkanmış örnekler aDNA çalışmaları için kullanılmıyordu. Bu sebeple bir sezonda elde edilebilen kullanılır durumda örnek sayısı az oluyordu.
Artık, araştırmada yeni nesil dizileme yöntemleri ve analizler kullanılabilmekteyse, önceden kazılardan çıkarılmış aDNA kaynakları da çalışmalarda kullanılabilmekte ve istatistiksel analizler yardımıyla aDNA dizileri kontaminasyondan ayrılabilmektedir. Bütün bu gelişmeler, aDNA çalışmalarının daha da fazla ivme kazanacağını ve aDNAnın gözde araştırma konularından biri olacağını göstermektedir.
Türkiye aDNA kaynaklarının zenginliği ile dünyada çok özel bir konuma sahiptir. Neanderthal ile modern insanın yan yana birkaç on bin yıl yaşadığı ve belki gen alışverişinde bulunduğu; modern insanın Afrikadan çıkışı sonrası karşılaştığı farklı çevre koşullarına uyum göstermeye başladığı; bazı bitki ve hayvanların ilk evcilleştirme aşamalarından geçtiği; insanların -evcilleştirme ile değişen çevre koşullarıyla- hem kendilerinin hem de evcilleştirdikleri organizmaların genomlarının değişimine neden oldukları; yine insanların, geliştirdikleri kültürü belki de göçlerle dünyaya yaymaya başladıkları; üç kıtanın kesişim noktasında çok sayıda medeniyetin ardı ardına ya da yan yana yaşadığı; bu medeniyetlerde popülasyon içinde gözlenen akrabalık ilişkileri ve bazı sosyal davranışların ve iklimsel değişikliklerin yansımalarının gözlenebileceği bir bölgedir.
Kısaca değinilen bu başlıkların her biri için aDNA çalışmaları gerekmektedir. Bu amaçla, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu proje destekleri ile 2012 yılında ODTÜde aDNA çalışmaları için çağdaş bir laboratuvar ve beraberinde çalışmaları yürütecek bir ekip kurulmuştur.
Antik DNA analizlerine göre, Neanderthaller 430.000 yıl önce Kuzey İspanyada yaşıyorlardı. Bu tarih, bir çok araştırıcının düşündüğünden en az 30.000 yıl daha erken bir döneme işaret etmekteydi.
Sima de los Heusos adındaki İspanyadaki bir mağarada bulunan diş ve diğer vücut kemiklerinden alınan çekirdek DNAsı parçalarından elde edilen analizler, Nature isimli akademik dergide yayınlandı.
Almanya Leipzigdeki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsünden paleogenetikçi Matthias Meyer ve meslektaşları, bu antik fosillerden çok fazla DNA örneği kurtarılamadığını belirtmekteler. Meyerin ekibi bulunan kemiklerden Neanderthal ve Denisovan örnekleriyle karşılaştırılabilecek miktarda DNA kalıntısı elde ettiler.
Bu erken döneme ait genetik bulgular, daha önce ortaya atılan Sima de los Huesos buluntularının, bazı bilim insanlarına göre Neanderthallerin ve Homo sapiensin ortak otası sayılan Homo haidelbergensis türüne ait olduğu fikrine meydan okumaktadır.
Sima de los Huesos buluntularında antik bulmaca ortaya çıkmaktadır. Bir yandan hem anneden hem de babadan çocuğa aktarılan çekirdek DNAsı Neanderthal özellikleri gösterirken, sadece anneden aktarılan mitokondriyal DNA ise Denisovan örneklerine daha yakın görünmektedir.
Denisovanlar en erken 44.000 yıl öncesine kadar Doğu Asyada yaşadılar, fakat evrimsel geçmişleri şu an için bilinmemekte. Meyere göre, eğer Neanderthaller yaklaşık 430.000 yıl önce Kuzey İspanyada yaşadılarsa, Neanderthallerle Denisovanların ortak atasına erişebilmek için tarihte daha da geriye gitmeliyiz.
Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, Buz Çağı döneminde Sibiryadan Amerikaya ilk giren insanlar Avrupadaki tarih öncesi insanlarla da karıştı ve günümüz Avrupalılarının DNAlarında iz bıraktı. Araştırmanın modern halkların atalarını açıklama için yapılan en son kapsamlı genetik araştırma olduğu bildirildi.
Uzmanlar, günümüz Avrupalılarının iki farklı halk grubundan geldiklerini düşünüyordu. İlki yaklaşık 40.000 yıl önce türümüzün kıtaya ilk kez yerleşilmesinden itibaren Batı Avrupada yaşamış olan ilkel avcı toplayıcılardı. İkincisi ise yaklaşık 7.000 yıl önce Avrupaya bugünkü Suriye, Türkiye ve Irak topraklarının bulunduğu bölgeden göç eden çiftçilerdi. Yeni çalışma ise Antik Kuzey Avrasyalılar denen ve Sibirya bölgesinden gelen avcı toplayıcıların rolünü gözler önüne serdi.
Bilim insanları, yaklaşık 7.000 yıl önce Almanyada yaşamış bir çiftçinin ve 8.000 yıl önce Lüksemburg ve İsveçte yaşamış 8 avcı toplayıcının DNAsını inceledi. Avrupalıların atalarını bulmak için sonuçları bugün Avrupada yaşayan 2.345 kişinin DNAsıyla karşılaştırdı. Harvard Tıp Okulundan Iosif Lazaridis, Çalışmamız Avrupalıların kökeninin sanılandan çok daha karmaşık olduğunu gösteriyor dedi.
Lazaridis, bugün bir grup olarak görülen Avrupalıların aslında geçmişte en az üç farklı grubun karışmasına dayanan çok daha karmaşık bir tarihe sahip olduğunu belirtti. Neredeyse tüm Avrupalılarda bu üç gruptan izler bulundu. Antik Kuzey Avrasyalı geni ise Avrupa DNAsının yüzde 20sini oluşturuyor.
Kuzey Avrupalılar, Batı Avrupalı avcı toplayıcı genine en fazla sahip olan halk. Litvanyalıların genlerinin yüzde 50si Batı Avrupalı avcı toplayıcılardan geliyor. Güney Avrupalılar ise daha fazla antik çiftçilerinkine benzer genlere sahip. Sardinyalıların genlerinin yüzde 90ı da bu şekilde.