Bir insan için rızadan daha üstün bir paye ve Allahın hoşnutluğunu kazanmak kadar büyük bir bahtiyarlık yoktur. Cenâb-ı Hak, ötelerde mümin kulların nâil olacağı nimetleri nazara verirken Hepsinden âlâsı ise Hakkın kendilerinden razı olmasıdır (Tevbe, 9/72) buyurarak bu hakikati ifade etmiştir.
Kul açısından rıza, Allah Teâlânın takdirlerini gönül rahatlığıyla karşılamak, zahiren çirkin görünen acı hadiselerde bile acele karar vermeyip Onun icraatından hoşnut olmak, her şeyden önce ve her şeyden artık olarak Onu sevmek, Ona yönelmek ve beklediklerini de yalnız Ondan beklemektir.
Cenâb-ı Hakka bakan yönüyle ise, rıza, Allah Teâlânın kendine has münezzehiyet ve mukaddesiyetiyle kulunu sevmesi, ondan hoşnut olması ve sevginin lâzımı olan muamelelerde bulunması demektir.
İmam Kuşeyrî gibi bazı veliler rızayı, başlangıç itibarıyla irâdî ve kulun kesbine bağlı görmüşler; nihayeti itibarıyla da onu, sevdiklerine Hakkın irade ve ihtiyar üstü ilâhî bir armağanı olarak kabul etmişlerdir.
Rızanın İki Yönü
Evet, meseleyi terakkî (kulun Yaratıcıya yönelip yükselmesi) açısından ele alırsanız, önce kulun kalbinde Cenâb-ı Hakka karşı bir meyil, bir sevgi olması lâzımdır. Şart-ı âdî planında siz Mevlâyı sevince, Mevlâ da sizi sever. Alvar İmamının sözü de bu hususu îma eder:
Sen Mevlâyı seven de Mevlâ seni sevmez mi?
Rızasına iven de Hak rızasın vermez mi?
Sen Hakkın kapısında canlar feda eylesen,
Emrince hizmet etsen Allah ecrin vermez mi?
Demek ki, Onun rızası peşinde koşturuyorsanız, O da size rızasını yâr eder. Teveccühe teveccühle, nazara nazarla mukabelede bulunur.
Allahı Rab, İslâmı din, Hazreti Muhammed aleyhissalatü vesselamı da nebî kabul edip razı olan, imanın mânevî zevkini tatmış olur. hadisi de, başlangıç itibarıyla rızânın irâdî ve kulun kesbine bağlı bulunduğuna, nihayetinin de Cenâb-ı Allahın rahmetine ait bir mevhibe olduğuna işaret etmektedir.
Ehlullahtan bazıları ise meseleye tedellî (en alâdan başlayıp aşağı doğru gitme) zaviyesinden yaklaşmış ve Allah sevmeyince siz sevemezsiniz; O sizden razı olmayınca, siz rıza ufkuna ulaşamazsınız. demişlerdir. Onlar biraz da eşyanın perde arkasına göre hüküm verdiklerinden dolayı, Cenâb-ı Allahın rızasının önce geldiğini, kulun Allahtan hoşnut olmasının ise onu takip ettiğini söylemişlerdir. Nitekim ayet-i kerimede Allah onlardan, onlar da Allahtan razı olmuşlardır. (Maide, 5/119) denilmiş ve önce Allahın hoşnutluğu zikredilmiştir.
Allahın razı olması çok büyük bir meseledir. Allahı sevme, Allah tarafından sevilme, Ondan hoşnut olma ve Onun hoşnutluğunu kazanma öyle büyük bir pâyedir ki, Cennet nimetleri bile onunla boy ölçüşemez. Dolayısıyla o, sizin cüzî iradeniz, temayülleriniz, azminiz, cehdiniz ve gayretinizle elde edemeyeceğiniz çok kıymetli bir semeredir; bütün ömür boyu çalışsanız da, karşılığında dünyalar dolusu altın yığsanız da bedelini ödeyemeyeceğiniz kadar pahalıdır. Bu itibarla da, onu sizin o küçük meylinize, sevginize ve hoşnutluğunuza bağlamanız doğru değildir. Öyleyse, her ne kadar şart-ı âdî planında sizin meyil ve sevginiz bir ilk gibiyse de, temelde rızanın menşei yine Cenâb-ı Hakkın hoşnutluğudur. O razı olunca, sizin içinizde de rıza hissi neşv ü nema bulmaktadır. Ne var ki, Allah Teâlâ, şart-ı adi planında, rızasını sizin meyil ve muhabbetiniz gibi bazı basit vesilelere bağlamıştır. Dünyalar kadar hazineyle sahip olamayacağınız rıza-yı ilahîye, sizin altından kalkabileceğiniz bir bedel biçmiş; onu sizin için alınabilir kılmıştır.
Allahın Hoşnutluğu Nasıl Kazanılır?
Cenâb-ı Hakkın, rızasına vesile kıldığı hususların başında Onun emirleri dairesinde hareket etmek ve yasakladığı şeylerden uzak durmak gelmektedir. Şayet, Allah Teâlâ sevmesini ve hoşnut olmasını her şeyden önce farzları yerine getirmeye ve günahlardan kaçınmaya bağlamışsa, o zaman bunları katiyen hafife alamazsınız. İbadetleri eda etmeden ve haramlardan uzak durmadan da rıza-yı ilahiye ulaşabilirim. Allahın rahmeti geniştir; bunlar olmadan da Cenâb-ı Hak beni sevebilir! diyemezsiniz. Vakıa, Allahın rahmetine her zaman sığınmalı, Onun hakkında hep hüsn-ü zan beslemelisiniz. Fakat Cenâb-ı Hak, sevme ve hoşnut olma hususunda basit bir şart ve bir sebep olarak ibadetlere devam etmeyi ve günahlara girmemeyi vaz etmişse, önce bu şartları yerine getirmeli, ondan sonra da Onun merhametine iltica etmelisiniz. Bu itibarla da, şayet rıza-yı ilahiye ulaşmak istiyorsanız, önce namaz, oruç, hac, zekât... gibi memur olduğunuz bütün ibadetleri yerine getirme mevzuunda fevkalâde titiz davranmalı; haram ve günahlardan uzak durma hususunda da son derece hassas olmalısınız.
Yolda kalmamanın, düşüp kaymamanın ve sâhil-i selamete ulaşmanın en önemli dinamiği Cenâb-ı Allaha teveccüh ve duadır. Bizler aciz, zayıf ve muhtaç birer kuluz; O ise, her şeye hükmeden mutlak bir Hâkimdir. Bu itibarladır ki biz, hemen her zaman, küçüklüğümüzün şuurunda ve Onun büyüklüğünü takdir hisleriyle hep iki büklüm yaşamalı ve isteyeceğimiz her şeyi yalnızca fiilî değil aynı zamanda kavlî ve hâlî talep çerçevesinde sadece ve sadece Ondan istemeliyiz.
Kul açısından rıza, Allah Teâlânın takdirlerini gönül rahatlığıyla karşılamak, zahiren çirkin görünen acı hadiselerde bile acele karar vermeyip Onun icraatından hoşnut olmak, her şeyden önce ve her şeyden artık olarak Onu sevmek, Ona yönelmek ve beklediklerini de yalnız Ondan beklemektir.
Cenâb-ı Hakka bakan yönüyle ise, rıza, Allah Teâlânın kendine has münezzehiyet ve mukaddesiyetiyle kulunu sevmesi, ondan hoşnut olması ve sevginin lâzımı olan muamelelerde bulunması demektir.
İmam Kuşeyrî gibi bazı veliler rızayı, başlangıç itibarıyla irâdî ve kulun kesbine bağlı görmüşler; nihayeti itibarıyla da onu, sevdiklerine Hakkın irade ve ihtiyar üstü ilâhî bir armağanı olarak kabul etmişlerdir.
Rızanın İki Yönü
Evet, meseleyi terakkî (kulun Yaratıcıya yönelip yükselmesi) açısından ele alırsanız, önce kulun kalbinde Cenâb-ı Hakka karşı bir meyil, bir sevgi olması lâzımdır. Şart-ı âdî planında siz Mevlâyı sevince, Mevlâ da sizi sever. Alvar İmamının sözü de bu hususu îma eder:
Sen Mevlâyı seven de Mevlâ seni sevmez mi?
Rızasına iven de Hak rızasın vermez mi?
Sen Hakkın kapısında canlar feda eylesen,
Emrince hizmet etsen Allah ecrin vermez mi?
Demek ki, Onun rızası peşinde koşturuyorsanız, O da size rızasını yâr eder. Teveccühe teveccühle, nazara nazarla mukabelede bulunur.
Allahı Rab, İslâmı din, Hazreti Muhammed aleyhissalatü vesselamı da nebî kabul edip razı olan, imanın mânevî zevkini tatmış olur. hadisi de, başlangıç itibarıyla rızânın irâdî ve kulun kesbine bağlı bulunduğuna, nihayetinin de Cenâb-ı Allahın rahmetine ait bir mevhibe olduğuna işaret etmektedir.
Ehlullahtan bazıları ise meseleye tedellî (en alâdan başlayıp aşağı doğru gitme) zaviyesinden yaklaşmış ve Allah sevmeyince siz sevemezsiniz; O sizden razı olmayınca, siz rıza ufkuna ulaşamazsınız. demişlerdir. Onlar biraz da eşyanın perde arkasına göre hüküm verdiklerinden dolayı, Cenâb-ı Allahın rızasının önce geldiğini, kulun Allahtan hoşnut olmasının ise onu takip ettiğini söylemişlerdir. Nitekim ayet-i kerimede Allah onlardan, onlar da Allahtan razı olmuşlardır. (Maide, 5/119) denilmiş ve önce Allahın hoşnutluğu zikredilmiştir.
Allahın razı olması çok büyük bir meseledir. Allahı sevme, Allah tarafından sevilme, Ondan hoşnut olma ve Onun hoşnutluğunu kazanma öyle büyük bir pâyedir ki, Cennet nimetleri bile onunla boy ölçüşemez. Dolayısıyla o, sizin cüzî iradeniz, temayülleriniz, azminiz, cehdiniz ve gayretinizle elde edemeyeceğiniz çok kıymetli bir semeredir; bütün ömür boyu çalışsanız da, karşılığında dünyalar dolusu altın yığsanız da bedelini ödeyemeyeceğiniz kadar pahalıdır. Bu itibarla da, onu sizin o küçük meylinize, sevginize ve hoşnutluğunuza bağlamanız doğru değildir. Öyleyse, her ne kadar şart-ı âdî planında sizin meyil ve sevginiz bir ilk gibiyse de, temelde rızanın menşei yine Cenâb-ı Hakkın hoşnutluğudur. O razı olunca, sizin içinizde de rıza hissi neşv ü nema bulmaktadır. Ne var ki, Allah Teâlâ, şart-ı adi planında, rızasını sizin meyil ve muhabbetiniz gibi bazı basit vesilelere bağlamıştır. Dünyalar kadar hazineyle sahip olamayacağınız rıza-yı ilahîye, sizin altından kalkabileceğiniz bir bedel biçmiş; onu sizin için alınabilir kılmıştır.
Allahın Hoşnutluğu Nasıl Kazanılır?
Cenâb-ı Hakkın, rızasına vesile kıldığı hususların başında Onun emirleri dairesinde hareket etmek ve yasakladığı şeylerden uzak durmak gelmektedir. Şayet, Allah Teâlâ sevmesini ve hoşnut olmasını her şeyden önce farzları yerine getirmeye ve günahlardan kaçınmaya bağlamışsa, o zaman bunları katiyen hafife alamazsınız. İbadetleri eda etmeden ve haramlardan uzak durmadan da rıza-yı ilahiye ulaşabilirim. Allahın rahmeti geniştir; bunlar olmadan da Cenâb-ı Hak beni sevebilir! diyemezsiniz. Vakıa, Allahın rahmetine her zaman sığınmalı, Onun hakkında hep hüsn-ü zan beslemelisiniz. Fakat Cenâb-ı Hak, sevme ve hoşnut olma hususunda basit bir şart ve bir sebep olarak ibadetlere devam etmeyi ve günahlara girmemeyi vaz etmişse, önce bu şartları yerine getirmeli, ondan sonra da Onun merhametine iltica etmelisiniz. Bu itibarla da, şayet rıza-yı ilahiye ulaşmak istiyorsanız, önce namaz, oruç, hac, zekât... gibi memur olduğunuz bütün ibadetleri yerine getirme mevzuunda fevkalâde titiz davranmalı; haram ve günahlardan uzak durma hususunda da son derece hassas olmalısınız.
Yolda kalmamanın, düşüp kaymamanın ve sâhil-i selamete ulaşmanın en önemli dinamiği Cenâb-ı Allaha teveccüh ve duadır. Bizler aciz, zayıf ve muhtaç birer kuluz; O ise, her şeye hükmeden mutlak bir Hâkimdir. Bu itibarladır ki biz, hemen her zaman, küçüklüğümüzün şuurunda ve Onun büyüklüğünü takdir hisleriyle hep iki büklüm yaşamalı ve isteyeceğimiz her şeyi yalnızca fiilî değil aynı zamanda kavlî ve hâlî talep çerçevesinde sadece ve sadece Ondan istemeliyiz.