-
- Üyelik Tarihi
- 14 Ocak 2014
-
- Mesajlar
- 1,409
-
- MFC Puanı
- 354
Bu akıl sahipleri baygındır. Kısa görüşlüdür. Sadece görünüşe göre hüküm yürütür.
Âyet-i kerimede:
Onlardan kimi nefsine zulmedendir. buyuruluyor. (Fâtır: 32)
Allah-u Teâlâ bizi kendisini bilmemiz ve kendisine ibâdet etmemiz için yarattığı halde, nefs-i emmaredeki bu insanlar; emanet-i ilâhi olan aklı kötüye kullanmış, gönderiliş sebebini bilememiş, lütuf ve ihsanları vereni unutmuş, şeytana uymuş, dünyaya tapmış ve böylece yolunu değiştirmiştir.
Allah-u Teâlâ kendisini unutanlara, zikirden ve fikirden gafil olanlara fâsık ismini vermiş, Âyet-i kerimesinde şöyle buyurmuştur:
Allahı unuttuklarından dolayı Allahın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkmış fâsıkların tâ kendileridir. (Haşr: 19)
Sarhoş gibi ne yaptıklarını bilmezler. Ahirette kendilerini azaptan kurtaracak, ilâhî hoşnutluk kazandıracak olan işlere yönelmezler.
Onlar dünya hayatını âhirete tercih ettiler. (Nahl: 107)
Âyet-i kerimesinde beyan buyurulduğu üzere, Akl-ı meaşta olanlar sadece dünya hayatına rağbet ederler. Dünyayı mâbud edinerek ona taparlar. Zamanlarını bütünüyle dünyaya hasrederler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şeriflerinde buyururlar ki:
Dünyaya muhabbet etmek, büyük günahların en büyüğüdür. (C. Sağir)
Nefsin arzularına uymuş, zevk ve sefâya dalmış, gerçek hayatın bu dünya hayatı olduğunu zannetmiş; böylece ömrünü tüketiyor, gerçek hayatın ölümden sonra başlayacağını bilmiyor.
Diğer bir Hadis-i şeriflerinde ise şöyle buyururlar:
İnsanlar uykudadırlar, öldükten sonra uyanırlar. (K. Hafâ)
Halk niçin uykuda? Çünkü Hakktan sapmış, nefsine tapmış, şeytanın peşinde koşup duruyor. Böylece Hakktan, hakikattan ayrılmış.
Allah-u Teâlâ kullarına karşı çok şefkatli, çok merhametli olduğundan tenbih ediyor, şeytanın düşmanlığından kullarını korumak ve sakındırmak için Âyet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor:
Ey Âdemoğulları! Ben size: Şeytana ibadet etmeyin, o sizin apaçık bir düşmanınızdır, bana kulluk edin, bu dosdoğru yoldur. diye emretmedim mi? (Yâsin: 60-61)
Kendisini şeytana teslim eden kişi ona ibadet ediyor demektir.
Akıllı insan, hayır görse bile düşmanından bir şey kabul etmez. Çünkü onun tuzağından emin olunmaz.
Binaenaleyh bu ilâhî emre uyarak, şeytana daha şiddetli düşmanlık yapmak, aldatmak istediği hudutlarda onu yalanlamak, muhalefet etmek gerekiyor.
Bu bir emr-i ilâhîdir.
Şeytanlaşmış insanlarla da arkadaşlık yapmamak gerekir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerimesinde:
Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur. buyuruyor. (Hud: 113)
Kendilerinde zulüm bulunan kimselere meyletmek insanı ateşe götürürse, zulmü kökleşmiş olanlara eğilim duymanın, üstelik tamamen meyletmenin neticesini düşünmek gerekir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şeriflerinde buyururlar ki:
Mümin-i kâmilden başkası ile sohbet etme! (Tirmizî)
Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretlerimizin de bu hususta güzel bir beyanları var:
Görüştüğün kimseden fayda görüyorsan, onunla görüşmen vaciptir, zarar görüyorsan ayrılman vaciptir. buyururlar. Çünkü görüştüğün kimsenin hali üzerine intikal eder.
Akl-ı meaşda olanların kimi para hırsındadır, kimi lezzetler peşindedir. Kimisi çocuğunu düşünür, kimisi şehvet yolundadır.
Ve fakat gün gelir, ömür sona erer. Tûl-i emel bitmiştir. Herkes sorguya çekilmiştir. Kimisi saâdet-i ebediyeye varmıştır, kimisi de kendisini helâk etmiştir. Zira o, niçin yollandığını bilmedi, dünyaya o kadar tapmıştı ki, onun için gönderildiğini sanmıştı.
Halbuki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerimesinde buyurur ki:
O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır. (Mülk: 2)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu Âyet-i kerimenin tefsiri mahiyetinde olmak üzere bir Hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
Sizi imtihana çekmek için ki, hanginizin akılca en güzel, Allahın haram kıldığı şeylerden sakınmada en müttaki, Onun taatine koşmakta en hızlı olacak. (Süyuti)
Bu sahnede öyle bir durum var ki, kişinin her an fotoğrafı çekiliyor, her sözü her kelimesi zaptediliyor.
İnsanların hidayetine vesile olan güzel arkadaş olduğu gibi, isyana teşvik eden de kötü arkadaştır.
Bunun içindir ki, insanın bu noktada aklını kullanması lâzımdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerimesinde:
Onların çoğu akıllarını kullanmazlar. buyuruyor. (Ankebut: 63)
Nice nice güzel yolda olanlar, arkadaşlarının kurbanı olmuşlar; ebedî hayatlarını kaybederek, cehenneme düçar olmuşlardır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu hususta bir Hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
Günahkâr ve isyankâr arkadaşlardan hazer et. Zira senin de onlardan olduğun anlaşılır. (C. Sağir)
Allah-u Teâlâ insanların yaratılış sebebini açık olarak bildirmiş ve Âyet-i kerimesinde şöyle buyurmuştur:
Ben cinleri ve insanları, ancak (beni bilsinler) bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zâriyat: 56)
Allah-u Teâlâyı bilmeyen, Ona gerçek mânâda ibadet edemez. Her şeyden evvel Allah-u Teâlâyı bilmek, Allah-u Teâlâyı bilmek için de kişinin nefsini bilmesi gerekir.
Bu ihsan ve ikramlar karşısında nankörlük eden kimse açıkça kendisini helâk etmiş olur.
Lütfettiği vücut binasında düşmanların yer alması ile, yani Hakktan gayrı şeylerin muhabbetini kalbine koyması ile hak ve hakikatten sapmış olur.
Çünkü Âyet-i kerimede:
Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamıştır. buyuruluyor. (Ahzâb: 4)
Ki birisini muhabbet-i Mevlâya, diğerini muhabbet-i mâsivâya hasretsin.
Nazargâh-ı ilâhi olan kalbi Allah-u Teâlâ kendisi için halketmiştir. Binaenaleyh o kalpte Allah-u Teâlânın muhabbeti mevcutsa, daha doğrusu Allah-u Teâlâ mevcutsa, mâsivâ o kalbe giremez.
Para varsa kasada kesede, malı varsa dükkanda evinde olacak, fakat bunlar kalbe girmeyecek. Eğer kalbe girerse kalbi ifsad eder ve muhabbet-i Mevlâ o kalpte bulunmaz.
Hakk ile olmayan, o binayı nefis ve şeytana tahsis etmiştir, Hakkın ihsan ve ikrâm ettiği latîfeleri ifsad etmiştir. Bir düşman bir eve girdiği zaman evi tahrip ettiği gibi, bu iki düşman da kalbi ve bütün vücudu ifsad ederler. Kişi artık görünüşte insan, fakat icraatıyla hep hayvan, hatta hayvandan da elli derece daha aşağı. Zira o hayvan amma, Yaratanını biliyor ve tesbihini yapıyor.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerimesinde buyurur ki:
Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmiş olmasın. Fakat siz, onların tesbihlerini anlayamazsınız. (İsrâ: 44)
Yaratılan her şey Allah-u Teâlâyı tesbih eder, amma siz duymuyorsunuz.
Akl-ı meaş olanların sıfatları hayvanîdir, çok korkunç bir şeydir. Bu sıfatlar izâle edilmezse, o ahlâk-ı zemime sebebi ile âhirette de hayvan suretinde çıkar. Çünkü her ahlâk-ı zemimenin kendine mahsus bir sıfat-ı hayvâniyesi vardır.
Allah-u Teâlâ herkesin mukadderâtını alnına yazmıştır, insan amelinin karşılığında bir rehindir.
Âyet-i kerimesinde:
Biz herkesin dünyadaki amelini kendi boynuna doladık. buyuruyor. (İsrâ: 13)
Her insanın amel defteri boynunda takılı gibi kendisinden ayrılmayacaktır.
Herkesin sıfat-ı insaniyesi veyahut sıfat-ı hayvaniyesi bellidir, fakat okunmuyor. Perde kalkınca her şey görülecek, herkesin sıfatı belli olacak ve görülecek, icraatı ile beraber. Vücut elbisesini soyunca, diğer elbiseyi giyince, işte o zaman bütün hakikatler ortaya çıkacak.
Ve denilecek ki:
Oku kitabını! Bugün hesap görücü olarak sen kendine yetersin. (İsra: 14)
Herkes kitabını okuduğu zaman, dünya hayatında yaptığı her şeyin en ince teferruatına kadar yazılmış olduğunu görecek. Artık dünyadaki kitap dürülmüş, âlem-i berzahtaki kitap açılmıştır.
O gün muhasebe günü olduğu için kâr ve zarar o günde meydana çıkar. Zarar edenler zarar ettiklerini bilirler, lâkin bu kendilerine hiçbir fayda sağlamaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerimesinde buyurur ki:
Ey iman edenler! Allahtan nasıl korkmak lâzımsa Ona yaraşır şekilde öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin. (Âl-i imran: 102)
Ölünceye kadar hâlet-i İslâm üzere sebat ediniz, başka bir hâlet üzerinde bulunmayınız.
Bu Âyet-i kerime karşısında âlimler değil, veliler değil, sâdıklar değil, peygamberler dahi korkmuştur.
Yusuf Aleyhisselâmın şöyle bir niyazı vardır:
Allahım! Müslüman olarak ruhumu al ve beni sâlihler zümresine kat. (Yusuf: 101)
O, bu dilek ile âhirete intikal etmiştir. Gerçekten Allaha gönülden bağlı olanların can atacakları arzu ve gaye işte bu sondur.
Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh- Hazretlerinin de son sözü bu oldu.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şeriflerinde:
Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz. buyuruyorlar.
Hangi hayvani sıfatla ölmüş ise Allah-u Teâlâ hayattaki suretinin üzerine o hayvan suretini verecek ve onun kim olduğunu herkes tanıyacak.
Sıfat-ı hayvaniyenin ne olduğunu daha iyi kavrayabilmeniz için bir temsil arzedeceğiz. Bu sıfatların izalesi için ne lâzımsa yapmak gerektiğini ifade etmek istiyoruz.
Bir akşam üstü idi, bir kardeşin vefat haberi geldi. Fakat o anda sıfatını gösterdiler, çok korkunç bir sıfatla vefat ettiğini gördüm. Sevdiğim bir kimse olduğu için çok mükedder oldum. Dikkat edenler bu hâlimi anlamış olacaklar ki, Bu hâliniz nedir? diye sordular. Bir şey değil! dedik.
Sıfatını gördüğüm halde bu kardeşin cenazesine yine gittim. Kabrinin karşısında durdum ve şöyle niyaz ettim. Allahım! Sen hükmünde hikmet sahibisin, hakikatı ancak sen bilirsin. Bu kardeşi biz çok iyi biliyoruz. Ne olur bunu affet! Kabre girmeye iki karış kalmıştı, Allah-u Teâlâ, sıfatını sildi. İnsan suretinde aşağıya gitti.
Bu duamı kabul ettiğinden ötürü Allah-u Teâlâya öyle şükrettim ki, gözlerimden yaş boşandı. Kimse görmesin diye de usulca oradan çekildim.
Bu ki sevdiğimiz bir kardeş, bu hale düşüyor. Demek ki boşluğu varmış, sıfat-ı hayvaniyeyi tamamen izale edememiş.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şeriflerinde buyururlar ki:
Allah-u Teâlâyı zikir, kalp hastalıklarına şifâdır. (Münavî)
Kurtuluşun en güzel çaresi Allah-u Teâlâ ve Resulünü kalbe almak, zikrullah ile meşgul olmak, içteki düşmanları atmak ve muhabbet-i ilâhîye nâil olmaktır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerimesinde:
Nefsini temizleyen kurtulmuştur. buyuruyor. (Şems: 9)
Nefsini günahlardan arındırıp takvâ ile terbiye eden, tekâmül ettirerek feyizlendiren kimseler ebedî saâdet ve selâmete namzet bulunmuştur.
Allah-u Teâlâ kendisine yönelen tevbekâr kullarını af edeceğini, isyan batağına düşen kullarının ümitsizliğe kapılmamaları için, bir çıkış yolu bulunduğunu Âyet-i kerimesinde haber vermektedir:
Bununla beraber şüphe yok ki ben, tevbe eden, iman edip salih amel işleyen, sonra da Hakk yolunda ölünceye kadar sebat edenleri elbette çok bağışlayıcıyım. (Tâhâ: 82)
Günahı işleyen, hatayı yapan biz olduğumuz halde, Allah-u Teâlâ bizi tevbeye çağırmakta ve affedeceğini müjdelemektedir.
Akl-ı meaştaki ilim:
Süflî âlim, nefsine dayanarak zan ile hareket eder. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerife bakmaya lüzum bile görmez. O Biliyorum der.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:
Akıllının dili kalbinde, ahmağın dili ağzındadır. Edep, aklın suretidir. Kötü edeple şeref olmaz. Cehaletten daha kötü hastalık yoktur. Akıl tam olunca söz eksik olur.
Akl-ı meaşın kalpteki durumu:
Kalp bir melekût hazinesidir. Fakat ahlâk-ı zemimelerle, hayvânî sıfatlarla örtülü olduğu zaman, beş duyuya açılıp şehvet ve lezzetlere daldığı, masivâ ile dolduğu zaman kapanıyor, hayvanî kalp oluyor.
Meselâ bir pınar var. Su kaynayıp beşeriyetin su içme imkânı olduğu gibi, çöplerle dolarsa hiç hükmü kalmaz.
Âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
O gün ki, ne mal fayda verir ne de oğullar. Meğer ki Allaha tamamen sâlim ve temiz bir kalp ile gelenler ola. (Şuârâ: 88-89)
ÖMER ÖNGÜT