- Konum
- BERTUNA
-
- Üyelik Tarihi
- 2 Haz 2020
-
- Mesajlar
- 5,338
-
- MFC Puanı
- 16,230
Atatürk İlkelerinin Temelini Oluşturan Anlayışlar
------------------------------------------------------------------------------------------------------------1. Millî Tarih Bilinci
Tarih, bir milletin bütün fertlerinin bilmesi ve koruması gereken kültür hazinelerinden biridir. Tarih, milletin geçmişteki varlığı, onun mirası ve bugüne kalan hatırasıdır. Her birey milli tarihindeki üstün kişi ve olaylardan gurur duyar, ibret alınması gereken dersleri de hiçbir zaman göz ardı etmez. Milletlerin hayatında tarih, içinde bulunulan durum ve gelecekte karşılaşılabilecek olaylar birarada değerlendirildiğinde başarılı sonuçlar elde edilebilir. Millî tarihine sahip çıkmayan, bu tarihi yeni nesillere aktarmayan milletler, yaşama güçlerini kaybederler. Bu birikim, o milleti ileri taşıyacak en önemli itici güçtür.
Atatürk milli tarih bilincine çok önem vermiş, pek çok konuşmasında Türk tarihinin kendisine ilham kaynağı olduğunu belirtmiştir. Atatürk, Türk tarihini Orta Asya'dan başlayan ve bugüne kadar ulaşan bir bütün olarak değerlendirir. Türk tarihine olan merakı ise, Manastır Askeri İdadisi'nde okuduğu yıllara dayanmaktadır. Okulda milliyetçi bir Türk subayı olan Tevfik Bey'den tarih dersi alan Mustafa Kemal, bu dönemde Türk tarihini bütün genişliği ve derinliği ile kavramış, bağımsızlığa yönelik pek çok düşüncesi ilk olarak bu yıllarda şekillenmeye başlamıştır. Tevfik Bey'den, "kendisine minnet borcum vardır, bana yeni bir ufuk açtı" diye bahseden Atatürk, Türk tarihinin zenginliğinden çok faydalanmıştır.
Milli tarih bilinci, Atatürk'ün Türk Milleti için belirlediği 'çağdaş milletler seviyesine ulaşmak' ülküsünde benimsenecek yolun nasıl olması gerektiği noktasında da ön plana çıkmaktadır. Atatürk çağdaşlaşmayı sürekli teşvik ederken, bunun kendi değerlerimizden uzaklaşmak, tarihimizi reddetmek olmadığını önemle vurgulamıştır:
Her milletin kendine mahsus gelenekleri, kendine göre milli hususiyetleri vardır. Hiçbir millet, aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne de kendi milleti içinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki acıdır.
Bir başka sözünde ise, Atatürk şöyle demektedir:
Biz Batı uygarlığını bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz, onda iyi gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya uygarlık düzeyi içinde benimsiyoruz.
Türkiye'nin yalnız ekonomi alanında değil, sosyal ve kültürel alanda da sürekli kalkınması gerektiğine inanan Atatürk, bu hedefe ulaşmakta milli tarih bilincinin büyük rol oynadığına inanmaktadır. Bir milleti ayakta tutan önemli değerlerden olan milli şuur, Atatürk için, milli tarih bilincine paralel olarak gelişir ve ilerler.
Millî şuurun ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz."
Atatürk, bu konuda ne derece duyarlı olduğunu ortaya koymuştur. Bu nedenle yeni yetişen neslin her zaman tarih bilincine sahip olmasını istemiş, bunun için de gençlere muhakkak manevi değerlerin öneminin, gelenek ve göreneklerimizin, kültür birikimimizin anlatılması gerektiğini vurgulamıştır. Bununla da kalmamış, maneviyatımızı, milli değerlerimizi, mukaddesatımızı, kültürümüzü hedef alan her türlü unsurla sonuna kadar mücadele etmek gerektiğinin gençlere öğretilmesini istemiştir.
Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel Türkiye'nin istiklaline, kendi benliğine, milli ananelerinde düşman olan bütün unsurlarla mücadele etme lüzumu öğretilmelidir.
Bu nedenledir ki Atatürk, tarih ilminin eğitim ve öğretim programlarında geniş olarak yer almasından yana olmuştur. Gençlere ve Türk Milleti'ne bilimsel bir şekilde öğretilecek olan milliyet kavramı ile, toplum yaşantısının daha bilinçli olacağına inanmıştır. Bu nedenle insanların milletleri için çalışmaları ve gelecek günlerin güvenliğini sağlamak temel görüşü üzerinde haklı olarak durmaktadır:
Millet sevgisi kadar büyük sevgi yoktur. Kurtuluş Savaşı'nda benim de milletime ettiğim birtakım hizmetler olmuştur zannederim. Fakat bunlardan hiçbirini kendime mal etmedim. Yapılanın hepsi milletin eseridir, dedim. Aranacak olursa, doğrusu da budur. Mazide sayısız medeniyet kurmuş bir ırkın ve milletin çocukları olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız lazım gelen şeylerin hepsini yaptığımızı ileri süremeyiz. Bugüne ve yarına bırakılmış daha birçok büyük işlerimiz vardır. İlmi araştırmalar da bunlar arasındadır. Benim arkadaşlarıma tavsiyem şudur: Şahsınız için değil, fakat mensup olduğumuz millet için el birliği ile çalışalım. Çalışmaların en büyüğü budur.
2. Millî Kültürün Geliştirilmesi
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin temelinin milli kültür olduğunu ifade etmiştir. Milli kültür bir millete kimlik kazandıran, diğer milletlerle arasındaki farkı ortaya koyan, o millete ait maddî ve manevî değerlerin bütününe verilen isimdir. Bir toplumu millet yapan ve onun bütünlüğünü sağlayan, milli kültürdür. Milli kültürün, o milletin benliğinin şekillenmesinde, gelişmesinde ve güçlenmesinde büyük payı vardır. Milli kültürüne sahip çıkamayan, bu değerleri gereği gibi kavrayıp benimsememiş bir toplumun güçlü olması ve hatta varlığını devam ettirebilmesi mümkün değildir. Atatürk, "Kendi kültürel değerlerine saygılı olmayan milletleri, başka milletler de saymaz. Böyleleri, diğer milletlerin avı olmaya mahkumdur" sözleri ile bu gerçeğe işaret etmiştir.
Atatürk inkılaplarının temelinde de,
"Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli Türk kahramanlığı ve Türk kültürüdür"
sözlerinde de görüldüğü gibi, Türk milli kültürü vardır. Çünkü Atatürk gayet iyi bilmektedir ki, inkılaplar ancak milletin değerleri ile, ihtiyaçlarıyla, düşünce yapısıyla uyumlu olduğu müddetçe kalıcı ve başarılı olabilirler. Bu sosyolojik bir gerçektir. Bu gerçeği Atamız şöyle ifade etmektedir:
Araştırmalarımıza temel olarak çok defa kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır. Lakin kendimizi bilmeyiz. Aydınlarımız "milletimizi en mesut millet yapayım" der. "Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynı öyle yapalım" der. Lakin düşünmeliyiz ki, öyle bir teori hiçbir devirde başarı kazanabilmiş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey, diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şartlar, birini mesut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken, dünyanın her türlü biliminden, keşfinden faydalanalım, lakin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmalıyız.
Bu sözler, Cumhuriyet Türkiyesi'nin millî kültüre dayalı olarak kurulduğunun ve bu kültüre dayalı olarak yükselip gelişeceğinin bir ifadesidir. Büyük Önder için milli kültür, milli birliğin ve vatanın bölünmezliğinin en önemli unsurlarındandır. Atatürk'ün anlayışında milli kültür ve milli birlik, birbirini tamamlayan, birbirinden ayrılması mümkün olmayan iki önemli değerdir.
Atatürk, millî kültür konusunda hedeflerin neler olduğunu da şöyle belirtmiştir:
Yüksek bir insan cemiyeti olan Türk Milleti'nin tarihî bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, yaratıcı zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlar sevgisini ve millî birlik duygusunu sürekli ve her türlü incelemelerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür.
3. Türk Toplumunun Çağdaş Uygarlık Düzeyinin Üstüne Çıkarılması
Atatürk hayatı boyunca yalnızca milletini düşünmüş, kendi menfaati ve kişisel geleceği için hiçbir çalışması olmamıştır. Aldığı tüm kararlarda, attığı tüm adımlarda bu açıkça görülür. Atatürk'ün hayattaki en büyük ideali, bağımsız vatan toprakları üzerinde milli birlik duygusuyla kenetlenmiş çağdaş bir toplum oluşturmaktı. Vatanı kurtaran, hür ve bağımsız Türkiye idealini gerçekleştiren Mustafa Kemal, yeni Türkiye'yi modernleştirmek amacı ile çağdaş medeniyet idealine yöneltmiştir. Atatürk Türk Milleti'nin çağdaşlaşmasını hayati dava olarak görmüş ve bunu asla vazgeçilmemesi gereken bir mücadele olarak kabul etmiştir. "Büyük davamız en medeni ve en üst refah seviyesinde bir millet olarak varlığımızı yükseltmektir" sözleri ile bunu dile getirmiştir. Bir başka sözünde ise, bu hedefi şöyle vurgulamıştır:
Milletimizin hedefi, milletimizin ideali bütün dünyada tam manasıyla medeni bir toplum olmaktır. Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.
Atatürk'ün hayatını genel olarak iki döneme ayırmak mümkündür: Milli Mücadele dönemi ve Cumhuriyet'in ilanının ardından başlayan Çağdaşlaşma dönemi. Atatürk, çağdaşlaşmanın gereği olarak bilim ve teknolojiden yararlanma ve eğitim sahasını genişletme konuları üzerinde önemle durmuştur. Bunun yanı sıra ekonomi alanında ve sosyal hayatın çeşitli alanlarında yapılan atılımlarla, milletin önüne yeni ufuklar açılmış, çok kısa süre içerisinde büyük gelişmeler yaşanmıştır.
Pek çok kurum Batı ile özdeşeleşecek şekilde yeniden yapılandırılmış, böylece modernleşmenin temeli atılmıştır. Atatürk çağdaşlaşmanın ne kadar hayati bir ihtiyaç olduğunu ve bunun için izlenmesi gereken yolu ise şöyle tarif etmiştir:
Ülkemiz içinde uygar düşüncelerin, çağdaş ileriliklerin zaman kaybetmeden yayılması ve gelişmesi zorunludur. Öğretmenlerimiz, ozanlarımız, yazarlarımız ulusa geçmiş yıkılış günlerini, bunların gerçek nedenlerini anlatacaklardır. Bu kara günlerin geri dönmemesi için yeryüzünde uygar ve çağdaş bir Türkiye'nin varlığını tanımak istemeyenlere, onu tanıtmak zorunda olduğumuzu hatırlatacaklardır. Görülüyor ki, en önemli ve en verimli ödevlerimiz, öğretim ve eğitim işleridir. Bu işlerde ne yapıp yapıp başarıya ulaşmamız gerekir. Bir ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yoldadır. Bu zaferin sağlanması için hepimizin bir vücut gibi belirli bir program üzerinde çalışmamız gerek.
Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız.
Çağdaşlaşma ülküsünün önemini anlayacak, anlatacak, kendisinden sonraki nesillerin de bunu yaşamasını sağlayacak kişi ve kurumları meydana getirmek, Atatürk için son derece önemliydi. Çağdaşlaşmanın gerçekleştirilebilmesi için bilim ve teknolojideki gelişmelerin yakından takip edilmesi ve genç neslin çok iyi yetiştirilmesi Atatürk'e göre temel koşullardır. Atatürk, en büyük arzularından biri olan Türk toplumunun medeniyet yolunda ilerlemesi hedefinin gençler tarafından gerçekleştirileceğine inanan bir liderdi. Bu nedenle de bu önemli görevi gençlere vermiş, Cumhuriyet'i korumak ve yükseltmekten gençleri sorumlu kılmıştı. Çağdaş ve her yönü ile uygar bir toplumun ortaya çıkarılabilmesi için bilgili, kültürlü, yüksek karakterli kişilerin yetiştirilmesi şarttır. Atatürk bu düşüncesini şöyle ifade etmektedir:
Gençliği kesinlikle ideal sahibi ve ülkeyle ilgili olarak yetiştirmek herkesin, hepimizin, her devlet adamının başta gelen görevidir. Gençliği yetiştiriniz. Onlara bilim ve kültürün pozitif düşüncelerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler uygulamaya konulduğu vakit, Türk Milleti yükselecektir.
4. Türk Milleti'ne İnanmak ve Güvenmek
Atatürk, gençlik yıllarından itibaren Türk Milleti'nin büyüklüğünü kavramış ve Türk'ün ruhuna, cesaretine, karakterine çok güvenmiştir. Türk Milleti'nin ahlakını, yapısını, kültürünü, tarihi birikimini çeşitli konuşmalarında öven ve tüm başarısının asıl sahibinin Türk Milleti olduğunu bilen Atatürk, Türk Milleti'ne inanmayı ve güvenmeyi ilkelerinin de temel dayanaklarından biri olarak görmüştür. Milli Mücadele'ye Türk Milleti'ne güvenerek başlamış ve
"Hazinemiz, istiklal ve vatanperverliğin kıymetini takdir etmeyi öğrenmiş olan milletimizdir"
sözleri ile Türk Milleti'ne duyduğu inancı vurgulamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurarken, Türk Milleti'ne olan sonsuz inanç ve güvenini hiç yitirmemiş, ilke ve inkılâplarının en güzel şekilde uygulanacağına inanmıştır. Samsun'a ayak bastığı ilk günden itibaren kendisine umut veren asıl gücün milleti olduğunu ifade etmiştir.
Ben 1919 senesi Mayısı içinde Samsun'a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız Türk Milleti'nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk Milleti'ne güvenerek işe başladım.
1919 yılında yaşanan ve Atatürk'ün Türk Milleti'ne inancını pekiştiren bir olay ise şöyledir:
3 Temmuz 1919 günü Atatürk Erzurum'a gelir. Ilıca önlerinde Erzurumlular tarafından coşkun bir şekilde karşılandığı zaman, Çukurova'da muhacir olarak bulunup Erzurum'a dönen Mevlüt Ağa'yı görür ve ona sorar: - Çukurova gibi verimli memleketten niye döndün, yoksa geçinemedin mi? - Hayır Paşam. Geçimimiz çok rahattı. Son günlerde işittim ki, İstanbul'daki ırzı kırıklar bizim Erzurum'u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu namertler kimin malını kime veriyorlar. Tunç çehreli, beyaz sakallı, gün görmüş Mevlüt Ağa'nın iman dolu göğsünden gelen bu ses yine onun gibi tunç çehreli askerin gözlerini yaşartır. Bu cevabın üzerine gözü yaşlı Mustafa Kemal Paşa etrafındakilere döner ve şöyle der: - Bu milletle neler yapılmaz ki...
Büyük Önder'in anlayışında, Milli Mücadele'yi yapan doğrudan doğruya milletin kendisidir. Bu nedenle de millet sevgisi üzerinde çok durmuştur. Gerçekten milletini seven kişinin, millet tarafından da çok sevileceğini bildirmiştir. "Millet sevgisi kadar büyük bir mükafat yoktur" sözü Atatürk'ün konuya verdiği önemi göstermektedir.
Atatürk, vatan için yola çıkanların ve tevazuyla, mertçe, dürüstçe çalışanların mutlaka milletimizden büyük destek göreceğine inanmıştır. "Türk Milleti, arzu ve istidatının yönelmiş olduğu istikametleri görmeye çalışan ve görebilen evladını, daima takdir ve himaye etmiştir" sözleri, bu inancın ifadesidir. Bu özellikleri ve çok daha fazlasını üzerinde taşıyan Atamıza milletimizin gösterdiği teveccüh, bu inancın doğruluğunu göstermektedir. Atatürk Türk Milleti'ne duyduğu sevgiyi, hayranlığı ve güveni defalarca vurgulamıştır. Türk Milleti'nin, diğer dünya milletlerine örnek olan yönlerini pek çok konuşmasında dile getiren Büyük Önder bir sözünde de şöyle demektedir:
Batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları, Rusları... şahsen tanırım ve bu tanışmam da harp sahalarında olmuştur, ateş altında olmuştur. Ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek, size temin ederim ki, bizim milletimizin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetinin üstündedir.
Atatürk'ün millet sevgisini en güzel ifade eden örneklerden birisi de Sayın İsmet İnönü'nün Atamızın vefatının ardından Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmadır:
En büyük zaferleri kazandıktan sonra da Atatürk, ömrünü yalnız Türk Milleti'nin halarını, insaniyete ezeli hizmetlerini ve tarihe hak ettiği meziyetlerini ispat etmekle geçirmiştir. Milletimizin büyüklüğüne, kudretine, faziletine, medeniyet istidadına ve mükellef olduğu insaniyet vazifelerine sarsılmaz itikadı vardı. "Ne mutlu Türküm diyene" dediği zaman, kendi engin ruhunun, hiç sönmeyen aşkını ve manalı bir surette hülasa etmiştir.
5. Millî Birlik ve Beraberlik
Milli birlik ve beraberlik anlayışı Atatürk ilkelerinin ve Atatürk milliyetçiliğinin ana öğesidir. Milletlerin doğuşunu, yaşamasını ve ilerlemesini sağlayan en önemli unsurdur. Atatürk ilkelerine göre, millet aynı ideale bağlı insanların oluşturduğu bir birliktir, milleti millet yapan, bu milletin mensuplarının birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmalarıdır. Kişisel başarılar da ancak milli ve manevi ittifak ile kuvvet bulur. Atatürk'ün de çeşitli sözlerinde görüldüğü üzere, birlik ve beraberlik içinde hareket etmeyen, karşılıklı sevgi, saygı ve dayanışma içinde olmayan toplumların hiçbir zaman çağdaş ve dünya ulusları içinde yer alamayacağı ve bir millet olarak var olamayacağı kesindir. Bu nedenle de milli birlik ve beraberlik, tüm Türk Milleti tarafından özenle korunması gereken bir ilkedir.
Atatürk de bu hususa önemle dikkat çekmiştir. Atatürk, Milli Mücadele'yi ilk başlattığı andan itibaren, başarının ancak milli birlik ve beraberliğin tesis edilmesi ile sağlanabileceğini bilmekteydi. Zaferin kazanılmasından sonra da, bu tarihi başarının milli birlik ve dayanışma ile elde edildiğini defalarca gündeme getirmişti. Atatürk, Türk Milleti'nin milli birlik içinde hareket ettiği zaman aşamayacağı hiçbir zorluk olmadığını çok iyi biliyordu.
Bu nedenledir ki Atatürk, Türk Milleti bir bütün haline gelmeden Kurtuluş Savaşı'nı başlatmamış, bölücü akımları ve ayaklanmaları bastırdıktan sonra ana hedefe yönelmiştir. Sivas Kongresi ise, bağımsızlık kararının alındığı Erzurum Kongresi'nden sonra, milli birlik ve beraberliğin köklerinin güçlendiği yer olmuş ve bütün yurttan temsilcilerin katılmasıyla yapılan kongrede ulusal bütünlük ön plana çıkmıştır. Milli birlik ve beraberlik duygusundan kaynaklanan milli şuur, o zorlu dönemde olduğu gibi günümüzde de Türk vatanının bölünmez bütünlüğünün teminatıdır.
Türk Milleti, Kurtuluş Savaşı boyunca milli birlik ve beraberliğin, tarihteki en güzel, en şerefli örneklerinden birini sergilemiştir. Bu hareket Türk Milleti'nin esarete karşı istiklalini korumak yolunda bir tepkinin, isyanın ve milli bilinçlenmenin bir örneğidir. Gücü yeten tüm vatan evlatları cephede bağımsızlık için çarpışırken, cephe gerisinde de milletimiz tüm imkanlarını seferber etmiştir. Örneğin, Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde yayınlanan kararnamenin emrine uyarak her Türk ailesi birer çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp ordusuna giydirmiş, milletçe ellerindeki yün, tiftik, bez, kumaş, deri ne varsa silahlı güçlerin emrine vermiştir.
Unutmamak gerekir ki, yaşadığı hayat Atatürk'e, vatana ve millete karşı yöneltilen en büyük tehlikenin, milli birlik ve beraberliğimizi bozarak devletimizi yıkmak isteyenler olduğunu göstermiştir. Bu yüzden Atamız "Milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür" diyerek milli ülkünün önemini ifade etmiştir.
Atatürk yaşamı boyunca her bakımdan birleştirici bir insan olmuştur. Çeşitli görüşlere sahip insanları ortak bir amaç uğrunda birleştirmiştir. O'nun bu yeteneği Türk Milleti'nin birlik sevgisinden kaynaklanmaktadır. "Millet ve biz yok, birlik halinde millet var. Biz ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. Ve şunu kesin olarak söyleyeyim ki, bir millet, varlığı ve bağımsızlığı için herşeye girişir ve bu amaç uğruna her fedakarlığı yaparsa, başarılı olmaması mümkün değildir. Elbette başarır. Başaramazsa o millet ölmüş demektir" diyerek, milli birliği güçlü olan ulusların her zaman kuvvetli olacağını belirtmiştir:
Bir insan kendisini milletle beraber hissettiği zaman ne kadar kuvvetli olur bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür. Eğer ben, izahata izhar-ı acz eylersem, beni mazur görünüz.
Büyük Önder milli dayanışmaya verdiği önemi şu satırlarda açıkça dile getirmektedir; "Türkiye Cumhuriyeti halkını; ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil, fakat kişisel ve sosyal hayat içinde iş bölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir." Bu ifadeden de anlaşıldığı üzere amaç her zaman için toplumdaki bireyler arasında dayanışmayı sağlamak olmuştur. Atatürk'ün Türk Milleti ile ilgili olan şu görüşleri, Onun ne kadar birleştirici ve ırkçılıktan uzak olduğunun bir göstergesidir:
... Bugünkü Türk Milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar, birkaç düşman aleti, gerici beyinsizden başaka hiçbir millet ferdi üzerinde kederlenmekten başka bir tesir doğurmamıştır. Çünkü bu millet fertleri de, tüm Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar. Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar, mukadderat ve talihlerini Türk Milleti'ne vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı nazarıyla bakmak, medeni Türk Milleti'nin asil ahlakından beklenebilir mi?
Atamızın milli birlik ve beraberliğin önemini dile getirdiği bir diğer özdeyişi ise şöyledir:
Cenab-ı Hak birleşik ve birlikte çalışan, şerefini, namusunu koruyan milletleri mutlu eder.
Biz de bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da birleşik olarak ve birlikte çalışarak Allah'tan böyle bir saadeti haklı olarak bekleyebiliriz.
6. Vatanın Bölünmezliği
Milli birliğin en önemli neticelerinden birisi ve Atatürk ilkelerinin ana öğesi, vatanın bölünmez bütünlüğüdür. Vatanın bütünlüğü, devletin fiziki yapısını meydana getiren ulusun birliğini, bütünlüğünü ve bölünmezliğini ifade eder. Atatürk hiçbir zaman vatanı milletten ayrı düşünmemiştir. Milletin üzerinde yaşadığı vatan, bir bütündür, kutsaldır. Atatürk'ün vatanın bağımsızlığı ve bölünmezliği ilkesi, Amasya Genelgesi'nde
ya istiklal ya ölüm", Erzurum Kongresi'nde, "milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür" şeklinde
ifade edilmiştir. Sivas Kongresi'nde de aynen kabul edilerek, Misak-ı Milli ile milletçe uygulanan bir politika halini almıştır. Misak-ı Milli ve Kuva-yi Milliye ruhu ile Atatürk'ün liderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, hem siyasi yapılanma hem de insan unsuru bakımından (üniter) devlet temel niteliğiyle oluşturulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti üniter bir devlettir, diğer bir deyişle, kendi bünyesinde farklı kanunların geçerli olduğu, farklı yönetim bölgeleri yoktur. Federatif yapılar yoktur. TBMM'nin yetkisi tüm Türkiye topraklarını kapsar ve her Türk vatandaşı bu topraklar üzerinde eşit muamele görür. Söz konusu üniter devlet yapısı, Türkiye'nin bölünmez bütünlüğünün ve iç huzurunun teminatıdır. Üniter devlet yapımızın temelinde ise, Atatürk'ün bizlere öğrettiği milliyetçilik anlayışı ve Misak-ı Milli ile çizilen vatan sınırları vardır.
Yüzlerce yıldır birlikte yaşayarak, uğrunda birlikte ölerek vatan haline getirdiğimiz aziz yurdumuz ise, milletimizin her bireyi için canından daha değerlidir. "Türk Milleti, kendinin ve memleketinin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, vatansız ve milliyetsiz beyinlerin saçmalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir millet değildir" diyen Atatürk, Türk Milleti'nin vatanının bölünmez bütünlüğünü koruma hususundaki hassasiyet ve kararlılığını vurgulamıştır.
Ayrıca Atamız iç ve dış düşmanların her zaman olabileceğine, bu art niyetli kişilerin vatanımızın bölünmez bütünlüğünü hedef alabileceklerine dikkat çekmiş ve bizlerden bu tehlikelere karşı hep uyanık olmamızı istemiştir. Türkiye, uluslararası siyaset alanında sahip olduğu jeo-politik durumu ve üstlendiği önemli rol nedeniyle, tarih boyunca şiddetli düşmanlıklara, zalim ve hain tertiplere, çeşitli saldırılara hedef olmuştur. Türk Milleti, tarih boyunca hem bölgesel hem de evrensel tehditlerle karşı karşıya kalmıştır. Ama milletimiz düşmanın dışarıdan gelen saldırılarına karşı koymayı daima başarmıştır
Buraya kadar ele aldığımız Atatürk ilkelerine temel oluşturan unsurlar sayesinde bugün Atatürkçülük, tarihe en önemli ulusal modernleşme hareketi olarak geçmiştir. Bu hareket, Türkiye'nin dışında daha pek çok millete bağımsızlık yolunda ışık olmuş, yol göstermiştir. Parçalanan, paylaşılan ve yıkılan bir devletten, yepyeni bir Cumhuriyet'in kurulması, hiç şüphe yok ki Atatürk'ün üstün liderlik vasfının bir sonucudur. Dağılmış ve işgale uğramış, milli benliğini kaybetmiş bir milletin yeniden oluşumunun ve öz benliğini kazanma sürecinin temelinde Atatürk ilkeleri vardır ve bu ilkelerin korunup yaşatılması hepimizin sorumluluğudur.
Kaynak : Ayamutura'nın Atatrük Hakkında Deneme Yazılarından...... (Yıl : 2006)