- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
Sünni ve Şii misyonerler tarafından Alevilere yönelik gerçekleştirilen en önemli tacizlerden biri de namaz ibadeti ile ilgilidir. Buna göre Sünni ve Şii kimi çevreler gerçeğin hilafına bilinen şekil ve kalıplara dökülmüş namazı İslamın bir buyruğu olarak gördüklerinden Alevileri kendi anladıkları biçimiyle namaz kılmadıkları ve böyle bir şekilsel zorunluluğu kabul etmedikleri için tekfir etmekte yahut cehaletle suçlamaktadırlar. Oysa gerçek bambaşkadır. Hiç kuşku yok ki bu gerçeği savunmak konusunda Alevi inanç ve kültürü gereken donanıma sahiptir. Biz bu çalışmamızla o donanımı gözler önüne sermek istiyoruz.
Öncelikle namaz sözcüğünü semantik açıdan / anlambilimsel olarak inceleyelim.
Namaz bilindiği üzere Farsça bir sözcüktür. Aslı Nemaz dır. Sözlükte dua yalvarış yakarış gibi anlamlara gelmektedir. Sözcüğün Farsça olmasından da anlaşılacağı üzere Kuranda namaz sözü geçmemektedir. Bunun yerine aynı anlama gelen Arapça bir sözcük mevcuttur. Namazın Arapçadaki karşılığı salat ifadesidir.
Salat ifadesini temel alarak namaza kanıt arayan Sünni ve Şii bilginler yer yer salat sözcüğü dışında başka sözcükleri de kendi teolojik tezleri paralelinde aynı anlama gelmek üzere yorumlamaktadırlar.
Bu sözcükler; tesbih / yüceleme zikr / anma sabah kuranı / sabah okuması vb.dir. Bu sözcükler; bilinen haliyle şekle dökülmüş namaz anlamına gelmediği halde o anlama geliyormuşçasına kullanılmaktadır.
Namazın nasıl kılınacağı konusunda Kuranda hiçbir bilgi yoktur. Bu da gösteriyor ki namaz bir dua etkinliği olarak toplumdan topluma ve kültürden kültüre başka biçimlerde yerine getirilebilir bir tapınma faaliyetidir. Sadece bir kültürün tapınma faaliyetini tüm Müslüman toplumlara dayatmak İslam adına kültür emperyalizmi yapmaktan başka bir şey değildir. Şekilsel bakımdan bilinen haliyle namaz Orta Doğu ve Arap halklarının tapınma biçimidir. Kıyam / Ayakta durma Rukü / EğilmeSecde / Yere kapanma ve Kade / Oturma adı verilen şekillerle gerçekleştirilen namaz ibadeti İslami bir zorunluluk olmayıp tümüyle geleneğin ürünüdür. Namazım İslami olan yönü Tanrının adının yüceltilmesi ona boyun eğilmesi ve ona yalvarıp yakarılmasıdır. Şekilsel yani zahiri yönünü İslami bir zorunluluk olarak görmek yüzyılların getirdiği körleşmeden başka bir şey değildir. Tanrı kendisini anmak isteyen kullarına belli şekilleri zorunlu kılacak kadar sığ bir varlık değildir. Asıl olan Allahın anılması ise bunun belli bir şekle hapsedilmesi insani açıdan insafsızlık olduğu kadar dinsel anlamda da bağnazlıktır.
Buna karşın şurası bir gerçek ki insanlar özellikle de Sünni ve Şii Müslümanlar yüzyıllardır alıştıklarıkanıksadıkları ve belledikleri şekil şartlarına hapsedilmiş bir namazdan başka türlü bir ibadeti kabul etmekte elbette ki zorlanacaklardır. Ancak unutulmamalı ki bu zorlanma İslam adı altında gerçekleştirilen Arap Kültür Emperyalizminin yürek burkan ve can acıtıcı bir sonucudur. Bu yürek burkuntusunu ve can acısını ortadan kaldırmanın yolu yüce Allahın dinini bir ırkın kültürüne hapsetmek isteyen çevrelere kararlılıkla karşı çıkmaktan geçmektedir. Biz bu kaşı çıkışı gerçekleştirmek adına yola çıktık.
Bu karşı çıkışta Alevi ulularından Horasanlı Türkistanlı Türkmen pirlerinden aldığımız manevi güçkuşku yok ki en büyük direnç kaynağımızdır.
Arap ve diğer Orta Doğu halklarının tapınma biçimini Namaz ancak böyle olur. Başka türlü olmaz ! diye dayatanlara karşı Alevi ulularının nefesleriyle verdiği yanıtlara geçmeden önce Sünni misyonerlerce ileri sürülen günlük namazların beş vakit olduğu şeklindeki iddiaya ve Şii misyonerlerin üç vakit ısrarlarına değinmek ve bu konudaki akıl tutulmasını gözler önüne sermek istiyoruz.
Sünni kimi din bilginleri Kuranda günlük beş vakit namazın buyurulduğu düşüncesindedirler. Bu düşünceye varmak için esas aldıkları söz konusu ayet şudur:
"...Güneşin doğmasından önce de batmasın dan önce de Rabbini övgü ile tesbih et. Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün taraflarında da tesbih et ki rızaya ulaşasın."
Bu ayette namaz / salat sözcüğü yerine tesbih yani yüceleme sözü kullanılmıştır. Fakat sanki salat sözcüğü kullanılmış gibi davranılmakta ve beş vakit namaza en güçlü kanıt denilerek bu ayet ileri sürülmektedir. Ayrıca bu ayette etraf yani taraflar ifadesi geçtiği halde pek çok yorumcu bu sözcüğü iki tarafında / gündüzün iki tarafında yani iki ucunda biçiminde anlamlandırmaktadır. Oysa iki taraf ifadesinin Arapçadaki karşılığı tarafeyn dir.
Görüldüğü üzere bu ayette iki çarpıtma vardır. Biri namaz sözcüğü kullanılmadığı halde kullanılmış gibi davranılmış olmasıdır. İkincisi ise taraflar sözcüğünün iki taraf / iki uç biçiminde tahrif edilmiş olmasıdır.
Alevi inancı açısından bakıldığında bu ayetten çıkan yorum şu olmalıdır. Sabah akşam gecegündüz ve her ne vakitte olursa olsun Allah sürekli anılabilir. Bu anmanın şekli yoktur. Bu bir sözle de olabilir bir hareketle de olabilir. Kişi buna içinde yaşadığı toplumun gelenekleri çerçevesinde karar verebilir.
Bir başka ayet ise şöyledir:
Gündüzün iki ucunda ve gecenin bir kısmında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir."
(Hud suresi : 114)
Bu ayette iki taraf ifadesi doğru bir biçimde kullanılmıştır. Gecenin bir kısmında ifadesi bazı yorumcular tarafından Gündüzün geceye yakın kısımları biçiminde anlamlandırılmaktadır.
Kısımlar yani Zülef ifadesi Arapça çoğul kuralları çerçevesinde en az üç adet anlamında kullanılmaktadır. İki adet için başka bir çoğul kuralı vardır ki burada ikil çoğul değil en az üç adet anlamına gelen çoğul eki kullanılmıştır.
Ayrıca diğer ayetin tersine tesbih yada zikr gibi sözcükler yerine açıkça Namaz / salat sözcüğü kullanılmıştır. Fakat yine de bu ayette Gecenin bir kısmında yada Gündüzün geceye yakın kısımları ifadesiyle hangi vakitlerin kastedildiği belli değildir. Oysa yorumcular; akşam sabah ve yatsı namazlarının kastedildiğini ileri sürmektedirler.
Bir başka ayet:
"Namazları ve orta namazını koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak durun."
(Bakara Suresi 238 )
Bu ayeti de beş vakit namaza kanıt göstermekteler. Şöyle ki; Namazlar anlamına gelen salavat sözcüğü en az üç vakti bildirir. Bir de ayette orta namazından bahsedilmektedir. O halde orta namazının gerçekten orta namazı olabilmesi için salavat sözcüğü ile üç değil dört vakit namazın kastediliyor olması gerekir.
Görüleceği üzere burada da tam bir zorlama yorum vardır. Sünni bilginler böylesi zorlamalarla beş vakit namazı ihdas etmeye çalışmaktadırlar.
Kuranda benzer içerikte birkaç ayet daha bulunmaktadır. Bir kısmı peygambere özel olarak seslenen ayetlerdir. Yani sadece peygambere özgü buyruklardır.
Bu noktada Vakitlendirilmiş namazdan bahseden ayeti ele almak yerinde olacaktır.
"Namazı bitirdiğinizde Allah'ı ayaktayken otururken ve yan yatarken anın. Artık güvenliğe kavuşursanız namazı kılın. Çünkü namaz inananlar üzerine vakitlendirilmiş olarak yazılmıştır."
(Nisa Suresi 103)
Namazın yani salatın vakitlendirilmiş olmasından kasıt inananların belli vakitler tayin ederek Tanrıyı anmalarıdır. Toplu tapınma için belli bir vaktin tayin edilmesi şarttır. Nitekim bu vakit açıkça belirtilmiştir. Kuranda hiçbir yoruma gerek duyulmadan açıkça belirtilen tek namaz Cuma namazıdır.
Söz konusu ayet şöyledir:
Ey İnananlar Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah'ı zikretmeye koşun ve alım satımı bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır."
Burada dikkat edilmesi gereken konu Cuma namazının kadın erkek ayrımı yapılmadan tüm inananlara yüklenmiş olmasıdır. Ancak Sünni ve Şii Müslümanlar bu gerçeği göz ardı ederek Cuma namazı sanki sadece erkeklere farz kılınmış gibi hareket etmektedirler. Kuranın bu tanrısal buyruğunu gereğince yerine getirenler de yine Alevilerdir. Bilindiği gibi Aleviler Cuma günleri yani Perşembeyi Cumaya bağlayan gece kadın erkek ayrımı yapmadan Cuma namazı kılmaktadırlar. Eski takvimde ( Hicri ) yeni günün başlangıcının gün batımı olduğu gerçeği dikkate alındığında Perşembeyi Cumaya bağlayan akşamın Cuma günü içersinde yer aldığı görülecektir. Bu açıdan bakıldığında Alevilerce Cuma akşamları yani Perşembeyi Cumaya bağlayan akşam yapılan Cem ayinleri Kurandaki Cuma namazı buyruğunun yerine getirilmesi amacıyla gerçekleştirilen bir toplu dua etkinliğidir. Hiç kuşku yok ki Cem ayini Kuranda buyurulan toplu tapınmanın yani namazın Türk / Türkmen toplumlarınca şekle dökülmüş halidir. Sünni ve Şii Müslümanlar Cuma namazı adı verilen toplu tapınmada kadınlara yer vermezken Aleviler bu konuda da ne denli doğru bir uygulama içerisinde olduklarını göstermektedirler.
Nitekim Hünkar Hacı Bektaş Veli şöyle buyurmaktadır.
Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakkın yarattığı her şey bakın yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın-erkek farkı yoktur
Noksanlık ve çirkinlik senin görüşlerinde...
Kuranda namazla ilgili bir diğer çarpıcı ayet de şudur:
Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da Allah'ı daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın. ( Bakara suresi 239)
Gerçekten bu ayet egemen Sünni ve Şii çevrelerin dayatmacı yorumlarına karşı tam bir yanıttır.
Şöyle ki;
Namaz illa belli şekillerle kılınacak diye bir kural yoktur. Çünkü binit üzerinde söz konusu o şekilleri uygulamak olanaksızdır. O halde anlaşılıyor ki namazın şekil olarak değişmez kuralları yoktur. Zorunlu durumlarda geleneğin ortaya koyduğu şekiller değişebilmektedir.Bu zorunlu durumları günlük yaşamda karşılaşılan durumlarla sınırlandırmak hem doğru değildir hem de Allahın rahmet esaslı kolaylaştırıcılık özelliğini onun iradesinin hilafına kısıtlamaktır. Bu zorunlu durumlar kültürler arası farklılıklar boyutunda anlaşılmalıdır. Her kültürün kendine özgü bir tapınma şekli vardır. Egemen Sünni ve Şii çevreler sadece Orta Doğu ve Arap halklarının tapınma biçimini tüm Müslüman halklara dayatıcı bir tavır içerisinde olmuşlardır. Bu tavır yüzyıllardır Arap olmayan Müslüman halkların bir inanç ve akıl tutulmasına uğraması sonucunu doğurmuştur. Bu inanç ve akıl tutulmasını nispeten kıran tek halk yine Alevi Türkmenlerdir. Başta Türkmenler olmak üzere Türk kavimleridayatılan tapınma şekillerini reddedip kendi kültürleri çerçevesinde yüce Tanrıya ibadet etme yolunu yaşama geçirmeyi büyük bedeller ödeme pahasına da olsa başarmışlardır.
Kuranın indiği ve onun ilk muhatabı olan Arap toplumunun kültürel ve geleneksel özelliklerinin pek çok dinsel konuda izler taşıdığı biliniyorken başka toplumlara bu özelliklerin sanki dinin aslındanmış gibi dayatılması Allah adına zulmetmekten başka nedir ki ?
Bu zulme seyirci kalmak ve yüce İslam dininin Arap gelenekleri içerisinde boğulmasına göz yummak samimi birer Müslüman olarak tahammül edebileceğimiz bir durum değildir. Aynı şekilde İslam örtüsü altında Arap kültürünün halkımıza ve diğer Müslüman halklara empoze edilmesi karşısında sessiz kalmak sahip olduğumuz insani vasıflarımızın şekillendirdiği kişiliğimizin asla kabul etmeyeceği bir husustur.
Namazla ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir diğer konu da savaş sırasında namazın nasıl kılınacağı ile ilgili husustur. Bu konuda Nisa Suresi 101. ve 102. ayetlerde açıklama yapılmıştır:
Yeryüzünde sefere çıktığınızda hakikati inkara şartlanmış olanların âniden üzerinize saldırmasından korkarsanız namazı / duayı kısaltmanızda sakınca yoktur. Kuşkusuz ki gerçeği inkar edenler sizin apaçık düşmanlarınızdır. O halde sen inananlar arasında iken onlara namazda / toplu dua etkinliğinde önderlik yapacaksan bir bölümünün silahlarını kuşanmış olarak seninle namaza durmalarına izin ver. Onlar namazlarını bitirdikten sonra namazlarını eda etmemiş olan diğer grubun her türlü tehlikeye karşı hazır vaziyette ve silahlarını kuşanmış olarak gelip seninle namaza durmaları sırasında size koruyuculuk yapsınlar; hakikati inkara şartlanmış olanlar sizin silahlarınızı ve teçhizatınızı unutup bırakmanızı isterler ki âni bir baskınla üzerinize saldırabilsinler. Fakat yağmurdan dolayı sıkıntıya düşerseniz yahut hasta iseniz silahlarınızı bırakmanızda bir sakınca yoktur; ama tehlikeye karşı hazırlıklı olun. Allah hakikati inkar edenler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
Görüleceği üzere bu ayette de zorunlu durumlarda namazın şekli ve süresi konusunda değişiklikler yapılabileceği tanrısal bir hüküm olarak belirtilmektedir. Bu zorunlu durumlardan yukarıda da belirttiğimiz gibi kültürler arası farklılıklar da anlaşılmalıdır. Özellikle göçebe Türkmenlerin sosyal yaşamları dikkate alındığında ne denli zorunlu ve zorlu durumların yaşanabileceği takdir edilecektir. Sürekli göç eden Türkmenlerin yerleşik Araplar gibi bir ibadet yaşamlarının olması mümkün değildir. Göçebe bir halka yerleşik bir halkın ibadet biçimini zorunlu kılmak hiç kuşku yok ki bir zulümdür. Alevilerin neredeyse tamamına yakınının göçebe Türkmen oymaklarından meydana geldiği düşünüldüğünde geçmişte belli zaman dilimlerinde yapılan Cem ibadetlerinin ne denli isabetli bir uygulama olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Göçebe Türkmenlerin tarihsel süreç içerisinde yerleşik yaşama geçmeleri ve özellikle kentleşmeyle birlikte kent yaşamının gerekleri çerçevesinde Cem ibadetini zamansal olarak sabitleştirdikleri bilinmektedir. Buna göre Cem ibadetleri Perşembeyi Cumaya bağlayan gece yapılmak suretiyle zamansal olarak da sabitleştirilmiştir.
Ayrıca Sünni bilginlerin tüm ısrarlarına rağmen Şiiler günlük namazların üç vakit halinde kılınabileceğini ileri sürerek aslında bu hususta Kuranın zannedildiği gibi net hükümler içermediğini fiilen ilan etmiş olmakta değil midirler ?
Sünni din bilginlerinin günlük namazlar konusunda sergiledikleri bir diğer gülünç durum ise namazın miraçta aslında elli vakit olarak emredildiği fakat daha sonra Hazreti Musanın isteği ve Hazreti Muhammedin ricasıyla kademe kademe beş vakte indirildiği yönündeki rivayettir. Bu rivayetin kaynağı Sünnilerin en sağlam hadis kitapları olarak kabul ettikleri derlemelerdir.
Hazreti Peygamber'e İsrâ gecesi namaz elli vakit olarak farz kılındı. Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Sonra şöyle seslenildi: Ey Muhammed şüphesiz bizim nezdimizdeki söz bir değişikliğe uğramaz. Senin için bu beş vakit namaz elli vakit namazın karşılığıdır."
(Buhâri Salat 76 Enbiya 5)
Aynı içerikte başka hadisler yine Sünnilerce muteber kabul edilen başka kaynaklarda da yer almaktadır. Söze konu bu hadislerde peygamber ile Allahın neredeyse günlük namazların sayısı konusunda pazarlık yaptıkları gibi bir manzara sergilenmekte ve bu pazarlıkta Hazreti Musa da Hazreti Muhammedin avukatı rolüne soyunmaktadır. Aslında bu durum dinin hurafe ve efsanelerle ne denli özünden saptırıldığının acıklı / trajik örneklerinden biridir.
Yeniden Kurana dönecek olursak Kurandaki hükümleri zahiri / dışsal anlamlarıyla anlamakta ısrar edip zamanın ve farklı toplumsal özelliklerin doğurduğu yeni koşulları görmezden gelen Sünni ve Şii din bilginlerine bir soru yöneltmek istiyoruz.
Kuranda Hacca davetin yer aldığı ayetteki anlamları aynen uygulamak konusunda neden zahiri manaya bağlı kalmaktan vazgeçiyorsunuz ?
Kuranda hacca davet ile ilgili ayette şöyle denilmektedir:
İnsanlar içinde haccı ilan et ki gerek yaya olarak ve gerek uzak yoldan gelen yorgunluktan incelmişdeveler üzerinde sana gelsinler.
( Hac suresi. 27. )
Bu ayetin zahiri / dışsal anlamı dikkate alındığında haccın mutlaka ya yaya olarak yada yorgunluktan incelmiş develer / binitler üzerinde yapılması gerekmiyor mu ?
O halde neden bunu uygulamıyorsunuz da hacca otobüslerle uçaklarla yada gemilerle gidiyorsunuz ?
Hani Kuranın tüm hükümleri uygulanmalıydı?
Hacca yaya olarak yada yorgunluktan incelmiş develer üzerinde neden gitmiyorsunuz ?
Hem kendiniz böylesi hükümleri uygulamıyorsunuz hem de Alevileri sizin anladığınız anlamda sizin istediğiniz vakitlerde ve sizin istediğiniz şekillere dökülmüş olarak namaz kılmadıkları için taciz ediyorsunuz.
Ne hakla ?
Üstelik bu ayette dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da sana gelsinler ifadesidir. Burada sana ifadesiyle kim kastedilmektedir ? Hiç Kuşku yok ki burada kastedilen Hazreti Muhammedtir. Ancak kimi kaynaklarda bir önceki ayet de dikkate alınarak burada kastedilenin Hazreti İbrahim olduğu da belirtilmektedir.
Hac ibadeti bizzat peygamberin şahsını ziyaret midir yoksa Kabeyi ziyaret midir ?
Peygamberin şahsını ziyaret ise eğer neden o vefat ettikten sonra da hac ibadeti sürmüştür ?
Yok kastedilen peygamberin şahsı değil de Kabenin ziyaret edilmesi ise o halde neden sana ifadesi yer almaktadır ?
Burada anlatmaya çalıştığımız husus Kuranın zahiri manasıyla anlaşılması gerektiği konusunda yapılan / yapılacak olan bir ısrarın ne denli tuhaf sonuçlar doğuracağıdır.
Özellikle namaz konusundaki ayetler dikkate alındığında görülecektir ki din bilginleri şifre çözer gibi hatta iğneyle kuyu kazar gibi namaz vakitlerini saptamak için çırpınıp durmuşlardır.
İddia ettikleri gibi ve onların anladıklarını ileri sürdükleri haliyle namaz günlük yaşamda bu denli önemli bir tapınma biçimi ise Yüce Allah neden böylesi önemli bir konuyu açıkça ortaya koymamıştır ?
Neden Allah bu denli yoruma ve kafa yormaya gereksinim duyulan ifadeler kullanmaktadır ?
Oysa Kuranın pek çok ayetinde Allah Kuranın apaçık ve net bir kitap olduğunu söylemektedir.
Bizce bunun yanıtı bellidir. Tanrı ibadet / tapınma biçimini ve vaktini inananların mensup oldukları kültürlere göre belirleyebilme imkanını sağlamak için böylesi bir yolu irade etmiştir. Fakat zahiriler bu gerçeği anlamak istemedikleri için çırpınıp durmaktadırlar.
Günümüzde kimi Sünni bilginler de namaz konusundaki şekil şartlarının aslında dinin asli buyruklarından olmadığı ve tümüyle geleneğin yansıması olduğu konusunda fikirler beyan edebilme noktasına gelmişlerdir. Kuşku yok ki bu sevindirici bir durumdur. Bu hususta ülkemizin yetiştirdiği ünlü din bilginlerinden Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürkün öne çıkmakta olduğu malumdur.
Aleviler tarih boyu namaz konusunda kendilerine yönelik tacizlere kimi nefes ve deyişlerde felsefi içeriği derin ve bilgece yanıtlar vermişlerdir. Şimdi bu yanıtlardan bazılarını örnek olarak sunalım:
Bana namaz kılmaz diyen
Ben kıluram namazımı
Kılur isem kılmaz isem
Ol Hak bilür niyazımı
.
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmişiki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Savm Salat Hac Zekat;
Hicaptır aşıklara !
Aşık bundan münezzeh
Naz u niyaz içinde
Oruç namaz zekat hac
Cürm ü cinayetdür
Fakir bundan azaddur
Has u havas içinde...
Abdestimiz namazımız
Doğruluktur taatımız
Aşka bağladık safımız
Safımızdan kim ayıra...
Yunus Emre
Camilerde olan imam
Çoğu bilmez bunu tamam
Dört bin altı yüz seksen selam
Daha namaz sorar mısın
Kaygusuz Abdal
Sofular secde ederler mescidin mihrabına
Yar eşiği secdegahım yüz sürerim kime ne
Kah çıkarım gökyüzüne hükmederim Kaf be Kaf
Kah inerim yeryüzüne yar severim kime ne
Seyyid Nesimi
Namazımız dara durmak
Orucumuz sabretmek
Biz bir oruç tutarız ki
Ramazana benzemez.
Seyyid Nesimi
Ve sanıyorum en susturucu yanıtı da büyük ozanımız Pir Sultan Abdal vermiştir:
Alınmış abdestim aldırırlarsa
Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Sizde Hak diyeni öldürürlerse
Ben de bu yayladan Şaha giderim
Pir Sultan Abdal
Sonuç:
Aleviler üzerinde yüzyıllardır süren baskının yansımalarından biri olarak nitelenebilecek beş yada üç vakit namaz dayatmasına karşı Alevi inanç ve kültürünün tarihsel birikiminden yararlanarak kaleme aldığımız bu çalışmamızı ulaşılan sonuçları maddeler halinde sıralayarak noktalayalım:
1. İslam dinine göre namaz bir dua etkinliğidir. Bu etkinlik bireysel olarak yapılabileceği gibi toplu olarak da yapılabilmektedir.
2. İslam dinine göre namazın belli bir şekli yoktur. Her toplum kendi kültürü / gelenekleri çerçevesinde bir takım şekiller ihdas edebilir.
3. İslam dinine göre günlük olarak beş yada üç vakit namaz söz konusu değildir. Namazın gerek şekli gerekse de ihdas edilmiş vakitleri tümüyle zorlama yorumlara ve Orta Doğu ve Arap halklarının geleneklerine dayanmaktadır.
4. Alevi Bektaşilerin namaz konusunda geliştirdikleri içtihad mensup oldukları kültürlerinin doğal sonucudur. Bu bağlamda cem ayini İslamın namaz emrinin Alevi ve Bektaşilerce uygulanma biçimidir.
5. Alevi Bektaşilerin namazı cem ibadetidir. Başka türlü bir namaz Alevi inanç ve kültüründe olmadığı gibi Alevi geleneğine de aykırıdır.
6. Cem ayini içerisinde barındırdığı kıyam yani dara durma tecella ve temanna yani rukü ve ayrıca defalarca icra edilen secdesiyle İslamın namaz buyruğunu karşılayan en güzel ritüeldir.
7. Cem ayini yerine başka türde bir namazı benimsemek yada bunu savunmak Aleviliğin eritilme çabasından başka bir şey değildir.
8. Kuranda vakti hiçbir yoruma gerek duyulmadan açıkça belirtilen tek namaz Cuma namazıdır. Alevi Bektaşilerin Cem ayinlerinin yapılış vakti yani Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Cuma namazı vaktidir. Cuma namazının vakti Cuma günü süresinin tümüdür. Bu sürenin her hangi bir bölümünde namaz ifa edilebilir.
9. Cuma namazı Kuranda kadın erkek ayrımı yapılmadan tüm inananlara emredilmiştir. Bu bağlamda Alevi Bektaşilerin kadın erkek birlikte cem yapmaları Kuransal buyrukla örtüşen gerçek bir ibadet hüviyetindedir.
10. Namaz konusunda yüzyıllardır süren Sünni ve Şii uygulamalarının bir inanç ve akıl tutulması olduğu açıktır. Sünni ve Şiilerin bu konudaki yorumlarına Alevilerin gösterdiği saygı eşit düzeyde bir karşılığı hak etmektedir. Bu bağlamda Alevilerin namaz ile ilgili olarak geliştirdikleri yorum ve uygulamaya Sünni ve Şii din bilgileri de aynı şekilde saygı göstermek zorundadırlar.
11. Kuranda Allahın yatarken ayaktayken ve otururken de anılmak suretiyle ibadet edilebileceği net bir biçimde belirtildiğinden namazı belli bir şekle hapsetmeye çalışmak isabetli bir tutum değildir.
12. Alevi Bektaşi inancına göre cem ayininin teolojik kökeni kırklar meclisidir.
Son söz olarak yineleyelim ki Alevilerin namazı cem ayinidir. Başka namaz bilmeyiz. Bir de hakka yürüyen canın ardından kılınan ve bir helalleşme niteliğinde olan Cenaze Namazımız vardır ki bu namaz gerek semantik açıdan gerekse işlev bakımından bu yazımızın kapsamı dışındadır.