(d.1831 / ö.1886)
On dokuzuncu yüzyılın büyük velilerdendir. Adı Abdurrahman olup, Tâğî, Tâhî Nurşinî nisbeleri ile meşhurdur. Babası, Molla Mahmud Efendi, an*nesi Seyyid Molla Muhammed Efendi'nin kızı Meyâsin Hanım'dır. 1247 (m. 1831) yılında Şirvan'da doğdu. 1304 (m.1886) yılında Bitlis iline bağlı Güroymak (Nurşin) ilçesinde vefat etti. Kabri, Nurşin'de bulun*maktadır. Asil ve temiz bir aileden gelen Abdurrahman Tâğî'nin bulunduğu ev, halk arasında "Sûfi evi" olarak şöhret bulmuştur. Küçük yaşta tavrı ve hare*ketleri ile dikkati çeken Abdurrahman hakkında anne ve babası: "Yüce Allah'ın bize lütfettiği bu çocuk başka çocuklara benzemiyor. Bu çocuğun, maddî bakımdan ziyade manevî bakımdan yetişmesine ihtimam gös*termeliyiz.'' diyerek tahsil ve terbiyesine itina gösterdiler. O zaman hayatta olan dedesi de aynı arzuyu duymaktaydı. Torununun kendisinden sonraki ilim boşluğunu doldurmasını şiddetle istiyordu. Abdurrahman Tâğî Hazretleri, çocukluğu ile ilgili olarak şöyle anlatır: "Annemin güzel terbiyesi yüzünden ruhlar âlemiyle ilişkim kesilmezdi. Allah'tan gafil olmazdım. Çocukların arasında kendimi devamlı kusurlu görür*düm." On yaşında iken Abdurrahman Tâğî'nin annesi vefat etti. Bundan sonra onu babası çeşitli ilim adamlarının tahsil ve terbiyelerinden geçirdi. Tahsil dev*resini sevdiklerinden birisine şöyle anlatır: "Bana yol gösteren bir mürşid-i kâmil, yol gösterici rehbere bağlı oldu*ğum bir tarikat olmadığı halde Yüce Allah beni günahlardan koruyordu. Bir gece kötü bir yere gitmeye niyet ettim. Giderken çamurlu bir yerde ayağım kaydı ve yere düştüm. Eve dönüp elbisemi yıkamaya başladım. Temizliğinde sabahleyin ancak bitirebildim." Kendisine bulunduğu nahiyenin müdürlüğü, kadılığı ve müderrisliği ve*rildiği halde o bunların hiçbirisine iltifat etmedi. Çünkü o kendisini tasavvufta yükseltecek bir manevî rehber arıyordu. Önce Hacı Emin Şirvanî Hazretleri'ne başvurarak Rufaîlik tarikatına girdi. Sonra Şeyh Hamza Telvî Hazretleri'ne in*tisap yeniledi. Bir müddet sonra Kadiriye şeyhlerinden Şeyh Abdülbârî Çarçâhî Hazretleri'ne talebe oldu. Hocası ona bir günde yetmiş bin kere "La i-lâhe illellâh" demeyi emretti. Bu tavsiyeye uyan Abdurrahman Tâğî nice ma*nevî hallere kavuştu. Bu sırada büyük velilerden Seyyid Sıbgatüllah Arvâsî Hazretleri Külât köyünde oturuyordu. Onun talebelerinden Süleyman Erbûsî arasıra Külât kö*yüne gelip gidiyordu. Bir defasında Külât köyünden döndüğünde, Abdurrahman Tâğî Hazretleri alaylı bir şekilde: "Külât'taki sûfiler nasıldırlar? Ne yapıyorlar?" diye sordu. Süleyman Erbûsî, Abdurrahman Tâğî'ye: "Eğer filan dereyi geçsen öyle demezdin" diye cevap verdi. Süleyman Erbûsî'nin bu sözü Abdurrahman Tâğî üzerinde büyük tesir bıraktı. Birlikte Seyyid Sıbgatüllah Arvâsî Hazretleri'ne gitmeye karar verdiler ve yolda: "Eğer filan dereyi geçsen öyle demezdin" diye bahsettiği yere geldiler. Abdurrahman Tâğî Hazretleri o dereyi geçerken kalbinde acayip bir hal duydu. Sonunda Külât köyüne ulaştılar. Kendisini cennet bahçelerinden bir bahçede gibi hissetmeye başladı. Seyyid Sıbgatüliah Arvâsî Hazretleri onu ta*lebeliğe kabul ederek himaye ve tasarrufu altına aldı ve kısa bir müddet içeri*sinde tasavvufun en yüce mertebelerine eriştirdi. Bir sabah namazından sonra hocasının huzuruna çıkarak: "Efendim! Ben her şeyde Lafza-i Celâl'in (Allah sözünün) zikrini duyu*yorum" diyerek halini anlattı. Şöyle ilave etti: "Önümde yürüyen köpekten bile o zikri duydum" dedi. Talebesinin olgunluğa erdiğini gören Seyyid Sıbgatüllah Arvâsî Hazretle*ri ona Ispahrat nahiyesinde kadılık yapmasını emretti. Efendisinin emri üzerine iki yıl süre ile aynı yerde kadılık yaptı. İki yıl sonra dayanamayıp tekrar Efen*disi Sıbgatüllah Arvâsî Hazretleri'nin hizmetine döndü. Dokuz yıl daha hiz*mete devam etti. Bundan sonra Seyyid Sıbgatüllah Arvâsî Hazretleri kendisine hilafet verdi. Her yerde tasavvufu yaymasına izin verildi. Abdurrahman Tâğî Hazretleri efendisinden izin alarak önce talebelerin*den Şeyh Fethullah Verkânisî'nin dedesi Şeyh Muhammed'in Verkanis köyün*deki türbesini ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında kendisine "Şeyda" adıyla anıl*ması işaret edildi. Bundan sonra "Şeyda" adıyla meşhur oldu. Bir ara hac hizmetini yerine getirdi. Medine'de İmam-ı Rabbani Hazretleri'nin torunlarından Şeyh Muhammed Mazhar Efendi ile buluşup sohbette bulundu. Hac dönüşün*de, Seyyid Sıbgatüllah Arvâsî Hazretleri'nin emriyle Bitlis iline bağlı Nurşin nahiyesine yerleşerek irşad görevine devam etti. Efendisinin vefatıyla onun gö*revini de üstlenerek daha geniş çevrelere irfan yaymaya devam etti. Zikirle ilgili olarak sorulan bir soruya şöyle karşılık verdi: "Bu Halidiyye büyükleri sesli zikir yapmazlar. Talebe kıbleye karşı edeple oturmalıdır. Hazır bir kalp ile zikirde bulunmalıdır. Çünkü zikir sırasında kalbin hazır bulunması muhakkak lazımdır. Zikirden maksat tevhid olup, Yüce Allah'ın birliğini hatırlamak, dile getirmektir. Hatta tespih tanelerini bir eksik mi, fazla mı çektim diye takılmamak gerekir. Çünkü tespihleri söylemekten maksat haldir. Bir eksik veya fazla olmuş ne çıkar!" Abdurrahman Tâğî Hazretleri bir sohbetinde, sohbetin fazileti ile ilgili olarak şöyle buyurdular: “Yolumuz sohbet yoludur. İnsanlara hayret ediyorum, niçin sohbet istemezler, niçin sohbet meclisine katılmazlar, niçin Allah adamlarının yanında bulunmazlar? Hâlbuki sohbet ehlinin ev sahibi Allahü Teala, teşrifatçısı Hazreti Ali, sakisi (yani su dağıtıcısı) Hızır Aleyhisselamdır. Şayet sohbet et*mek için yedi kişi bir araya gelse, yüksek makamlara erişirler ki, aralarında bir Allah dostunun da varlığı umulur. Cehri (açıktan) Kur'an okumak ve sohbet, evlerden zulmeti giderir. Onun için sohbet olunan evin sahibi bildiği sureleri açık olarak okusun. Sohbet peşinde koşmayı severim. Nerede sohbet ehli varsa oraya gitmek isterim. Mümkün mertebe hiçbir dervişin sohbetini kaçırmak istemem.” Abdurrahman Tâğî Hazretleri, vefat etmeden önceki gecenin seher vak*tinde, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) açıkça kendisine görünerek bal yemeyi ve şerbet içmeyi emrettiğini söyledi. Kendisinden sonraya Şeyh Fethüllah Verkânisî'yi halife bıraktı. Oğlu Muhammed Ziyâeddin'in yetiştirilmesini de ona emanet etti. 1304 (m.1886) yılı yirmi Aralık Perşembe günü Nurşin'de vefat etti. Kabri Nurşin'dedir.
Yüce Allah sırrını mukaddes kılsın.
On dokuzuncu yüzyılın büyük velilerdendir. Adı Abdurrahman olup, Tâğî, Tâhî Nurşinî nisbeleri ile meşhurdur. Babası, Molla Mahmud Efendi, an*nesi Seyyid Molla Muhammed Efendi'nin kızı Meyâsin Hanım'dır. 1247 (m. 1831) yılında Şirvan'da doğdu. 1304 (m.1886) yılında Bitlis iline bağlı Güroymak (Nurşin) ilçesinde vefat etti. Kabri, Nurşin'de bulun*maktadır. Asil ve temiz bir aileden gelen Abdurrahman Tâğî'nin bulunduğu ev, halk arasında "Sûfi evi" olarak şöhret bulmuştur. Küçük yaşta tavrı ve hare*ketleri ile dikkati çeken Abdurrahman hakkında anne ve babası: "Yüce Allah'ın bize lütfettiği bu çocuk başka çocuklara benzemiyor. Bu çocuğun, maddî bakımdan ziyade manevî bakımdan yetişmesine ihtimam gös*termeliyiz.'' diyerek tahsil ve terbiyesine itina gösterdiler. O zaman hayatta olan dedesi de aynı arzuyu duymaktaydı. Torununun kendisinden sonraki ilim boşluğunu doldurmasını şiddetle istiyordu. Abdurrahman Tâğî Hazretleri, çocukluğu ile ilgili olarak şöyle anlatır: "Annemin güzel terbiyesi yüzünden ruhlar âlemiyle ilişkim kesilmezdi. Allah'tan gafil olmazdım. Çocukların arasında kendimi devamlı kusurlu görür*düm." On yaşında iken Abdurrahman Tâğî'nin annesi vefat etti. Bundan sonra onu babası çeşitli ilim adamlarının tahsil ve terbiyelerinden geçirdi. Tahsil dev*resini sevdiklerinden birisine şöyle anlatır: "Bana yol gösteren bir mürşid-i kâmil, yol gösterici rehbere bağlı oldu*ğum bir tarikat olmadığı halde Yüce Allah beni günahlardan koruyordu. Bir gece kötü bir yere gitmeye niyet ettim. Giderken çamurlu bir yerde ayağım kaydı ve yere düştüm. Eve dönüp elbisemi yıkamaya başladım. Temizliğinde sabahleyin ancak bitirebildim." Kendisine bulunduğu nahiyenin müdürlüğü, kadılığı ve müderrisliği ve*rildiği halde o bunların hiçbirisine iltifat etmedi. Çünkü o kendisini tasavvufta yükseltecek bir manevî rehber arıyordu. Önce Hacı Emin Şirvanî Hazretleri'ne başvurarak Rufaîlik tarikatına girdi. Sonra Şeyh Hamza Telvî Hazretleri'ne in*tisap yeniledi. Bir müddet sonra Kadiriye şeyhlerinden Şeyh Abdülbârî Çarçâhî Hazretleri'ne talebe oldu. Hocası ona bir günde yetmiş bin kere "La i-lâhe illellâh" demeyi emretti. Bu tavsiyeye uyan Abdurrahman Tâğî nice ma*nevî hallere kavuştu. Bu sırada büyük velilerden Seyyid Sıbgatüllah Arvâsî Hazretleri Külât köyünde oturuyordu. Onun talebelerinden Süleyman Erbûsî arasıra Külât kö*yüne gelip gidiyordu. Bir defasında Külât köyünden döndüğünde, Abdurrahman Tâğî Hazretleri alaylı bir şekilde: "Külât'taki sûfiler nasıldırlar? Ne yapıyorlar?" diye sordu. Süleyman Erbûsî, Abdurrahman Tâğî'ye: "Eğer filan dereyi geçsen öyle demezdin" diye cevap verdi. Süleyman Erbûsî'nin bu sözü Abdurrahman Tâğî üzerinde büyük tesir bıraktı. Birlikte Seyyid Sıbgatüllah Arvâsî Hazretleri'ne gitmeye karar verdiler ve yolda: "Eğer filan dereyi geçsen öyle demezdin" diye bahsettiği yere geldiler. Abdurrahman Tâğî Hazretleri o dereyi geçerken kalbinde acayip bir hal duydu. Sonunda Külât köyüne ulaştılar. Kendisini cennet bahçelerinden bir bahçede gibi hissetmeye başladı. Seyyid Sıbgatüliah Arvâsî Hazretleri onu ta*lebeliğe kabul ederek himaye ve tasarrufu altına aldı ve kısa bir müddet içeri*sinde tasavvufun en yüce mertebelerine eriştirdi. Bir sabah namazından sonra hocasının huzuruna çıkarak: "Efendim! Ben her şeyde Lafza-i Celâl'in (Allah sözünün) zikrini duyu*yorum" diyerek halini anlattı. Şöyle ilave etti: "Önümde yürüyen köpekten bile o zikri duydum" dedi. Talebesinin olgunluğa erdiğini gören Seyyid Sıbgatüllah Arvâsî Hazretle*ri ona Ispahrat nahiyesinde kadılık yapmasını emretti. Efendisinin emri üzerine iki yıl süre ile aynı yerde kadılık yaptı. İki yıl sonra dayanamayıp tekrar Efen*disi Sıbgatüllah Arvâsî Hazretleri'nin hizmetine döndü. Dokuz yıl daha hiz*mete devam etti. Bundan sonra Seyyid Sıbgatüllah Arvâsî Hazretleri kendisine hilafet verdi. Her yerde tasavvufu yaymasına izin verildi. Abdurrahman Tâğî Hazretleri efendisinden izin alarak önce talebelerin*den Şeyh Fethullah Verkânisî'nin dedesi Şeyh Muhammed'in Verkanis köyün*deki türbesini ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında kendisine "Şeyda" adıyla anıl*ması işaret edildi. Bundan sonra "Şeyda" adıyla meşhur oldu. Bir ara hac hizmetini yerine getirdi. Medine'de İmam-ı Rabbani Hazretleri'nin torunlarından Şeyh Muhammed Mazhar Efendi ile buluşup sohbette bulundu. Hac dönüşün*de, Seyyid Sıbgatüllah Arvâsî Hazretleri'nin emriyle Bitlis iline bağlı Nurşin nahiyesine yerleşerek irşad görevine devam etti. Efendisinin vefatıyla onun gö*revini de üstlenerek daha geniş çevrelere irfan yaymaya devam etti. Zikirle ilgili olarak sorulan bir soruya şöyle karşılık verdi: "Bu Halidiyye büyükleri sesli zikir yapmazlar. Talebe kıbleye karşı edeple oturmalıdır. Hazır bir kalp ile zikirde bulunmalıdır. Çünkü zikir sırasında kalbin hazır bulunması muhakkak lazımdır. Zikirden maksat tevhid olup, Yüce Allah'ın birliğini hatırlamak, dile getirmektir. Hatta tespih tanelerini bir eksik mi, fazla mı çektim diye takılmamak gerekir. Çünkü tespihleri söylemekten maksat haldir. Bir eksik veya fazla olmuş ne çıkar!" Abdurrahman Tâğî Hazretleri bir sohbetinde, sohbetin fazileti ile ilgili olarak şöyle buyurdular: “Yolumuz sohbet yoludur. İnsanlara hayret ediyorum, niçin sohbet istemezler, niçin sohbet meclisine katılmazlar, niçin Allah adamlarının yanında bulunmazlar? Hâlbuki sohbet ehlinin ev sahibi Allahü Teala, teşrifatçısı Hazreti Ali, sakisi (yani su dağıtıcısı) Hızır Aleyhisselamdır. Şayet sohbet et*mek için yedi kişi bir araya gelse, yüksek makamlara erişirler ki, aralarında bir Allah dostunun da varlığı umulur. Cehri (açıktan) Kur'an okumak ve sohbet, evlerden zulmeti giderir. Onun için sohbet olunan evin sahibi bildiği sureleri açık olarak okusun. Sohbet peşinde koşmayı severim. Nerede sohbet ehli varsa oraya gitmek isterim. Mümkün mertebe hiçbir dervişin sohbetini kaçırmak istemem.” Abdurrahman Tâğî Hazretleri, vefat etmeden önceki gecenin seher vak*tinde, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) açıkça kendisine görünerek bal yemeyi ve şerbet içmeyi emrettiğini söyledi. Kendisinden sonraya Şeyh Fethüllah Verkânisî'yi halife bıraktı. Oğlu Muhammed Ziyâeddin'in yetiştirilmesini de ona emanet etti. 1304 (m.1886) yılı yirmi Aralık Perşembe günü Nurşin'de vefat etti. Kabri Nurşin'dedir.
Yüce Allah sırrını mukaddes kılsın.