Allah'tan korkmak, büyük makamlardandır. Çünkü Allahü teâlâ buyuruyor ki:
Korkunun dereceleri vardır. İnsanın kendisini arzulardan men etmesine İFFET, haramlardan men etmesine VERA, şüp­helilerden men etmesine TAKVA denir. Allah'a yaklaşmağa mâni olan her şeyden men etmesine ise SlDK denir. Böyle kimselere de SIDDÎK denir.
Bir kimse Cehennemden korkar, tevbesiz öleceğinden kor­kar, gaflete düşüp kalbinin kararacağından korkar, nimetlerin çokluğu sebebiyle zevke dalıp âhıreti unutacağından korkar, bütün kusur ve kabahatlerinin ortaya dökülüp rezil ve rüsvâ olacağından korkar. En büyük korku da ezele ait olup imansız gitme korkusudur. Basiret sahipleri akıbetlerinin ne olacağından korkarlar. En büyük korku budur. Çünkü Allahü teâlâ'dan celâl sıfatı sebebiyle korkmak, günahı sebebiyle korkmakdan daha üstündür. Çünkü bu korku hiç gitmez. Günâhı sebebi ile korkan kimse, günah işlemeyi bırakınca (Niçin Allah'tan korkayım) diye düşünür.
Bu bakımdan Allahü teâlâ'dan Celâl sıfatı sebebiyle korkmak daha üstündür. Cenâb-ı Hak, Dâvûd aleyhisselâma (Benden kükremiş arslan gibi kork!) buyurdu. Çünkü arslan, senden korkmaz, öldürmek isteyince de seni bir kabahatinden dolayı öldürmez. Allahü teâlâ'yı da böyle düşünenin korkmaması mümkün değildir.
Korkanların çoğu, akıbetinin kötü olmasından korkmuşlardır. Ebu Derda hazretleri buyurdu ki (Hiç kimse, ölüm zamanında imanının geri alınmıyacağından emin olmaz.) Sıddıklar kötü akıbetten çok korkarlar. Süfyan-ı Sevrî'yi ağlarken gördüler. (Allah'ın afvı, senin günahından büyük olduğunu bilmez misin?) dediler. (İmanla öleceğimi bilsem, dağlar kadar günahım olsa yine korkmam.) buyurdu. Mürid, günah işlemekten, arif ise küfre düşmekten korkar.
İşte bu ilimlerden ve marifetten korku hâsıl olur. Korku­dan ise zühd, sabır, tevbe, sıdk, ihlâs ve nihayet bunlardan da muhabbet hâsıl olur. Muhabbet makamı ise bütün makamların sonuncusudur. Marifet, kendini ve Rabbini bilmek demektir. Marifetten âciz olanlar ise, Allah'tan korkan marifet sahipleri ile sohbet etmeli, gafillerden uzak olmalıdır.
Hazreti Ebu Bekir, o büyüklüğüyle, (Keşke bir kuş olsaydım) diye ağlardı. Hazret-i Aişe validemiz (Adım ve sanım olmasaydı) diye döğünürdü. Ata Sülemi Hazretleri, kırk sene Allah korkusundan gülmedi. Bütün Enbiya'lar ve Evliya'lar korktukları halde biz neden eminiz? Ya onların çok günahı vardı da bizim yok, yahuttâ onların marifeti çoktu da bizim marifetten haberimiz yok... Gerçekte ise günahların gafletinden dolayı eminmişiz gibi hareket ediyoruz. Büyükler ise marifetleri sebebiyle çok ibâdet ettikleri gibi, çok da korkarlardı. Allahü teâlâ'nın mekrinden emin olmak, öldürücü zehir olduğu gibi, O'nun rahmetinden ümitsiz olmak da öldürücü zehirdir. Mü'min, daima ümit ile korku arasında bulunmalı dır. Nitekim Hazret-i Ömer buyurdu ki:
Büyüklerden birisi vefat edince rü'yâda gördüler.
-Allahü teâlâ sana nasıl muamele etti?diye sordular.
Şöyle cevap verdi:
- Yaptığım işlerden sorguya çekildim. Bunu niçin yaptın, şunu niye böyle yaptın gibi sualler sordular. Korktum. Dedim ki, Ya Rabbi, seni bana böyle tanıtmadılar. (Nasıl tanıttılar) buyurdu. (Kulum Beni zannettiği gibi bulur.) Hadis-i kudsîyi söyledim.
Sonra dedim ki,
- Ya Rabbi, ben rahmet bekliyordum. Bunun üzerine (Sana rahmet ettim) buyurdu. Cennete götürdüler. Eşi benzeri bulunmayan ni'metlere kavuştum.
Bir kimse, en iyi tohumu bulup, mümbit toprağa eker, yabani otlardan temizler, gübreler ve gerekli ilaçlamalarım da yapar. Allahü teâlâ da bu mahsûlü çeşitli âfetlerden korursa, bu beklemeğe ümit denir. İyi tohum atmaz, kültürel ve ilâçlı mücadelesini yapmazsa, üstelik toprak da mümbit değilse, bu tarla dan iyi mahsûl almak için beklerse, bu bekleyişe ümit denmez. Çünkü sebeplerin hepsine yapışmamıştır. Ama yine imkânsız olmadığı için buna temenni denir. Bunun gibi, doğru iman tohumunu kalbine yerleştirip, burasını fena ahlâk dikenlerinden temizlerse, ibâdet suyu ile iman ağacını sularsa, ölünceye kadar her türlü âfetlerden koruması için Allahü teâlâya sığınırsa, ya'ni gerekenleri geciktirmeden vazifesini zamanında yaparsa, buna ümit denir.
İman tohumu doğru olduğu halde, kötü ahlâktan temizlenmez ve ibâdet suyu ile sulanmazsa, rahmet beklemek ahmaklık olur. Buna ümit denmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
Ümitli olmak için Allahü teâlânın ni'met ve ihsanlarını düşünüp ibret almalıdır. (Her bir kimse benim rahmetimden ümitsiz olmasın!) âyet-i kerimesini düşünmelidir.
Hadis-i şerifte, bu ümmete merhamet olunduğu, onların azabı dünyada çektikleri, hastalık, belâ, fitne, zelzele v.s. olduğu bildirilmiştir. Hadis-i şerif de buyuruldu ki:
-Eğer kalbini riya ve hasetten, dilini gıybetten ve yalandan, gözünü nâmahremden ve Allahü teâlânın kullarına hakaretle bakmaktan korursan Cennette benimle olursun.
Bir Arap, Peygamberimize sual etti:
-Kıyamet günü hesabı kim yapacak?
-Allahü teâlâ yapar.
-Kendi kendine mi yapacak?
-Evet...
-Arap güldü. Peygamber aleyhisselâm sordu:
-Niçin güldün?
-Kerîm olan galip olunca afveder, hesap sorarsa kolaylık gösterir.
-Doğru söyledin. Allahü teâlâdan kerîm kimse yoktur. Sen akıllısın. Allahü teâlânın sevgili kullarından birini aşağı görmek, Kâbeyi yıkmaktan daha kötüdür.
-Allahü teâlânın sevgili kulları kimlerdir?
-Bütün mü'minler, Allahü teâlânın sevgili kullarıdır.
Hadis-i şerifte buyruldu ki:
- Allah'tan ancak âlim olanlar korkar.
- Hikmet ve ilmin başı Allah korkusudur
- Sizin en akıllınız, Allah'tan en çok korkanınızdır.
- Allah korkusundan ürperip tüyleri kalkanın ağaçtan yaprak dökülür gibi günahları dökülür.
- Allah korkusundan ağlayan Cehenneme girmez.
- Günahını düşünüp ağlayanlar, hesapsız Cennete girecektir.
- Cenâb-ı Hak katında, Allah korkusundan akan gözyaşından ve Allah yolunda akan kandan sevgili damla yoktur.
- Arşın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıf kimseden birisi de, yalnız iken Allahü teâlâyı hatırlayıp gözyaşı dökenlerdir.
- Allahü teâlâ'dan korkandan her şey korkar. Allah'tan kork­mayanı her şeyle korkuturlar.
- Allahü teâlâ buyuruyor ki, "izzetim hakkı için, bir kulda iki korku, iki emniyet bulundurmam. Dünyada benden korkarsa, Ahirette onu emin ederim. Ahıret hususunda emin ise, korkuturum.
- En arifiniz benim, en çok korkanınız da benim.
- Müttakîlerin hepsi hesapsız Cennete girerler.
- İnsan Allah'tan korkarsa, kalbi hikmetle dolar
- İnsanlar, fakirlikten korktukları gibi Cehennem'den korksalardı Cennet'e girerlerdi.
- Dünya'da korkan, âhırette emin olur.
- Kalbinde Allah korkusu bulunmayan kalbler harap olmuştur.
- Allah'tan korkan kul, kendini hasta görüp ölüm korkusuyle bütün isteklerinden kaçınan kimsedir.
Korkunun dereceleri vardır. İnsanın kendisini arzulardan men etmesine İFFET, haramlardan men etmesine VERA, şüp­helilerden men etmesine TAKVA denir. Allah'a yaklaşmağa mâni olan her şeyden men etmesine ise SlDK denir. Böyle kimselere de SIDDÎK denir.
Bir kimse Cehennemden korkar, tevbesiz öleceğinden kor­kar, gaflete düşüp kalbinin kararacağından korkar, nimetlerin çokluğu sebebiyle zevke dalıp âhıreti unutacağından korkar, bütün kusur ve kabahatlerinin ortaya dökülüp rezil ve rüsvâ olacağından korkar. En büyük korku da ezele ait olup imansız gitme korkusudur. Basiret sahipleri akıbetlerinin ne olacağından korkarlar. En büyük korku budur. Çünkü Allahü teâlâ'dan celâl sıfatı sebebiyle korkmak, günahı sebebiyle korkmakdan daha üstündür. Çünkü bu korku hiç gitmez. Günâhı sebebi ile korkan kimse, günah işlemeyi bırakınca (Niçin Allah'tan korkayım) diye düşünür.
Bu bakımdan Allahü teâlâ'dan Celâl sıfatı sebebiyle korkmak daha üstündür. Cenâb-ı Hak, Dâvûd aleyhisselâma (Benden kükremiş arslan gibi kork!) buyurdu. Çünkü arslan, senden korkmaz, öldürmek isteyince de seni bir kabahatinden dolayı öldürmez. Allahü teâlâ'yı da böyle düşünenin korkmaması mümkün değildir.
Korkanların çoğu, akıbetinin kötü olmasından korkmuşlardır. Ebu Derda hazretleri buyurdu ki (Hiç kimse, ölüm zamanında imanının geri alınmıyacağından emin olmaz.) Sıddıklar kötü akıbetten çok korkarlar. Süfyan-ı Sevrî'yi ağlarken gördüler. (Allah'ın afvı, senin günahından büyük olduğunu bilmez misin?) dediler. (İmanla öleceğimi bilsem, dağlar kadar günahım olsa yine korkmam.) buyurdu. Mürid, günah işlemekten, arif ise küfre düşmekten korkar.
İşte bu ilimlerden ve marifetten korku hâsıl olur. Korku­dan ise zühd, sabır, tevbe, sıdk, ihlâs ve nihayet bunlardan da muhabbet hâsıl olur. Muhabbet makamı ise bütün makamların sonuncusudur. Marifet, kendini ve Rabbini bilmek demektir. Marifetten âciz olanlar ise, Allah'tan korkan marifet sahipleri ile sohbet etmeli, gafillerden uzak olmalıdır.
Hazreti Ebu Bekir, o büyüklüğüyle, (Keşke bir kuş olsaydım) diye ağlardı. Hazret-i Aişe validemiz (Adım ve sanım olmasaydı) diye döğünürdü. Ata Sülemi Hazretleri, kırk sene Allah korkusundan gülmedi. Bütün Enbiya'lar ve Evliya'lar korktukları halde biz neden eminiz? Ya onların çok günahı vardı da bizim yok, yahuttâ onların marifeti çoktu da bizim marifetten haberimiz yok... Gerçekte ise günahların gafletinden dolayı eminmişiz gibi hareket ediyoruz. Büyükler ise marifetleri sebebiyle çok ibâdet ettikleri gibi, çok da korkarlardı. Allahü teâlâ'nın mekrinden emin olmak, öldürücü zehir olduğu gibi, O'nun rahmetinden ümitsiz olmak da öldürücü zehirdir. Mü'min, daima ümit ile korku arasında bulunmalı dır. Nitekim Hazret-i Ömer buyurdu ki:
- Eğer dense ki, Cennete yalnız bir kişi girecek, o kişinin kendim olduğunu ümit ederim. Yine dense ki, Cehenneme yalnız bir kişi girecek, o kimsenin kendim olacağından korkarım.
- Ölürken herkes, Allahü teâlâyı hüsn-i zan etmelidir. (Allahü teâlâ buyuruyor ki: Kulum beni zannettiği gibi bulur.
- Allahü teâlânın rahmetinden ümit eden ve kendi günahlarından korkan kimseyi Cenâb-ı Hak, korktuğundan emin eder ve ümit ettiğine kavuşturur.
Büyüklerden birisi vefat edince rü'yâda gördüler.
-Allahü teâlâ sana nasıl muamele etti?diye sordular.
Şöyle cevap verdi:
- Yaptığım işlerden sorguya çekildim. Bunu niçin yaptın, şunu niye böyle yaptın gibi sualler sordular. Korktum. Dedim ki, Ya Rabbi, seni bana böyle tanıtmadılar. (Nasıl tanıttılar) buyurdu. (Kulum Beni zannettiği gibi bulur.) Hadis-i kudsîyi söyledim.
Sonra dedim ki,
- Ya Rabbi, ben rahmet bekliyordum. Bunun üzerine (Sana rahmet ettim) buyurdu. Cennete götürdüler. Eşi benzeri bulunmayan ni'metlere kavuştum.
Bir kimse, en iyi tohumu bulup, mümbit toprağa eker, yabani otlardan temizler, gübreler ve gerekli ilaçlamalarım da yapar. Allahü teâlâ da bu mahsûlü çeşitli âfetlerden korursa, bu beklemeğe ümit denir. İyi tohum atmaz, kültürel ve ilâçlı mücadelesini yapmazsa, üstelik toprak da mümbit değilse, bu tarla dan iyi mahsûl almak için beklerse, bu bekleyişe ümit denmez. Çünkü sebeplerin hepsine yapışmamıştır. Ama yine imkânsız olmadığı için buna temenni denir. Bunun gibi, doğru iman tohumunu kalbine yerleştirip, burasını fena ahlâk dikenlerinden temizlerse, ibâdet suyu ile iman ağacını sularsa, ölünceye kadar her türlü âfetlerden koruması için Allahü teâlâya sığınırsa, ya'ni gerekenleri geciktirmeden vazifesini zamanında yaparsa, buna ümit denir.
İman tohumu doğru olduğu halde, kötü ahlâktan temizlenmez ve ibâdet suyu ile sulanmazsa, rahmet beklemek ahmaklık olur. Buna ümit denmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
- Ahmak o kimseye denir ki, her istediğini yapar ve rahmete kavuşmasını ümit eder.
- Din işleri temenni ile doğru olmaz.
Ümitli olmak için Allahü teâlânın ni'met ve ihsanlarını düşünüp ibret almalıdır. (Her bir kimse benim rahmetimden ümitsiz olmasın!) âyet-i kerimesini düşünmelidir.
Hadis-i şerifte, bu ümmete merhamet olunduğu, onların azabı dünyada çektikleri, hastalık, belâ, fitne, zelzele v.s. olduğu bildirilmiştir. Hadis-i şerif de buyuruldu ki:
- Kul günah işleyip istiğfar ederse, Allahü teâlâ, ey melekle­rim, bakın bu kul, bir günah işledi ve bir sahibi olduğunu anlayarak günahı için istiğfar edip afv diledi. Siz şahit olun ki onu afvettim.
- Altı saate kadar melek, kulun günahını yazmaz. Eğer istiğfar ederse hiç yazmaz. Tevbe ve taat etmezse, sağ taraftaki melek, diğerine der ki, defterinden bir günah düş, ben de ona karşılık bir sevap düşeyim. On günaha bir sevap rastlar. Dokuzu kendine kalır.
- Kul istiğfar ettiği müddetçe, yani istiğfar etmekten bıkmadıkça, Allahü teâlâ da afvetmekten bıkmaz, iyilik yapmağa niyyet edince, o işi daha yapmadan melek sevap yazar. Yaparsa on sevap yazar. Hattâ yedi yüz misline kadar yazar. Günah işlemeğe niyyet edince yazmaz. İşleyince bir günah yazar.
-Eğer kalbini riya ve hasetten, dilini gıybetten ve yalandan, gözünü nâmahremden ve Allahü teâlânın kullarına hakaretle bakmaktan korursan Cennette benimle olursun.
Bir Arap, Peygamberimize sual etti:
-Kıyamet günü hesabı kim yapacak?
-Allahü teâlâ yapar.
-Kendi kendine mi yapacak?
-Evet...
-Arap güldü. Peygamber aleyhisselâm sordu:
-Niçin güldün?
-Kerîm olan galip olunca afveder, hesap sorarsa kolaylık gösterir.
-Doğru söyledin. Allahü teâlâdan kerîm kimse yoktur. Sen akıllısın. Allahü teâlânın sevgili kullarından birini aşağı görmek, Kâbeyi yıkmaktan daha kötüdür.
-Allahü teâlânın sevgili kulları kimlerdir?
-Bütün mü'minler, Allahü teâlânın sevgili kullarıdır.
Hadis-i şerifte buyruldu ki:
- Allahü teâlâ, kıyamet günü, o kadar çok rahmet verir ki, hiç kimsenin kalbinden o kadarı geçmiş değildir. Hattâ şeytan bile merhamet olunacağını düşünerek başını kaldırır.