- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
5-Temel Hak ve Hürriyetlerin Kullanılmasının Durdurulması:
[FONT=verdana, tahoma, arial][/FONT]
[FONT=verdana, tahoma, arial][FONT=verdana, tahoma, arial][/FONT]
1961 anayasasının temel hak ve ödevlere ilişkin ikinci kısmında temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması ile ilgili bir hüküm yoktu.Buna karşılık 124.maddede sıkıyönetim ve savaş hallerinde hükümlerin nasıl uygulanacağı belirtilmişti.Bu dönemde AY mahkemesi sıkıyönetim halini Anayasanın 11.maddesinde ve temel haklara ilişkin özel maddelerinde gösterilen hürriyeti sınırlama sebeplerinin dışında ve ötesinde onlardan bağımsız bir sınırlama sebebi olarak görmüştür.1982 anayasası temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulmasının konusunu Temel haklar ve ödevler başlıklı ikinci kısmında 15.maddede düzenlemiştir.Ancak bu düzenlemenin 1961 anayasasının değişik 124.maddesinin yorumundan çıkan duruma oranla hürriyetlerin korunması açısından 3 üstünlüğü vardır.Biri ölçülülük ilkesinin açıkça benimsenmiş olmasıdır.Buna göre savaş seferberlik sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ancak durumun gerektirdiği ölçüde durdurulabilir.İkincisi bu tedbirlerin milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi şartıdır.Bu yükümlülüklerden kasıt Türkiyenin taraf olduğu çeşitli insan hakları sözleşmeleridir.Üçüncüsü 15.maddenin 2.fıkrası savaş seferberlik ve sıkıyönetim durumları ile olağanüstü hallerde dahi hiçbir şekilde durdurulamayacak ve ihlal edilemeyecek bazı temel hak ve hürriyetlerden oluşan bir çekirdek alan yaratmaktadır. Bu 3 güvence AY.mahkemesine 15 maddede anılan olağanüstü durumlarda da hayli etkin bir anayasaya uygunluk denetimi yapma imkanını tanımaktadır.Ne yazık ki olağanüstü hallerde sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan KHKlerin Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesine dava açılamaması (mad.148) bu güvencelerin pratik değerini azaltmaktadır.
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]VII)Hukuk Devleti:
[/FONT]
1-Kavram:Anayasamızın 2.maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan Hukuk Devleti ilkesi en kısa tanımıyla vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları Devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu bir sistemi anlatır.Hukuk dilinde hukuk devleti deyimi devletin hukuk kurallarıyla bağlı sayılmadığı polis devleti kavramının karşıtı olarak kullanılmaktadır.Bu ilke her şeyden önce devletin işlemlerinin hukuk kurallarına bağlılığını ifade eder.Hukuk kurallarına bağlılığı sağlayacak mekanizma ise devletin eylem ve işlemlerinin yargı denetimi altında bulunmasıdır.Hukuk devleti denince ilk olarak yürütmenin hukuka bağlılığı ve yürütme işlemlerinin yargı denetimi altında bulunması akla gelmektedir.
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]2-Yürütme İşlemlerinin Yargısal Denetimi:Yürütme organının yargısal denetimi konusunda iki sistem vardır.Bunlardan birincisi söz konusu denetimi yerel yargı organlarına bırakan ve özellikle Anglo-Sakson ülkelerinde uygulanan adli idare veya yargı birliği sistemidir.Bu sistemde bir tek yargı organı vardır ve devletle fert arasındaki uyuşmazlıklar tıpkı fertler arasındaki uyuşmazlıklar gibi bu yargı organınca yani genel mahkemelerce çözülür.İkinci sistem ise yürütmenin eylem ve işlemlerinde doğan uyuşmazlıkların çözümünü genel mahkemelere değil özel birtakım yargı kuruluşlarına yani idare mahkemelerine bırakır. İdari yargı adı verilen bu sistem Fransada doğmuş ve oradan diğer Kara Avrupası ülkelerine yayılmıştır.Türkiyede de 100 yılı aşkın bir süredir kullanılan sistem budur.Anayasa mad.155e göre Türkiyede idari yargı sisteminin en üst mercii Danıştaydır. 155.maddeden de anlaşılabileceği gibi Danıştayın idari yargı görevinin yanında merkezi idarenin danışma organı olma fonksiyonu da vardır.Danıştay idari davaların bir kısmında ilk ve son inceleme mercii;bir kısmında ise son inceleme (temyiz ) merciidir.Hukuk devleti ilkesi gerek adli idare gerek idari yargı sistemleriyle bağdaşabilir.Hukuk devleti bakımından önemli olan nokta yürütmenin eylem ve işlemlerinin bağımsız yargı organlarınca denetlenip denetlenememesidir.Bu denetim sağlandıktan sonra denetimi yapan mahkemenin genel mahkeme ya da idari mahkemesi oluşu hukuk devleti açısından önem taşımaz..Buna karşılık yine denetim sistemi ne olursa olsun eğer yürütmenin bir kısım eylem ve işlemleri çeşitli yollarla yargı denetimi dışında bırakılabiliyorsa hukuk devleti ilkesinin zedelenmiş olduğu kanısına varılabilir.24 Anayasası döneminde Danıştay bir kısım yürütme işlemlerini siyasal nitelikli görerek bunlardan doğan uyuşmazlıklara bakmayı reddediyordu.Hükümet tasarrufu adı verilen ve idari yargı organının bir oto-limitasyonuna dayanan bu işlem kategorisinin yanı sıra özellikle 1950-60 yılları arasında çıkarılan bazı kanunlar bir kısım idari işlemler hakkında yargı yoluna başvurulmasını yasaklamış,yani yargı denetimi imkanını kanunla ortadan kaldırmıştır.61 Anayasasının 114.maddesi idarenin hiçbir eylem ve işlemi hiçbir halde yargı mercilerinin denetimi dışında bırakılamaz hükmünü getirmek suretiyle hukuk devletini sarsan bu tip uygulamalara son vermiş oldu.Bu hüküm bir yandan yasama diğer yandan da yürütme organlarına direktif verir nitelikte idi.Yasama organına hitap eden yönüyle idari yargı yolunu kapatacak kanunların çıkarılmasını yasaklıyor;idari yargıya h,tap eden yönü ile de bu mahkemelerin bir kısım idari işlemlerden doğan uyuşmazlıkları kendi görev alanları dışında görerek bunlara bakmaktan kaçınmasını yasaklıyordu.Bu bağlamda 1961 Anayasasının 114.maddesi hukuk devleti bakımından çok önemli bir aşama sağlamıştır.
[/FONT]
[FONT=verdana, tahoma, arial]Bu hüküm 1982 anayasasının 125mad.1.fıkrasında aynen korunmuştur.Ne var ki 1982 anayasasının kendisi (mad.125/2) bu kurala iki istisna getirmiştir.Buna göre cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askeri Şura nın kararları yargı denetimi dışındadır.Cumhurbaşkanının devlet başkanı sıfatıyla yapacağı işlemler idari işlem olmayacağı için bunların yargı denetimi dışında bırakılmasının hukuk devleti ilkesi açısından bir çelişkisi söz konusu değildir buna karşılık hukuki nitelikleri itibariyle tam anlamıyla idari işlemler olan yüksek askeri şura kararlarının yargı denetimi dışında bırakılmasını hukuk devleti açısından haklı bulmak mümkün değildir.1982 Anayasasının 125.maddesi 1961 Anayasasının değişik 114.maddesine benzer olarak idari yargı denetiminin niteliği ve sınırları ile ilgili bazı hükümler getirmektedir.Maddenin 4.fıkrasına göre yargı yetkisi idari eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.Yürütme görevinin kanunda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak,idari eylem işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.1982 Anayasası 125.maddesi (f5/6) 1961 Anayasasında yer almamış olan yürütmenin durdurulması konusunu düzenlemektedir.Beşinci fıkraya göre İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.Buna karşılık 6.fıkradan olağanüstü hallerde sıkıyönetim seferberlik ve savaş halinde ayrıca milli güvenlik kamu düzeni ve genel sağlık nedenleri ile kanunun yürütmenin durdurulması kararının verilmesini sınırlayabileceği anlaşılmaktadır.Şu halde fıkrada sözü edilen durumlarda idari işlemlerin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararlar doğacak olsa ve idari işlem açıkça hukuka aykırı bulunsa bile,idari yargının yürütmeyi durdurma kararı verme yetkisi kanunla sınırlanabilecektir ki bunu hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırmak güçtür
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]3-Yasama İşlemlerinin Yargısal Denetimi:Yürütme işlemlerinin yargısal denetimi hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olmakla birlikte tek başına hukukun üstünlüğünü ve vatandaşların güvenliğini sağlamaya yeterli değildir.Çünkü bu denetim nihayet yürütme işlemlerinin kanunlara olan uygunluğunu denetleyecektir.Oysa kanunların kendisi anayasaya aykırı olması durumunda vatandaşların anayasal haklarının çiğnenmesini engelleyemeyecektir.Hukuk devletinin tam olarak gerçekleşmiş sayılabilmesi için sadece yürütme işlemlerinin kanunlara uygunluğu değil yasama işlemlerinin de Anayasaya uygunluğu yargı organlarınca denetlenmelidir.
[/FONT]
[FONT=verdana, tahoma, arial]4-Yargı Bağımsızlığı:Hukuk devletinin en önemli unsurlarından biri de yargı bağımsızlığıdır.Gerçekten de yasama ve yürütme organlarını denetleyecek olan organlar yasama ve yürütme karşısında tam bağımsızlığa sahip değillerse yargı denetiminde beklenen yararlar büyük ölçüde ortadan kalkmış olur.Yargı bağımsızlığının tam olarak güvence altına alınmamış olduğu sistemlerde gerçek anlamda tam olarak bir hukuk devletinden söz etmeye imkan yoktur.
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]5-Kanuni Hakim Güvencesi:1961 Anayasasının ilk metninde bu güvence madde 32de Tabii Yargı Yolu başlığı altında düzenlenmişti.Sözü geçen madde 1971 değişiklikleriyle değiştirilmiş ve halen yürürlükte olan 1982 anayasasındaki ifadede de kullanılan ifade kabul edilmiştir.Buna göre hiç kimse tabi olduğu mahkemeden başka bir mercii önüne çıkarılamaz.Tabii yargı ilkesi uyuşmazlığı yargılayacak olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olmasıdır.1971 tarihli Sıkıyönetim kanununda bu ilkeye uygunluğu şüpheli görülebilecek birtakım hükümlerin varlığı maddenin 1971 anayasa değişikliği sırasında değiştirilmesine yol açmıştır.Bu kanuna göre sıkıyönetim ilan edilen yerlere bu sıkıyönetime neden olan olaylara ilişkin suçları sıkıyönetim ilanından en çok 3 ay öncesine kadar yargılayabilmekteydi.Görülüyor ki bu durumlarda bir ceza davası suçun işlendiği anlarda mevcut olmayan ve kurulup kurulmayacağı bilinmeyen bir mahkeme tarafından görülmektedir.61deki tabii kelimesi yerine kanuni lafının getirilmesinin sebebi kanunun lafzen yorumlandığında hukuk devleti ilkesiyle çelişmiyor olmasıdır.Fakat öz itibariyle yine de tabii yargı ilkesi hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olduğu için bu çelişkili bir mevzuudur.Bunun çözümü de 143.maddenin son fıkrasında öngörülmüştür.Buna göre sıkıyönetim ilan edilen yerlerdeki DGMler Sıkıyönetim Mahkemelerine dönüştürülebilir.Böylece yargılama yapılacak mahkemelerin sonradan kurulmamış olması sağlanarak bu ilkeye uyum sağlanmıştır.
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]6-Ceza Sorumluluğu İlkeleri:Anayasamızın 38.maddesi hukuk devletinin suç ve cezalara ilişkin bazı unsurlarını saymaktadır.
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]7-Hukukun Genel İlkelerine Bağlılık:61 ve 82 anayasaları hukukun genel ilkelerinden doğrudan doğruya söz etmemiş olmakla birlikte 61-132 ve 82-138 maddeleri bu ilkelerin hakim tarafından bir hukuk kaynağı olarak kullanılabileceğini ima etmişlerdir.Hukukun genel ilkelerinin tam ve herkesçe kabul edilebilecek bir tanımını yapmak kolay olmamakla birlikte bu konuda pozitif bir temel olarak Milletlerarası Adalet Divanı Statüsünün 38.maddesinden yararlanılabilir.Bu madde uygar milletlerce tanınmış genel hukuk ilkelerini milletler arası hukukun kaynakları arasında saymıştır.AY mahkememizde muhtemelen bu tanımdan esinlenerek hukukun genel ilkelerini hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkeler olarak tanımlamıştır.Rousseau hukukun genel ilkelerini bir bölümü sadece milletler arası hukuka özgü olmak bir bölümü de milletlerarası hukuk ve milli hukuk düzenlerinde ortak olmak üzere iki kategoriye ayırmıştır.Rousseauya göre iki hukuk düzeninde ortak olan ilkeler şunlardır:Ahde vefa ,hakkın kötüye kullanılmaması, kazanılmış haklara saygı,sebepsiz zenginleşme,gecikme faizi,verilen zararın tazmini,kesin hükme saygı.Bunlara kimsenin sahip olduğu haklardan fazlasını devredememesi kimsenin kendi davasında hakim olamaması mücbir sebep ve diğer bazı ilkeler de eklenebilir.AY mahkemesinin 82 anayasası döneminde verdiği kararlarda dayandığı bazı genel hukuk ilkeleri de şunlardır:İyi niyet ahde vefa kazanılmış haklara saygı kanunların geriye yürümezliği kesin hükme saygı devlete (ve kanunlarına) güven özel kural genel kural çatışmasında özel kuralın uygulanması.
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]VIII-Sosyal Devlet:
[/FONT]
[FONT=verdana, tahoma, arial]1-Sosyal Devletin Anlamı:
[/FONT]
[FONT=verdana, tahoma, arial]20.yy.da Batı demokrasilerinde ortaya çıkmış olan sosyal devlet veya refah devleti kavramı devletin sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata aktif müdahalesini meşru ve gerekli gören bir kavramı ifade eder.Sosyal devlet bu anlamda geçen yüzyılın jandarma devlet anlayışından ayrılır.Liberal felsefeden esinlenen jandarma devlet anlayışı devletin görevlerini dışa karşı savunmayı ve yurt içinde düzen ve güvenliği sağlamaktan ibaret görmekte özellikle devletin ekonomik hayata müdahalesini sadece gereksiz değil aynı zamanda ekonominin doğal kanunlarının işleyişini bozacağını savunduğu için zararlı görmekteydi.Sosyal devlet devletin sosyal ve ekonomik hayata müdahalesi yoluyla sınıf çatışmalarını yumuşatan ve milli bütünleşmeyi sağlamaya çalışan bir devlet anlayışıdır.1982 anayasasının 35.maddesi mülkiyet ve miras haklarını 48.maddesi de çalışma sözleşme ve özel teşebbüs kurma hürriyetlerini tanımaktadır.Bu maddede görünmektedir ki özel teşebbüslerin serbestçe kurulabilmesine hatta devletin bunların güvenlik ve istikrar içinde çalışmasını sağlayacak tedbirler almakla yükümlü olmasına karşılık,devlet özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini sağlamakla da yükümlüdür.Diğer bir deyimle özel teşebbüs hürriyetine bu amaçlarla bazı sınırlamalar getirilebilir.Sosyal devlette mülkiyet haklarla birlikte ödev ve yükümlülükleri de içeren bir statüdür.Nitekim mülkiyet ve miras haklarını tanıyan 35.maddenin 2. ve 3. fıkraları 61 anayasasının 36.maddesine paralel olarak bu hakların kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceğini ve mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını belirtmiştir.
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]Sosyal devletin hürriyet anlayışı da klasik liberal devletin hürriyetleri sadece birer negatif statü hakkı yani kişiye devlet karşısında özerk bir alan tanıyan ve devlete o alana girmeme yükümlülüğünü yükleyen anlayışından farklıdır.Sosyal devlet devlete karşı korunan hürriyetlerin yanında hürleştirme kavramına da yer verir.1982 anayasası 61 anayasasına paralel olarak devlete kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde sınırlayan siyasal ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak ödevini vermiştir.Sosyal devlet bunu gerçekleştirmeye çalışırken elbette mutlak bir sosyal ve ekonomik eşitlik anlayışıyla değil nisbi bir fırsat eşitliği anlayışıyla hareket eder.Fırsat eşitliği kavramının Anayasamızdaki somut bir yansıması 42.maddeye göre Devletin,maddi imkanlardan yoksun başarılı öğrencilerin öğrenim hayatlarını sürdürmeleri için onlara burs veya çeşitli imkanlar sağlaması ödevidir.
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]-Devletin Ekonomik Hayata Müdahalesinin Ölçüsü:
[/FONT]
[FONT=verdana, tahoma, arial]1961 anayasasında devletin ekonomik ve sosyal hayata müdahalesinin ilkelerini belirleyen genel bir hüküm yer almıştı.41.madde iktisadi ve sosyal hayatın adalete tam çalışma esasına ve herkes için insan hayatına yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlanması amacına göre düzenleneceğini belirtmekte ve yatırımları toplum hayatının gerektirdiği önceliklere yöneltmeyi devletin ödevi olarak görmekteydi.82 anayasası devletin ekonomik hayata müdahalesiyle ilgili böyle genel bir hükme yer vermemiş olmasıyla birlikte devlet müdahalesine ilişkin hükümler anayasanın çeşitli maddelerine serpiştirilmiş bulunmaktaydı.Bu serpiştirilmiş müdahale hükümlerine rağmen Anayasamızdaki sosyal devlet anlayışının siyasal iktidarlara belli bir ekonomik politika modelini empoze etmediği açıktır.Anayasa açısından söylenebilecek olan şey bu anayasa ile ne saf liberal ne saf devletçi ekonomi modelinin uygulanmasının mümkün olduğudur.Bu çok geniş çerçeve içerisinde siyasal iktidarların ekonomik politikayı kendi siyasal tercih ve önceliklerine göre yönlendirebilecekleri doğal olduğu gibi demokratik rejimin gereklerine de uygundur.Eğer 82 anayasasında bir dereceye kadar bir ekonomik politika tercihi varsa bunun sosyal piyasa ekonomisi olarak adlandırılması doğru olur.Bilindiği gibi bu kavram piyasa ekonomisinin işleyişinden doğabilecek bazı aksaklıkların tekelleşmeleri önlemek serbest rekabet ilkesine işlerlik kazandırmak piyasada egemen olan gücün kötüye kullanılmamasını sağlamak ve tüketiciyi korumak amaçlarıyla devlet tarafından yapılacak müdahale ve düzenlemelerle giderilmesini öngörmektedir.
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]3-Sosyal Devletin Hukuki Yöntemleri:
[/FONT]
[FONT=verdana, tahoma, arial]a-Herkese İnsan Haysiyetine yakışır bir hayat sağlamaya yönelik tedbirlerosyal devletin temel amaçlarından birinin herkese insan haysiyetine yaraşır asgari bir hayat düzeyi sağlamak olduğuna şüphe yoktur.Bunun yolları arasında herkese çalışma imkanının sağlanması çalışan herkese insanca yaşayabilmesini mümkün kılacak adaletli bir ücret ödenmesi ve çalışamayacak durumda olanların da çeşitli sosyal güvenlik tedbirleri ile korunması yer almaktadır.Bunlar anayasanın 49-55-60-61. maddelerinde düzenlenmiştir.Şüphesiz insan haysiyetine yakışır bir asgari hayat düzeyinin sağlanması sadece bu tedbirlerle gerçekleşemez.İnsan haysiyetine yakışır bir hayat insan haysiyetine yakışır bir konutta sağlık içinde yaşama ihtiyacının ve asgari kültürel ihtiyaçların tatminini de içine alır.Bunlar da anayasanın 56-57-42.maddelerinde düzenlenmiştir.
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]b-Vergi adaleti:Çağdaş sosyal devlette gelir ve servet eşitsizliklerini azaltmada en önemli rolü vergi politikası oynamaktadır.Bu politika anayasamızın 73.maddesinde açıklanmıştır.Vergi hukukunda artan oranda (müterakki) vergi denilen ve Türk gelir vergisi sisteminde de kabul edilmiş olan vergilendirme sistemi yüksek gelir tabakalarından yüksek oranda ,düşük gelir tabakalarından ise düşük oranda vergi alınması suretiyle gelir eşitsizliklerinin azaltılması amacını taşır.
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]c-Kamulaştırma ve Devletleştirme:Kamı hizmetlerini yürütebilmek için gerekli olan özel mülkiyet altındaki bir taşınmazın sahibinin isteğine bakılmaksızın kamu mülkiyetine geçirilmesi işlemine kamulaştırma denir.Konu anayasamızın 46. maddesinde düzenlenmiştir.Anayasada özel bir rejime tabi tutulan sosyal amaçlı kamulaştırmalar,sosyal devletin bir yöntemi olarak kabul edilir.Kamulaştırmanın usulü 63/3 maddede düzenlenmiştir.Kamulaştırmanın genelde sosyal devlet ilkesi ile ilgili olmamasına karşın anayasanın 17.maddesinde düzenlenen devletleştirme tipik bir sosyal devlet aracıdır.Bu hükme göre kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüsler kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde devletleştirilebilir.Devletleştirme gerçek karşılığı üzerinden yapılır.Gerçek karşılığının hesaplanması ve usulü kanunla düzenlenir.Görülmektedir ki; kamulaştırma işleminin konusu özel mülkiyetteki taşınmaz mallar olduğu halde devletleştirme işleminin konusu özel teşebbüslerdir.Devletleştirme bakımında 61 ve 82 anayasaları bakımından önemli bir fark61 anayasasının devletleştirilen özel teşebbüsün gerçek karşılığının taksitlendirilebilmesidir.82 anayasası ise taksitlendirmeyi kaldırarak devletleştirmeyi zorlaştırmıştır.82 anayasası döneminde devletleştirme 1984 tarihli 3082 sayılı kanunla düzenlenmiştir.Bu kanuna göre özel teşebbüslerin devletleştirilmesi için şu şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]-Devletleştirilecek özel teşebbüsün yaptığı hizmet veya üretimin ülke çapında kamu ihtiyacına hitap etmesi
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]-Bu hizmet veya üretimin kontrol rekabet ikame veya başka yollardan sağlanması imkanının bulunmaması
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]-Hizmet veya üretimin yavaşlatılması veya durdurulması halinde kamunun büyük zarar görmesi
[/FONT][FONT=verdana, tahoma, arial]Devletleştirme klasik sosyal devletin araçlarından biri olarak kabul edilmekle birlikte özellikle 80lerden itibaren dünyanın büyük bölümüne egemen olan serbest piyasa ekonomisinin etkisiyle eski önemini kaybetmiştir.Onun yerine tam tersine KİTlerin özel teşebbüse devredilmesi yani özelleştirme Türkiye dahil pek çok ülkede önem kazanmıştır.
[/FONT]