ÖZGÜRSEVDA...
Yüksek kayaların ardında kızılca aydınlık görünüyordu.
Yolun başına geldi genç adam Derin bir nefes aldı ve Başaracağım! dedi.
Yolu kısa ama zorluydu; biliyordu Bu kez! dedi içinden; Bu kez başaracağım! Belli ki; daha önceleri bu yolculuğa birçok kez niyetlenmişti. Sırtındaki çantayı sert bir omuz hareketiyle yeniden yerleştirdi. Elindeki asa yardımıyla yola koyuldu.
Yol, geçit vermez gibi görünen bir ormanın içerisinden geçiyordu. Sık ağaçlardan ve gecenin karanlığında daha bir gizeme bürünen heybetli bir ormandan
Yürüdü genç adam
Başlangıçta her şey iyiydi; ancak orman gittikçe derinleşiyor ve daha bir geçit vermez oluyordu. Genç adam kentlerde büyüdüğü için, bu tür bir ortamda bir başına kalmış olması yolculuğunu daha bir zorlu hale getiriyordu ama bu yolculuğun dönüşü de yoktu.
Uzaklardan vahşi hayvan sesleri gelmeye başladığında, bir an içinin irkildiğini hissetti. Gece karanlığında yavaşça yol almaya çalışırken, ormanın derinliklerinde biraz ürkek, biraz telaşlı ama çokça kararlı bir şekilde ilerliyordu. Durdu birden; sırtından indirdiği çantasından el fenerini çıkardı. Bir iki kez yakıp söndürdü, sol eline aldı ve yolculuğuna devam etti. İyi ki bu feneri yanına almıştı. Sevindi içinden
Henüz beş altı yaşlarındayken dedesinin dediklerini anımsadı: Bir gece yarısı ıssız bir yerde kalırsan, elinde mutlaka bir ışık ile bir iki parça taş bulundur!
Elindeki fenerin ışık için yeteceğini düşündü ama birkaç parça taş da olsa fena olmazdı yani Fenerle yolun kenarında gezinmeye başladı. Bir iki parça taş gördü yerde. Elindeki asayla taşları hafifçe ileriye doğru yuvarladı ve başkaca bir tehlike olmadığını anlayınca taşları eline aldı.
Yolculuk sürmeliydi genç adam için Ha! Bir de kendi gürültüsünü duyurabilmeliydi ormanın diğer sakinlerine Türkü söylemeye başladı. Bilmediği türküler bile söylenmek için sıraya girmişti genç adamın dudaklarında Vahşi hayvan sesleri daha da çoğalmış ve sanki daha da yaklaşmış gibi geldi. Türküleri daha bir yüksek sesle söylemeye başladı. Ormanın derinliklerinde sanki bir gövde gösterisi sürüyordu. Birden sustu genç adam; elindeki taşları bıraktı, fenerle çevresine bir kez göz geçirdi ve daha irice bir iki taş buldu. Onlarla değiştirdi. Daha büyük taşlarla daha güvende olacağını düşünüyordu çünkü. Kim bilir belki de içinden bir ses, daha büyük taşlara sahip olması gerektiğini fısıldıyordu kulaklarına Fenerin ışığının gittikçe zayıfladığını hissetti. Başını gökyüzüne çevirdi Gökyüzünde hiç yıldız görünmüyordu ama kızılca aydınlık belli belirsiz ufku yalıyordu. Kızılca aydınlığın henüz yetmeyeceğini düşündü. Yolun daha başında sayılırdı çünkü. Çantasının içine elini soktu ve dibini iyice karıştırdı. Yedek pili arıyordu el yordamıyla. Bir yandan da ormanın derinliklerinden gelecek sesleri ve sessiz tehlikeleri dinlemeye çalışıyordu.
Tanımadığı sesler ile doluydu orman; asa ile taşlara daha sıkı sarılma ihtiyacı hissetti, ayağa kalktı ve yavaş adımlarla yolculuğuna devam etti. İyi ki sırt çantasını yanına almıştı. Çünkü ihtiyacı olan her şeyi çantanın içerisinde bulabiliyordu. Hem çantası arkadan gelecek tehlikelere karşı ilk savunma görevini de görecekti. Bu yüzden genç adamın arkası, önünden daha güvenliydi. İyi ki çantası yanındaydı
Birden olduğu yerde donakaldı genç adam; gecenin karanlığında tanımadığı bir hışırtının hızla kendisine yaklaştığını fark etti. Elindeki taşlara sıkıca sarıldı ve asasını kendine doğru çekti. Olduğu yere çöktü. Tanımadığı hışırtı yaklaştı genç adama ve hızını kesmeden diğer tarafta azalarak yok olup gitti. Derin bir nefes aldı ve Gece kuşuymuş! diyebildi içinden.
Yeniden bir türkü tutturdu ve yüksek kayaların ardındaki kızılca aydınlığa hızlı adımlarla yürümeye devam etti.
Yol bazen yokuş, bazen keskin bir dönemeç ve bazen de kısa düzlüklerle sürüyordu. Ama asıl sorun, yolun yol olmaktan çıkmaya başlamasıydı. Gittikçe daralan yol, sık çalıların çevrelediği daracık bir patikaya dönüşmeye başlamıştı. Artık ormanın tam ortasındaydı. Tehlikelerin tam ortasında bir başına yapayalnız Ah bir de korkmasa!
Vahşi bir hayvanın sesi oldukça yakınında yankılandı genç adamın Telaşlandı; ürktü ve bu sesi ardında bırakmak için aceleyle karanlığın içine doğru daldı. Telaştan olacak; önünü çok da fazla kontrol etmeden ilerlemeye çalışırken birden ayağı takıldı genç adamın ve hızlıca diz üstü yere düştü.
Telaşı artık paniğe dönüşmüştü. Şimdi bir de canı yanmaya başlamıştı. Ellerindeki asası, taşlar ve en önemlisi feneri de yerlerdeydi genç adamın El yordamıyla düşürdüklerini aradı. Önce feneri buldu genç adam Bir iki salladı ve yeniden yaktı. Sevindi birden; İyi! Bir şey olmamış! dedi içinden Fener yardımıyla asasını da buldu. Sevinci katlanmıştı genç adamın Hiç olmazsa dedi içinden; Hiç olmazsa bir iki parça da taş bulmalıyım! Aceleyle taşlar topladı yerden. Daha öncekilerden daha küçük taşlardı bunlar ama yine de işe yarardı.
Vahşi hayvanın sesi hâlâ yakınlarındaydı genç adamın Dinledi önce ve sesin geldiği yere doğru elindeki taşlardan birini fırlattı. İşe yaramıştı sanki. Çünkü ses kesildi birden ve yolculuğuna daha bir güvenle devam etti.
Dizinde bir ılıklık hissetti. Elini dizine koydu ve dizinin kanadığını fark etti. Çantasını indirdi ve içinden yine el yordamıyla yara bandını aradı; buldu Ve yapıştırdı
Yolculuğunun şimdiye kadarki en zorlu bölümünü yaşadığını düşündü. Korkularının ve telaşının doruğunda geçen birkaç saniye, genç adam için bitmez gibi gelmişti çünkü.
Sık patikayı çevreleyen ağaçların arasından kızılca aydınlığı seçebiliyordu artık. Yolun sonlarına yaklaştığını anladı. Hızlandı Bir an önce yolun bitmesini istiyordu artık. Yine yüksek sesle türkü söylemeye başladı. Artık kendi varlığını duyurmak değil, sevinçten söylüyordu türküleri. Neşeli türküler seçiyordu özene bezene.
Nihayet orman bitti ve geniş bir düzlük karşıladı genç adamı. Düzlüğün bitiminde ise yüksek kayalar ve ardında kızılca aydınlık Düzlüğe göz gezdirdi ve hiçbir tehlikenin olmadığını anlayınca ormana doğru döndü ve yüksek sesle haykırdı: Başardım baba, başardım! Sesinin yankısını dinledi. Keşke babası gerçekten duyabilseydi genç adamı. Yolculuk kararını duyduğunda; Başaramazsın! demişti babası umut kırıcı bir şekilde. Oysa başarmıştı işte. Bir asa, bir fener, bir sırt çantası ve birkaç parça taşla üstelik Başarmıştı
Belli belirsiz eğimi olan düzlüğü bir çırpıda geçti ve kayaların dibine geldi. Feneri sol eliyle sıktı, elinde kalan taşları savurdu uzaklara ve asası yardımıyla kayalara tırmanmaya başladı. Bir adım, bir adım daha Bir adım, bir adım daha Ha bitti ha bitecek! Son bir gayret
Birden durdu yüksek kayaların orta yerinde genç adam. Buraya nasıl gelmişti? Bu yolculuğu niçin yapmıştı, hedefindeki kızılca aydınlık neyin nesiydi? Ne ile karşılaşacak, sonuçta ne olacaktı? Bilemiyordu Şimdi soruların ve yanıt aramanın zamanı değil! diye düşündü; artık son bir hamle ile zirveye ulaşmalıydı. Yerinden kalktı ve tırmanmaya kaldığı yerden devam etti. Artık merak ettiği şu aydınlığın kaynağını görebilecekti.
Kayanın başına geldiğinde, göz alabildiğince bir düzlük ile yeniden karşılaştı genç adam. Düzlüğün orta yerinde de büyükçe bir ateş yanıyordu. İşte! dedi içinden; Kızılca aydınlık bu ateşinmiş!
Yaklaşmaya başladı ateşe. Yalımların tatlı tatlı yüzünü yaladığını hissetti. Şimdiye kadar hiç tatmadığı hoş bir duyguydu bu. Biraz daha yaklaştı ateşe. Aslında yakması gereken bu yalım, yaklaştıkça hoşluk ve huzur veriyordu genç adama
Ateşe yeterince yaklaştığını düşündü ve olduğu yerde oturdu. Sırt çantasını yanına koydu, asasını ve feneri yere bıraktı ve ateşi seyretmeye koyuldu.
Bir ses duydu birden; Geldin mi?
Ürktü; sesin geldiği yöne çevirdi bakışlarını Ateşin yalımları arasında genç bir kızın siluetini gördü. Ayağa kalktı ve olduğu yerde donakaldı. Genç kız yaklaştı genç adama Genç kız yaklaştıkça genç adam şaşkınlığa uğradı. Çünkü kendisine doğru gelen genç kızın çırılçıplak olduğunu fark etti. Sadece omzunun iki yanından bıraktığı saçları memelerini örtüyordu genç kızın o kadar
Hoş geldin! dedi genç kız. Başını ürkerek salladı genç adam. Genç kızın sesinde bir huzur vardı; insanın içini boşaltan ve güven veren bir huzur. Rahatladı
Hoş geldin Özgür! Şaşkınlığı bir kat daha arttı ve Hoş bulduk! diyebildi usulca Adı Özgürdü genç adamın.
Nasıl geçti yolculuğun?
Bu soruyu duyduğunda birden kendine geldi ve biraz da dalgın bir şekilde; Zor oldu ama işte buradayım dedi. Bir an ormanda yaşadığı zorluklar gözünün önünden geçiverdi. Oldukça zor bir yolculuktu bu.
Genç kız, Özgürün yorgun gözlerle kendisine baktığını fark etti: Merak etme! dedi; Bu yolculuğu, herkes bir şekilde yaptı ya da yapmaya çalıştı. Birçoğu da, ya yolun başında vazgeçti ya da geri döndü.
Beklemediği bir sözle karşılaşmıştı Özgür. Yeryüzünde yaşamış ya da yaşayan pek çok kişi bu yolculuğu yapmaya niyetlenmişti ha? Şaşırdı. Neyin yolculuğuna çıkmıştı tüm insanlar? Neyi arıyorlardı? Bulduklarında ne olacaktı? Bu ateş neyin nesiydi? Bu kız kimdi? Sorular gittikçe çoğalıyor, yanıtları ise bir türlü bulamıyordu.
Özgürün şaşkınlığına aldırmadan; Sen başaranlardansın unutma! dedi genç kız; Sevinmelisin; bak buradasın!
Özgür içini kemiren merakla; Peki sen kimsin, neden çıplaksın!dedi.
Genç kız Özgüre yaklaştı ve gülümsedi; Benim adım Sevda! Çıplaklığıma gelince: Sence en güzel sevdalar en yalın, en içten, en samimi yaşananlar değil mi?
Yeniden sordu Özgür: Peki bu ateş? Yüksek kayaların ardında gizlenen bu ateş neydi peki?
Sana yol göstermeyen ama seni sürekli kendisine çeken kızılca aydınlığın ait olduğu ateş Bu ateş mutluluk ateşi dedi Sevda ve devam etti: Yaşamın anlamını sorgulayanlar, en saf sevdalarını bulabildiklerinde ancak, gerçek mutluluğu yakalayabiliyorlar. Yani yaşamın anlamı, gerçek mutlulukta gizlidir onlar için. Mutluluğun sırrı da, temize çekilmiş sevdalardadır.
Usulca başını salladı Özgür. Sevdanın ağzından dökülen sözcükleri tek tek sorguluyor ve hak veriyordu Sevdaya.
Şimdi anladım yolculukta yaşadığım sıkıntıları dedi Özgür. Mutluluk, ancak büyük sıkıntılarla geçilen yolların sonunda buluşur insanla. Sıkıntıların olmadığı mutluluk, ne denli mutlu edebilir insanları, ya da sıkıntı çekilmeden yaşanan mutlulukların ne kadar değeri olabilir o insan için. Ya da insanlar mutluluğun kendince doğru tanımını yapabilir mi zorluklarla mücadele etmeden? Sorular, sorular, sorular Özgür kendi içinde pek çok soru soruyor, kendince yanıtlamaya çalışıyordu.
Sevda yeniden söze başladı: Hiç düşündün mü bu yolculuğu nasıl başarabildiğini?
Özgür şaşırdı: Dedim ya zor oldu diye!
Yok! dedi Sevda; Eğer seninle birlikte buraya kadar gelen eşyaların olmasa bu yolculuğu bitirebilir miydin?
Yere bıraktığı asaya, fenere, sırt çantasına baktı Özgür; Bilemiyorum! dedi.
Sevda derin bir nefes aldı, verdi. Belli ki Özgür hiçbir şeyin farkında değildi. Yaşamın anlamını sorgulayan, mutluluğun sırrını arayan bir insan, bu yolculukta yanında bulundurduklarını bilmeli değil mi?
Nasıl yani? diyerek söze girmeye çalıştı Özgür.
Devam etti Sevda: Örneğin bazı zamanlar tüm gücüyle, bazı zamanlar cılız yanan; bazı zamanlarda da sönen şu feneri yanına almamış olsaydın bu yolculuk bitebilir miydi sence?
Düşündü Özgür; önünü gösteren, yolunu aydınlatan, sönmesine bile tahammül gösteremediği bu fener olmasa gerçekten burada olamazdı. Hatta fenerin ışığı çoğu zaman kendisini peşinden sürüklemişti. Bitmezdi! dedi. Artık sesinde yavaş yavaş güven hissediliyordu.
Umut diyelim mi fenere dedi Sevda; Hani bazen azalan, bazen tükenen, bazen de doruğa çıkan Umut! Ama yokluğuna hiçbir zaman tahammül edemediğimiz umut!
Özgür düşündü yeniden. Evet, umudu yol göstermişti kendisine. Hiç insan umutsuz yaşayabilir mi ömrünce? Ya da umudunu yitirmiş insanlar bu yolculuğa çıkmaya cesaret bile edemezlerdi değil mi? Doğru dedi Özgür; Umut diyelim!
Bakışlarını asaya çevirdi Sevda. Özgür bu bakışları yakaladı. Sevdanın konuşmasına fırsat vermeden asayı eline aldı; Ben kendimi bildim bileli bu asa benimle birlikte. dedi. İlk elime aldığımda taze bir fidan dalıydı. Şimdi benim en büyük dayanağım, yardımcım ve hatta en büyük silahım. Bazı zamanlar üzerine istediğim motifleri işledim asama. Her seferinde daha da güzelleşti. Bir dal parçası olmaktan gittikçe kurtuldu ve vazgeçemediğim, övündüğüm bir parçam oldu.
Bilgi! dedi Sevda. İlk başlarda ham, işlenmemiş bilgilerini, zaman geçtikçe olgunlaştırdın ve güzelleştirdin. Ölünceye kadar da asana aynı şekilde davranacaksın. Yolculuk boyunca fark ettin mi bilmem ama en çok ondan destek aldın. Ya yeterince işlenmemiş, yeteri olgunluğa erişmemiş olsaydı asan?
Haklıydı Sevda! Yeri geldi çalıların arasına soktu asasını, yeri geldi taşları kurcaladı asasıyla. Bilinmezle mücadelede bilgi en büyük silah değil miydi yeryüzünde? Asa bilgiymiş demek. Evet, evet bilgiymiş asa
Peki ya sırt çantası? diye bağırdı Özgür Öyle ya! Madem her şeyin bir anlamı var; sırt çantası ne anlama geliyor bu yolculukta?
Önce buraya çıkar çıkmaz savurduğun taşları konuşalım isterdim. dedi Sevda
Taş mı? Sıradan taş parçaları işte. Bir vahşi hayvanla karşılaşırsam atarım diye yanımda taşıdım ta buraya kadar
Sadece taş parçası ha? Kahkahalarla gülüyordu Sevda; Sadece taş parçası demek
Sevdanın kahkahalarına alındı Özgür. İçinin burkulduğunu hissetti; Hadi söyle bakalım taş benim neyim?
Gerektiğinde kullanmak üzere hazırladığın maddi birikimlerin desem
Özgürün gözleri fal taşı gibi açıldı birden. Doğru söylüyordu Sevda. İnsanlar niçin birikim sahibi olmak ister? Elbette gerektiğinde kullanmak için. Kimi zaman büyük, kimi zaman küçük birikimler Ama mutlaka olması gerekenler Düştüğünü hatırladı birden. Tüm taşlar elinden düşmüştü. Evet! İnsanlar tüm birikimlerini bir anda yitirmiyorlar mı ömürlerinin herhangi bir yerinde? Ama her ne olursa olsun; mutlaka yerine yeni birikimler konmaya çalışılıyordu. Hatta birikimin büyüklüğüne bile bakılmadan. Vahşi hayvanların sesini duyduğunda kendisinin en büyük garantisi elindeki taşlar değil miydi Özgürün? Öyleyse vahşi hayvanlar da bilinmeyen tehlikeler olmalıydı. Sevdaya baktı.
Sevda başını salladı: Doğru düşünüyorsun; vahşi hayvanlar, insanların her zaman karşılaşabileceği tehlikeler gibiydi bu yolculuğunda. Tehlike ne kadar yakınsa o kadar büyük taş atabileceğini de unutma!
Zihninde gelgitler yaşıyordu Özgür. Ama ne zaman vahşi hayvan çığlığı duysam bağıra çağıra türkü söylüyordum. Yetmiyordu demek
Senden başka kim duydu söylediğin türküleri? diye sordu Sevda!
En azından vahşi hayvanlara varlığını anlatabilmişti Özgür ama kendinden başka kimse duymamıştı sesini. Hatta vahşi hayvanlar bile umursamamıştı kendisini.
Peki, türkü söylemesinin de bir anlamı var mıydı Sevda için?
Var! dedi Sevda. Söylediğin türküler senin sessiz isyanlarındır. Sadece kendi içinde yaşadığın, seni geçici bir süre rahatlatan ama korkularınla asla baş edemeyen sessiz isyanların. Düşünsene! Ne kadar şiddetli yaşasan da sessiz isyanlarını; korkuların yine de bir yerlerden yok olmadıklarını hatırlattı hep sana
İnsanlar da hep kendi içlerinde yaşadıkları isyanlarının çözüm olmadığını anladıklarında, mutsuzluğa düşmüyorlar mıydı yaşamları boyu? Ne kadar da kötü bir durum
Sırt çantama geldi mi sıra?
Bir de seni korkutan gece kuşunu konuşalım istersen. Ne dersin?
Bunu düşünmeyeceğim dedi Özgür. Biliyorum mutlaka bir anlamı var senin için. Ama ben bunu düşünmeyeceğim. Sen söyle.
Ellerini bir tarak gibi kullanarak saçlarını nazlı nazlı tarıyordu Sevda. Acıyan gözlerle Özgüre baktı: Tabi düşünmeyeceksin! Çünkü o senin için sadece hızla geçip giden bir gece kuşu! Peki, o senin gece kuşu dediğin ya Anka kuşu ise? Görebildin mi?
Elbette görememişti Özgür. Sadece tahmin etti. Bir gece yarısı, bir ormanın içinde gece kuşundan başka ne uçabilir ki? Hem Anka kuşunu hiç görmemişti ki, görse bile tanımazdı. Sordu: Anlamını söyleyecek misin?
Hiç bu yaşına kadar büyük bir fırsat yakaladın mı ya da kaçırdın mı?
Fırsat! dedi Özgür. Gece kuşu Fırsatı temsil ediyordu Sevdanın literatüründe. Yaşamı boyunca kim bilir kaç kez fırsat çıkmıştı karşısına? Hem de fırsat olduğunu bile bilmeden. Ama Sevda fırsatı değil büyük fırsatı ima ediyordu Özgüre. Soran gözlerle Sevdaya baktı: Düşünmeyeceğimi söylemiştim!
Anladı Sevda: İnsanlar niye böyle? dedi birden; Ömürleri boyunca karşılarına ender olarak büyük fırsatlar çıkar; yakalayamadıkları zaman sıradanlaştırırlar o fırsatları
Nasıl yani? diye araya girdi Özgür.
Yakalayamadığın ya da fark etmediğin için gece kuşu dedin sen ona. Küçümsedin. Oysa yakalayabilseydin o gece kuşunu; küçücük bir serçe yavrusu bile olsa, Anka kuşu gibi davranırdın. Bunu sen de biliyorsun. Ucuz kurtuluş şekli
Tamam! dedi Özgür; Haklısın. Tüm insanlar öyle. Ben de öyleyim. Hatta korktum gece kuşundan. Çömeldim olduğum yere. Senin bahsettiğin o fırsatla karşı karşıya gelmek istemedim. Aksi olsaydı belki de burada olmazdım. Rahatlamıştı Özgür. Kendince oluşturduğu savunma mantıklı gibiydi.
Yine kahkahalara boğuldu Sevda. Özgür her ne kadar bu yolculuğu bitirebilmiş de olsa anlayamadığı çok şeyler vardı. Elindeki asayı da kendine yaklaştırdın hatırlıyor musun? Asa bilgi değil miydi? Yani bilgiyi kullanarak fırsatların üzerine gidebilsen onları yakalama şansın olmaz mıydı? Ha! Bu arada o gece kuşu dediğin de Anka kuşuydu. Tüm sıkıntıları ve yorgunlukları yaşamadan buraya kadar gelebileceğini düşün. Bir de düşünmeyeceğini yineliyorsun sürekli. Sanki pişmanlıktan korkar gibi. Ne dersin?
Yapma Sevda! dedi içinden; Yeter artık! Yeter çektirdiklerin. Boğulmuştu Özgür. Bu güne kadarki yaşamında hiç bu kadar sorgulamamıştı yaşamı. Duygu yoğunluğunda boğulmuştu.
Artık tek kelime etmeden sırt çantasına baktı Özgür. Tavrından sıranın ona gelmesini istiyordu. Çünkü yolculuğunun gizli kahramanı kendince o çantaydı.
Oyunun sonuna geldiğini Sevda biliyordu. Ama tek isteği, Özgürün sorgulaması ve kendi doğrularına ulaşabilmesini sağlamaktı. Çünkü insanlar kendi yarattığı doğrularının peşinde ölene kadar koşmazlar mıydı? Anladı. Özgür henüz hazır değildi kendi doğrularını yakalamaya. Söze başladı yeniden: Aradığın her şeyi çantanda bulabiliyordun değil mi? Fenerinin pili bittiğinde yedek pili çantanın içerisinden çıkardın, dizine yapıştırdığın yara bandını da Ve hatta gerekir diye içine özenle yerleştirdiğin birçok şey de çantanda hâlâ duruyor. Bir de yolculuğun sırasında en güvenli yerin sırtın değil miydi? Ardın sağlamdı yani.
Evet? dedi Özgür. Yolculuğunun olmazsa olmazlarındandı sırt çantası. Yolculuk kararı aldığında, günler öncesinden başlamıştı çantanın içinde olması gerekenleri belirlemeye. İlk önce çanta hazırlanmış ve her seferinde eksik olup olmadığı kontrol edilmişti. Hatta Özgür sürekli olarak daha ne olabilir diye sürekli sorgulamıştı çantanın içindekileri. Gerçi çanta boş bile olsa, en azından ardını güvene aldığı için, çanta bu yolculukta yanında olmalıydı. Bu yüzden çanta sahibi olmak mutluluk veriyordu Özgüre.
Sevda söze girdi yeniden: Ne koyduysan onu buldun çantanın içinde. Ama gereken her şeyin seninle birlikte, senin her an yanında olmasını sağlayan çanta. Tıpkı gizli bir güç gibi! Ne diyelim çantaya?
Şaşırdı Özgür; Bilemiyorum!
İşte bu tavrını sevdim! dedi Sevda. Bilememen ilk kez keyif verdi bana. O çantayı bir dost, ama gerçek bir dost olarak düşün bir de Dostluğa ne verirsen karşılığını mutlaka alırsın. Düşünsene; gerçek bir dostun var ve ihtiyacın olduğu her an yanında yer alan bir dostun. Hatta gerçek bir dostun olduğunu hissettiğin anda ardını kontrol etmeyi bile düşünmedin yolculuk boyunca.
Bilememem neden keyif verdi peki? Bu sorunun yanıtını aramaya başlamıştı Özgür.
Gerçek dostlukların, karşılık beklemeden yaşanan ilişkilerden doğduğunu anlamış olmalısın. Eğer bir ilişkide karşılık beklenmezse, sağlam temellere oturan ve asla yıkılamayacak büyüklüğe ulaşan dostluklar oluşur ve bu dostluklara her türlü katkı da içgüdüsel bir hâl alır. Bu yüzden bilememen büyük bir keyifti. diye yanıtladı Sevda.
Özgürün bedeni orada, aklı Sevdanın anlattıklarındaydı. Bir asa, bir sırt çantası, bir fener ve birkaç parça taş ile çıkılan bu yolculuğun aslında ne kadar büyük bir iş olduğunu düşündü. Oldukça cesaretli bir yolculuk yapmışım bilmeden dedi.
Sevda, Özgürün elini tuttu: Orman bitip de düzlüğe çıkınca bağırdığını ne çabuk unuttun? Sitem vardı sesinde Sevdanın; Başardım baba! diye bağırdığında, aslında farkında olmadan babanın sana yüklediği cesareti dile getiriyordun. Yani kısaca o cesaret olmasaydı sen hiçbir zaman burada olamazdın!
Hep haklı çıkmandan yoruldum! diye bağırdı Özgür. Hem söyle bakalım; aklımdan geçenleri biliyorsun, yolculuk boyunca yaşadıklarımı biliyorsun, hatta bu yolculuğu bitirebileceğimi bile biliyorsun. Sen kimsin?
Gülümsedi Sevda! Bir eliyle Özgürün elini tutarken, diğer eliyle de yanağını okşadı: Ben senin hayalindeki sevdanım. Ömrün boyunca beni arıyorsun. Nereye varacağını bilmediğin bu yolculuğun aslında beni bulmak içindi. Ancak beni gerçekten bulduğunda mutluluğu yakalayacaksın. Ve böylece yaşamına anlam yükleyeceksin. Kısacası sevgilim; ben senin sevdanım
Özgürün gözleri fal taşı gibi açılmıştı ama Sevdanın sevgi dolu okşayışları bedenini gevşetmişti. Yaşamın anlamını artık kendince çözebilmişti. Sürekli ve sonsuz mutluluk peşinde koşmaktı yaşamın anlamı; gerçek mutluluğu yakalayabilmekti. Gerçek mutluluğun anahtarı ise; en masum duygularla yaşanan sevdalarda gizliydi. En masum, en içten, en katışıksız sevdaların içinde
Bakışları ateşe yöneldi. Çünkü ateşin alazı azalmaya başlamıştı.
Sevda, Özgürün gözlerinin içine bakarak, olanca yumuşak ses tonuyla; Ateş azalıyor. Bu ateşin sönmemesi bize bağlı. Gel sevişelim diye fısıldadı
El ele yürüdüler. Ateşe yakın bir yere uzandılar ve sevişmeye başladılar. Onlar sevişti ateş büyüdü, onlar sevişti mutluluk büyüdü.
Gencin adı Özgürdü, kızın adı Sevda;
Gencin adı Özgürdü, kızın adı Sevda
Özgür Sevda
Özgür Sevda
Özgürsevda
Yüksek kayaların ardında kızılca bir aydınlık görünüyordu.
Yolun başına geldi genç kız Derin bir nefes aldı ve Başaracağım! dedi