Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak

Herkül

Canım Dedem
Admin
Konum
BERGAMA
  • Üyelik Tarihi
    4 Haz 2013
  • Mesajlar
    32,171
  • MFC Puanı
    62,236
kursu2.jpg



Bir insan için rızadan daha üstün bir paye ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak kadar büyük bir bahtiyarlık yoktur. Cenâb-ı Hak, ötelerde mü’min kulların nâil olacağı nimetleri nazara verirken “Hepsinden âlâsı ise Hakk’ın kendilerinden razı olmasıdır” (Tevbe, 9/72) buyurarak bu hakikati ifade etmiştir.

Kul açısından rıza, Allah Teâlâ’nın takdirlerini gönül rahatlığıyla karşılamak, zahiren çirkin görünen acı hadiselerde bile acele karar vermeyip O’nun icraatından hoşnut olmak, her şeyden önce ve her şeyden artık olarak O’nu sevmek, O’na yönelmek ve beklediklerini de yalnız O’ndan beklemektir.

Cenâb-ı Hakk’a bakan yönüyle ise, rıza, Allah Teâlâ’nın kendine has münezzehiyet ve mukaddesiyetiyle kulunu sevmesi, ondan hoşnut olması ve sevginin lâzımı olan muamelelerde bulunması demektir.

İmam Kuşeyrî gibi bazı veliler rızayı, başlangıç itibarıyla irâdî ve kulun kesbine bağlı görmüşler; nihayeti itibarıyla da onu, sevdiklerine Hakk’ın irade ve ihtiyar üstü ilâhî bir armağanı olarak kabul etmişlerdir.

Rızanın İki Yönü
Evet, meseleyi terakkî (kulun Yaratıcı’ya yönelip yükselmesi) açısından ele alırsanız, önce kulun kalbinde Cenâb-ı Hakk’a karşı bir meyil, bir sevgi olması lâzımdır. Şart-ı âdî planında siz Mevlâ’yı sevince, Mevlâ da sizi sever. Alvar İmamı’nın sözü de bu hususu îma eder:

“Sen Mevlâ’yı seven de Mevlâ seni sevmez mi?
Rızasına iven de Hak rızasın vermez mi?
Sen Hakk’ın kapısında canlar feda eylesen,
Emrince hizmet etsen Allah ecrin vermez mi?”

Demek ki, O’nun rızası peşinde koşturuyorsanız, O da size rızasını yâr eder. Teveccühe teveccühle, nazara nazarla mukabelede bulunur.

“Allah’ı Rab, İslâm’ı din, Hazreti Muhammed aleyhissalatü vesselam’ı da nebî kabul edip razı olan, imanın mânevî zevkini tatmış olur.” hadisi de, başlangıç itibarıyla rızânın irâdî ve kulun kesbine bağlı bulunduğuna, nihayetinin de Cenâb-ı Allah’ın rahmetine ait bir mevhibe olduğuna işaret etmektedir.

Ehlullah’tan bazıları ise meseleye tedellî (en a’lâdan başlayıp aşağı doğru gitme) zaviyesinden yaklaşmış ve “Allah sevmeyince siz sevemezsiniz; O sizden razı olmayınca, siz rıza ufkuna ulaşamazsınız.” demişlerdir. Onlar biraz da eşyanın perde arkasına göre hüküm verdiklerinden dolayı, Cenâb-ı Allah’ın rızasının önce geldiğini, kulun Allah’tan hoşnut olmasının ise onu takip ettiğini söylemişlerdir. Nitekim ayet-i kerimede “Allah onlardan, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.” (Maide, 5/119) denilmiş ve önce Allah’ın hoşnutluğu zikredilmiştir.

Allah’ın razı olması çok büyük bir meseledir. Allah’ı sevme, Allah tarafından sevilme, O’ndan hoşnut olma ve O’nun hoşnutluğunu kazanma öyle büyük bir pâyedir ki, Cennet nimetleri bile onunla boy ölçüşemez. Dolayısıyla o, sizin cüz’î iradeniz, temayülleriniz, azminiz, cehdiniz ve gayretinizle elde edemeyeceğiniz çok kıymetli bir semeredir; bütün ömür boyu çalışsanız da, karşılığında dünyalar dolusu altın yığsanız da bedelini ödeyemeyeceğiniz kadar pahalıdır. Bu itibarla da, onu sizin o küçük meylinize, sevginize ve hoşnutluğunuza bağlamanız doğru değildir. Öyleyse, her ne kadar şart-ı âdî planında sizin meyil ve sevginiz bir ilk gibiyse de, temelde rızanın menşei yine Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğudur. O razı olunca, sizin içinizde de rıza hissi neşv ü nema bulmaktadır. Ne var ki, Allah Teâlâ, şart-ı adi planında, rızasını sizin meyil ve muhabbetiniz gibi bazı basit vesilelere bağlamıştır. Dünyalar kadar hazineyle sahip olamayacağınız rıza-yı ilahîye, sizin altından kalkabileceğiniz bir bedel biçmiş; onu sizin için alınabilir kılmıştır.

Allah’ın Hoşnutluğu Nasıl Kazanılır?
Cenâb-ı Hakk’ın, rızasına vesile kıldığı hususların başında O’nun emirleri dairesinde hareket etmek ve yasakladığı şeylerden uzak durmak gelmektedir. Şayet, Allah Teâlâ sevmesini ve hoşnut olmasını her şeyden önce farzları yerine getirmeye ve günahlardan kaçınmaya bağlamışsa, o zaman bunları kat’iyen hafife alamazsınız. “İbadetleri eda etmeden ve haramlardan uzak durmadan da rıza-yı ilahiye ulaşabilirim. Allah’ın rahmeti geniştir; bunlar olmadan da Cenâb-ı Hak beni sevebilir!” diyemezsiniz. Vakıa, Allah’ın rahmetine her zaman sığınmalı, O’nun hakkında hep hüsn-ü zan beslemelisiniz. Fakat Cenâb-ı Hak, sevme ve hoşnut olma hususunda basit bir şart ve bir sebep olarak ibadetlere devam etmeyi ve günahlara girmemeyi vaz’ etmişse, önce bu şartları yerine getirmeli, ondan sonra da O’nun merhametine iltica etmelisiniz. Bu itibarla da, şayet rıza-yı ilahiye ulaşmak istiyorsanız, önce namaz, oruç, hac, zekât... gibi memur olduğunuz bütün ibadetleri yerine getirme mevzuunda fevkalâde titiz davranmalı; haram ve günahlardan uzak durma hususunda da son derece hassas olmalısınız.

Yolda kalmamanın, düşüp kaymamanın ve sâhil-i selamete ulaşmanın en önemli dinamiği Cenâb-ı Allah’a teveccüh ve duadır. Bizler aciz, zayıf ve muhtaç birer kuluz; O ise, her şeye hükmeden mutlak bir Hâkim’dir. Bu itibarladır ki biz, hemen her zaman, küçüklüğümüzün şuurunda ve O’nun büyüklüğünü takdir hisleriyle hep iki büklüm yaşamalı ve isteyeceğimiz her şeyi yalnızca fiilî değil aynı zamanda kavlî ve hâlî talep çerçevesinde sadece ve sadece O’ndan istemeliyiz.

 
Üst Alt