- Konum
- мєℓєqℓєя şєняιη∂єn
-
- Üyelik Tarihi
- 29 Şub 2012
-
- Mesajlar
- 700
-
- MFC Puanı
- 3
26-ŞUARA:
1-3- Bu sûrenin ismi, mânâsını Allah bilir. , den, , den, , dan diye Muhammed b. Kâ'b'dan bir rivayet de vardır. Şiddet harflerinin en şiddetlisi, kalkale harflerinin en serti, isti'lâ harflerinin en kalını olduğundan, ilk seste bu sûrenin şiddetli bir korkutma ifade ettiğini hissettirir. "Ta"nın Tûr Dağına, "sîn"in Musa'ya, "mîm" in Muhammed'e işaret olduğu da zihne çarpar.
Bunlar, sûrede böyle basit harflerden oluşarak okunacak âyetler, işte o mübin (apaçık) kitabın âyetleridir.
MÜBÎN: "Bâne" mânâsına "ebâne"den "beyyin" gayet açık, parlak demek olduğundan; kitab-ı mübîn, i'cazı açık olan kitap demek olur ki, kastedilen Kur'ân'dır. Hakkı açıklayan demek dahi olabilirse de buraya uygun olan öncekidir.
4-7- Gökten bir âyet, iman etmeye mecbur edecek bir âyet, tepeden inme kesin bir bela. Halbuki Peygamber ve kitap göndermekten ilâhî kasıt zorla değil, hoşnutlukla olgunluğa erdirmektir.
Boyunları, huzu' boyun eğmek mânâsına geldiğinden, buradaki "a'nâk"ın topluluk mânâsına olan "unuk" un çoğulu olması da uygun görülmüştür. Yani bütün topluluklarıyla ona boyun eğerler. Rahmândan zikir; öğüt ve hatırlatma veya Kur'ân'dır. "Biz orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirmişizdir."
KERÎM, her şeyin iyisi, a'lâsı, faydalısı.
ZEVC, burada sınıf, cins nevî.
İNBAT, görünüşte sadece bitkilere has gibi görünürse de hayvanlara ve insana işaret eder. Zira hepsinde artma gücü vardır. Bununla beraber yalnız bitkileri düşünmek de yeterlidir. Yani o yeryüzünde sınıf sınıf her türlüsünden ne kadar güzel ve faydalı bitkiler bitirmişiz ve bitirmekteyiz? Baksalar ya! Gerçekten yeryüzündeki o çeşit çeşit bitkileri güzel bir sınıflandırma ile gözden geçirmeli de bir bakmalı; o ne kadar hoş, ne kadar çeşitli, ne kadar faydalı çiftler? Aynı çevre içinde o türlü renkler, o türlü şekiller, türlü çiçekler ve meyveler türlü özellikleriyle o kadar değişik sınıflar, cinsler, neviler, çeşitler, o güzel çiftler nasıl tertip ve tanzim olunup çıkıyor? Hem ölüp kuruduktan sonra yeniden yeniye kaç kereler bitirilip bitirilip duruyor. Hiç bu mükemmel sanat ,kör bir doğanın kendi kendine gelişmesi olur mu?
8- Şüphesiz ki bunda; bu bitkilerin meydana gelmesinde veya biten her güzel çiftte mutlak bir âyet var. Allah'ın birliğine rahmetinin genişliğine, kudretinin büyüklüğüne, ahiretin varlığına delalet eden, imanı gerektiren bir delil var. Bununla beraber çoğu mümin olmadı (iman etmedi); hatta bitkiler ve hayvanlar dünyası ile meşgul olan ve tasniflerini yapanların birçoğu bile Allah'a iman edecek yerde inkâra gittiler.
9- Ve şüphe yok ki Rabbin, O öyle aziz, öyle Rahîmdir. Aziz, dilediğini yapar. Bu sebepten dilediği anda kâfirlerden intikamını alır, intikamı geciktiriyorsa Rahîm olduğu için geciktiriyordur. Şüphesiz, iman edenleri rahmetiyle sevindirecektir. Şimdi bunu hemen aşağıda yedi kıssa ile açıklayacaktır:
Meâl-i Şerifi
10- Bir vakit de Rabbin, Musa'ya nida edip "Git o zalim kavme" dedi.
11- "Firavun kavmine, hâlâ sakınmayacaklar mı?"
12- (Musa) şöyle seslendi: "Ya Rab! Doğrusu ben korkarım ki beni yalancı sayarlar."
13- "Ve göğsüm daralır, dilim dönmez, onun için Harun'a da elçilik ver."
14- "Hem onların bana isnad ettikleri bir suç var. Ondan dolayı korkarım ki, hemen beni öldürürler."
15- (Allah): "Hayır hayır" buyurdu, "haydi ikiniz âyetlerimizle (mucizelerimizle) gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz. (Onları) işitiyoruz."
16- "Haydin Firavun'a gidin de deyin ki: İnan biz, âlemlerin Rabbinin elçisiyiz.
17- İsrail oğullarını bizimle beraber gönder."
18- "Â, dedi, biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının bir çok yıllarını aramızda geçirmedin mi?"
19- "Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!"
20- Musa, "Ben, dedi, o işi o anda yaptım ki şaşkınlardandım."
21- "Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı."
22- "O başıma kaktığın nimet de (aslında) İsrail oğullarını kendine köle edinmiş olmandır. "
23- Firavun şöyle dedi: "Âlemlerin Rabbi dediğin nedir ki?"
24- Musa cevap olarak: "Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi'dir."
25- (Firavun) etrafında bulunanlara: "İşitmiyor musunuz?" dedi.
26- Musa dedi ki: "O sizin de Rabbiniz, daha önce ki atalarınızın da Rabbidir."
27- (Firavun): "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir" dedi.
28- Musa devamla şöyle söyledi: "Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir."
29- Firavun: "Benden başkasını ilâh tutarsan, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan ederim" dedi.
30- Musa sordu: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?"
31- Firavun: "Haydi getir onu bakayım, doğrulardan isen" dedi.
32- Bunun üzerine Musa asâsını bırakıverdi; apaçık bir ejderha oluverdi.
33- Elini de (koynundan) çekti çıkardı; bakanlara bembeyaz (görünen, nur saçan bir şey) oluverdi.
10-23- Onlara üzerimde bir günah var. Kasas Sûresi'nde (28/15) geleceği üzere kazara kıptiyi öldürmüştü. Zenb (günah) tabiri onların zannettiklerine göredir. Onun için hemen beni öldürüvermelerinden korkarım. Peygamberlik görevini yerine getirmeden önce öldürülmekten korkuyor. Âlemlerin Rabbinin elçisiyiz, denildiği için Firavun; hem o Rabbülâlemin nedir? diyor. edatı ile soru, mahiyeti sormaktır. Mahiyet kelimesi edatına nisbettendir. Yani sorusuna verilecek cevaptır. Demek ki Firavun, bu soru ile Âlemlerin Rabbının mahiyetini sormuş oluyor. Bir şeyin mahiyeti ise benzerleri ile beraber ortak oldukları genel gerçektir. Filanın mahiyeti nedir? denildiği zaman ona ortaklarıyla beraber ne denir? Nevi veya cinsi nedir? denilmiş olur. Halbuki Allah Teâlâ'nın ortağı, örneği, benzeri imkansız olduğundan ona nitelik diye bir şey düşünülemez.
24-26-Onun için Hz. Musa, cevabda uslüb u hakim denilen tarzı seçip yalnız Rabbülâlemin ismini kavram mânâsıyla düşündürmek üzere "âlemin"i tefsir ederek Göklerin ve yerin ve bütün aralarındakilerin Rabbı, eğer düşünüp anlamaya ehil iseniz, dedi. Yani düşünüp anlamaya ehil değilseniz, anlamazsınız. Fakat eşyanın hakikatini araştırmış, sebepsiz bir hadise olmayacağına tam bir bilginiz var ise, bilirsiniz ki, bu üstünüzdeki gökler ve altınızda ki yer ile aralarındaki bütün bu varlıklar, meydana gelişleri, adetleri, şekillenmeleri, değişikliklere uğramaları ve bütün bu değişme kanunları ile bir Rabbın hükmü ve terbiyesi altında bulunduğuna ve bütün mümkünatının (olabilecek her şeyin) üstünde bir vâcibülvücûd'un (varlığı zorunlu olan bir zatın) ortağı, benzeri olamayacağından zatı, niteliği ile tarif edilmeyip ancak görünen eserleriyle bilinebileceğine tam bir bilgi edinirsiniz. Bu cevaba karşı Firavun etrafındakilere dinlemez misiniz? dedi. Bakın bakın, ben ne soruyorum o nasıl cevap veriyor, demek istiyor ve ihtimal ki, doğanın Rabbe ihtiyacını kabul etmiyordu. Onun için Musa sizin Rabbiniz ve evvelki atalarınızın Rabbi, dedi. Doğa üzerinde tasarrufu olan, bununla birlikte bir hükümete ihtiyaçları açıkça bilinen akıl sahiplerinin açık olan delillerini ileri sürdü ki, âlemler anlamının aslı bulunuyordu. Bunu, sizin ve atalarınızın, diye hitap ve tamlama ile ifade etmesi de, daha çok tesirli ve açık olması içindir. Çünkü, sizin Rabbiniz demekle, kendi ihtiyaçlarını göstermiş oluyor. Ve evvelki atalarınızın demekle de, insanlığın faniliğini anlatarak gururlarını kırmış oluyor. Bununla beraber onları akıl sahipleri tarafından göstermekle kendilerine bir şeref de vermiş oluyordu.
27-Buna karşılık Firavun yine etrafındakilere hitaben herhalde size gönderilmiş olan elçiniz mutlaka deli, dedi. Bu suretle Resulünüz (elçiniz) demesi belli ki, bir alay oluyordu. İşte Firavunluk taslayanların hepsi de böyle Allah yolunun adamlarına deli derler, alay ederler.
28-33-Başlangıçta yumuşaklıkla, hikmet sahibi olarak söz söyleyen Musa, bu inad ve tecavüze karşı yine önceki sözünü tefsir edip açıklayarak aynıyla karşılık verdi. O, doğunun ve batının ve bütün aralarındakilerin Rabbı'dır, eğer siz akıllılarsanız, dedi. Yani her gün görüldüğü üzere güneşi doğdurup batıran O, doğuyu ve batıyı tayin eden ve değiştiren ve bu şekilde cansız cisimleri hareket ettirerek bütün evreni yöneten, hepsinin üzerinde hüküm süren, hepsinin sahip ve maliki O. Eğer siz akıllı olsanız bunu anlardınız; O doğu ve batının Rabbinin, bizi parlatıp sizi dulundurmağa (batırmaya) kadir, ortaktan uzak olduğunu anlardınız da, O nedir? diye sormazdınız. Bu defa da Firavun münakaşadan tehdide geçerek Yemin ederim ki, dedi, eğer benden başka bir ilâh edinirsen seni mutlak ve muhakkak o zindandakilerden ederim. Zindana atarım, yerinde bu ifadeyi kullanması, o zindandakilerin acıklı halini özellikle hatırlatmak içindir.
Meâl-i Şerifi
34-68- 34- Firavun çevresinde bulunan ileri gelenlere: "Bu dedi, herhalde çok bilgili bir sihirbaz!"
35- "Sizi sihriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?"
36- Dediler ki: "Bunu ve kardeşini eğle, şehirlere de toplayıcılar gönder."
37- "Bütün bilgiç sihirbazları sana getirsinler."
38- Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
39- Halka, "Siz de toplanıyor musunuz? (Haydi çabuk olun)" denildi.
40- "Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız" dediler.
41- Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a "Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?" dediler.
42- Firavun cevaben: "Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden olacaksınız" dedi.
43- Musa onlara "Atın, ne atacaksanız" dedi.
44- Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un kudreti hakkı için şüphesiz elbette bizler galip geleceğiz" dediler.
45- Ardından Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor! 46- Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
47- "İman ettik, dediler, Âlemlerin Rabbine "
48- "Musa ve Harun'un Rabbine!"
49- Firavun (kızgınlık içinde) dedi ki: "Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz ha! Anlaşıldı ki o size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama ke stireceğim, hepinizi çarmıha gerdireceğim!"
50- "Zararı yok dediler nasıl olsa biz Rabbimize döneceğiz."
51- "Herhalde biz müminlerin evveli olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret buyuracağını ümit ederiz"
52- Biz, Musa'ya: "Kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz" diye vahyettik.
53- Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi:
54- "Esasen bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir cemaattır."
55- "(Böyle iken) hakkımızda çok gayz (öfke) besliyorlar. "
56- "Biz ise, elbette uyanık (ve tekvücut) bir cemaatız." (diyor ve dedirtiyordu.)
57- Ama (sonunda) biz, onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden, pınarlardan,
58- Hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık.
59- Ve onlara İsrail oğullarını mirasçı yaptık.
60- Derken (Firavun ve adamları) güneş doğmuştu ki, onların ardına düştüler.
61- İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları "Eyvah, yakalandık! dediler.
62- Musa: "Hayır, aslâ! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yolunu gösterecektir."
63- Bunun üzerine Musa'ya "Vur asân ile denize" diye vahyettik; vurunca bir infilak etti, her bölük koca bir dağ gibi oluverdi,
64- Ötekilerini de buraya yanaştırıvermiştik.
65- Musa ve beraberindekilerin hepsini kurtardık,
66- Sonra da ötekileri suda boğduk.
67- Şüphesiz bunda bir âyet (ibret) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.
68- Ve şüphesiz, işte o Rabbin, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Meâl-i Şerifi
69- (Resulüm!) onlara İbrahim'in kıssasını da naklet.
70- Hani o, babasına ve kavmine, "Neye tapıyorsunuz?" demişti.
71- "Birtakım putlara taparız da onlar sayesinde toplanırız" dediler.
72- İbrahim "Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?"
73- "Veya size fayda veya zararları olur mu?"
74- "Yok, dediler, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk."
75-76- İbrahim dedi ki: "İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun, neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?"
77- "Hep onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur)"
78- "O ki, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir,"
79- "Beni yediren, içirendir,"
80- "Hastalandığım zaman bana O, şifâ verir."
81- "O ki, benim canımı alacak, sonra diriltecektir. "
82- "Ve hesap günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur."
83- "Ya Rab! Bana hikmet (hüküm) ver ve beni iyiler (zümresin)e kat."
84- "Sonra gelecekler içinde beni doğrulukla anılanlardan eyle!"
85- "Ve beni naîm (nimeti bol) cennetin varislerinden eyle!"
86- "Babamı da bağışla, çünkü o yanlış gidenlerdendir. "
87- "(İnsanların) diriltilecekleri gün, beni mahcub etme."
88- "O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!"
89- "Ancak Allah'a temiz bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa erer)."
90- (O gün) Cennet müttakilere yaklaştırılmıştır.
91- Azgınlar için de cehennem hortlatılmıştır.
92-93- Onlara, "Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?" denilir.
94- Ve arkasından hep onlar (putlar ve azgınlar) o cehennemin içine fırlatılmaktadırlar.
95-96- Ve bütün o İblis orduları onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki:
97- "Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz."
98- "Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk."
99- "Ve bizi hep o günahkarlar saptırdı."
100- "Bak bizim için ne şefaatçiler var,"
101- "Ne de yakın bir dost."
102- "Ah keşke (dünyaya) bir kere daha dönebilsek de, müminlerden olabilseydik."
103- Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır; oysa çokları iman etmiş değillerdir.
104- Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
69-104- "Sonra gelecekler içinde beni doğrulukla anılanlardan eyle."
LİSÂN-I SIDK: Dünyada kıyamete kadar eseri baki kalacak güzel bir nam, yani güzel bir şöhret, dosdoğru güzel bir hatıra, şaşmaz güzel bir anı. Bunun için her ümmet Hz. İbrahim'i sevegelmiştir. Veya zürriyetim içinde benim asıl dinimi yenileyecek, benim gibi doğruluk ve tevhide insanları davet edecek doğru bir dil ki, Muhammed (s.a.v) dir. Şüphesiz bunda, yani okunan İbrahim kıssasında mutlak bir âyet var, yani ibret ve öğüt alınacak, ders edinilecek bir hüccet ve delil vardır.
Meâl-i Şerifi
105- Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla itham etti.
106- Hani kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"
107- "Haberiniz olsun ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir Peygamberim.
108- "Gelin artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin."
109- "Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafaatımı verecek olan ancak, âlemlerin Rabbidir."
110- "Gelin, artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin."
111- "Â, dediler, senin ardına hep düşük kimseler düşmüşken, biz sana hiç inanır mıyız?"
112- Nuh dedi ki: "Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur."
113- "Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Düşünsenize!"
114- "Hem ben iman edenleri kovmaya memur değilim."
115- "Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."
116- Dediler ki: "Ey Nuh! Eğer vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşa tutulanlardan olacaksın!"
117- Nuh: "Rabbim! dedi, kavmim beni yalancılıkla itham etti."
118- "Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar."
119- Bunun üzerine biz de onu ve beraberindekileri, o dolu gemide taşıyarak kurtardık.
120- Sonra da arkasında kalanları suda boğduk.
121- Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak ders) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.
122- Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
105-122- Kardeşleri Nuh, yani, ayni kavimden olan Nuh, demektir.
1-3- Bu sûrenin ismi, mânâsını Allah bilir. , den, , den, , dan diye Muhammed b. Kâ'b'dan bir rivayet de vardır. Şiddet harflerinin en şiddetlisi, kalkale harflerinin en serti, isti'lâ harflerinin en kalını olduğundan, ilk seste bu sûrenin şiddetli bir korkutma ifade ettiğini hissettirir. "Ta"nın Tûr Dağına, "sîn"in Musa'ya, "mîm" in Muhammed'e işaret olduğu da zihne çarpar.
Bunlar, sûrede böyle basit harflerden oluşarak okunacak âyetler, işte o mübin (apaçık) kitabın âyetleridir.
MÜBÎN: "Bâne" mânâsına "ebâne"den "beyyin" gayet açık, parlak demek olduğundan; kitab-ı mübîn, i'cazı açık olan kitap demek olur ki, kastedilen Kur'ân'dır. Hakkı açıklayan demek dahi olabilirse de buraya uygun olan öncekidir.
4-7- Gökten bir âyet, iman etmeye mecbur edecek bir âyet, tepeden inme kesin bir bela. Halbuki Peygamber ve kitap göndermekten ilâhî kasıt zorla değil, hoşnutlukla olgunluğa erdirmektir.
Boyunları, huzu' boyun eğmek mânâsına geldiğinden, buradaki "a'nâk"ın topluluk mânâsına olan "unuk" un çoğulu olması da uygun görülmüştür. Yani bütün topluluklarıyla ona boyun eğerler. Rahmândan zikir; öğüt ve hatırlatma veya Kur'ân'dır. "Biz orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirmişizdir."
KERÎM, her şeyin iyisi, a'lâsı, faydalısı.
ZEVC, burada sınıf, cins nevî.
İNBAT, görünüşte sadece bitkilere has gibi görünürse de hayvanlara ve insana işaret eder. Zira hepsinde artma gücü vardır. Bununla beraber yalnız bitkileri düşünmek de yeterlidir. Yani o yeryüzünde sınıf sınıf her türlüsünden ne kadar güzel ve faydalı bitkiler bitirmişiz ve bitirmekteyiz? Baksalar ya! Gerçekten yeryüzündeki o çeşit çeşit bitkileri güzel bir sınıflandırma ile gözden geçirmeli de bir bakmalı; o ne kadar hoş, ne kadar çeşitli, ne kadar faydalı çiftler? Aynı çevre içinde o türlü renkler, o türlü şekiller, türlü çiçekler ve meyveler türlü özellikleriyle o kadar değişik sınıflar, cinsler, neviler, çeşitler, o güzel çiftler nasıl tertip ve tanzim olunup çıkıyor? Hem ölüp kuruduktan sonra yeniden yeniye kaç kereler bitirilip bitirilip duruyor. Hiç bu mükemmel sanat ,kör bir doğanın kendi kendine gelişmesi olur mu?
8- Şüphesiz ki bunda; bu bitkilerin meydana gelmesinde veya biten her güzel çiftte mutlak bir âyet var. Allah'ın birliğine rahmetinin genişliğine, kudretinin büyüklüğüne, ahiretin varlığına delalet eden, imanı gerektiren bir delil var. Bununla beraber çoğu mümin olmadı (iman etmedi); hatta bitkiler ve hayvanlar dünyası ile meşgul olan ve tasniflerini yapanların birçoğu bile Allah'a iman edecek yerde inkâra gittiler.
9- Ve şüphe yok ki Rabbin, O öyle aziz, öyle Rahîmdir. Aziz, dilediğini yapar. Bu sebepten dilediği anda kâfirlerden intikamını alır, intikamı geciktiriyorsa Rahîm olduğu için geciktiriyordur. Şüphesiz, iman edenleri rahmetiyle sevindirecektir. Şimdi bunu hemen aşağıda yedi kıssa ile açıklayacaktır:
Meâl-i Şerifi
10- Bir vakit de Rabbin, Musa'ya nida edip "Git o zalim kavme" dedi.
11- "Firavun kavmine, hâlâ sakınmayacaklar mı?"
12- (Musa) şöyle seslendi: "Ya Rab! Doğrusu ben korkarım ki beni yalancı sayarlar."
13- "Ve göğsüm daralır, dilim dönmez, onun için Harun'a da elçilik ver."
14- "Hem onların bana isnad ettikleri bir suç var. Ondan dolayı korkarım ki, hemen beni öldürürler."
15- (Allah): "Hayır hayır" buyurdu, "haydi ikiniz âyetlerimizle (mucizelerimizle) gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz. (Onları) işitiyoruz."
16- "Haydin Firavun'a gidin de deyin ki: İnan biz, âlemlerin Rabbinin elçisiyiz.
17- İsrail oğullarını bizimle beraber gönder."
18- "Â, dedi, biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının bir çok yıllarını aramızda geçirmedin mi?"
19- "Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!"
20- Musa, "Ben, dedi, o işi o anda yaptım ki şaşkınlardandım."
21- "Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı."
22- "O başıma kaktığın nimet de (aslında) İsrail oğullarını kendine köle edinmiş olmandır. "
23- Firavun şöyle dedi: "Âlemlerin Rabbi dediğin nedir ki?"
24- Musa cevap olarak: "Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi'dir."
25- (Firavun) etrafında bulunanlara: "İşitmiyor musunuz?" dedi.
26- Musa dedi ki: "O sizin de Rabbiniz, daha önce ki atalarınızın da Rabbidir."
27- (Firavun): "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir" dedi.
28- Musa devamla şöyle söyledi: "Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir."
29- Firavun: "Benden başkasını ilâh tutarsan, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan ederim" dedi.
30- Musa sordu: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?"
31- Firavun: "Haydi getir onu bakayım, doğrulardan isen" dedi.
32- Bunun üzerine Musa asâsını bırakıverdi; apaçık bir ejderha oluverdi.
33- Elini de (koynundan) çekti çıkardı; bakanlara bembeyaz (görünen, nur saçan bir şey) oluverdi.
10-23- Onlara üzerimde bir günah var. Kasas Sûresi'nde (28/15) geleceği üzere kazara kıptiyi öldürmüştü. Zenb (günah) tabiri onların zannettiklerine göredir. Onun için hemen beni öldürüvermelerinden korkarım. Peygamberlik görevini yerine getirmeden önce öldürülmekten korkuyor. Âlemlerin Rabbinin elçisiyiz, denildiği için Firavun; hem o Rabbülâlemin nedir? diyor. edatı ile soru, mahiyeti sormaktır. Mahiyet kelimesi edatına nisbettendir. Yani sorusuna verilecek cevaptır. Demek ki Firavun, bu soru ile Âlemlerin Rabbının mahiyetini sormuş oluyor. Bir şeyin mahiyeti ise benzerleri ile beraber ortak oldukları genel gerçektir. Filanın mahiyeti nedir? denildiği zaman ona ortaklarıyla beraber ne denir? Nevi veya cinsi nedir? denilmiş olur. Halbuki Allah Teâlâ'nın ortağı, örneği, benzeri imkansız olduğundan ona nitelik diye bir şey düşünülemez.
24-26-Onun için Hz. Musa, cevabda uslüb u hakim denilen tarzı seçip yalnız Rabbülâlemin ismini kavram mânâsıyla düşündürmek üzere "âlemin"i tefsir ederek Göklerin ve yerin ve bütün aralarındakilerin Rabbı, eğer düşünüp anlamaya ehil iseniz, dedi. Yani düşünüp anlamaya ehil değilseniz, anlamazsınız. Fakat eşyanın hakikatini araştırmış, sebepsiz bir hadise olmayacağına tam bir bilginiz var ise, bilirsiniz ki, bu üstünüzdeki gökler ve altınızda ki yer ile aralarındaki bütün bu varlıklar, meydana gelişleri, adetleri, şekillenmeleri, değişikliklere uğramaları ve bütün bu değişme kanunları ile bir Rabbın hükmü ve terbiyesi altında bulunduğuna ve bütün mümkünatının (olabilecek her şeyin) üstünde bir vâcibülvücûd'un (varlığı zorunlu olan bir zatın) ortağı, benzeri olamayacağından zatı, niteliği ile tarif edilmeyip ancak görünen eserleriyle bilinebileceğine tam bir bilgi edinirsiniz. Bu cevaba karşı Firavun etrafındakilere dinlemez misiniz? dedi. Bakın bakın, ben ne soruyorum o nasıl cevap veriyor, demek istiyor ve ihtimal ki, doğanın Rabbe ihtiyacını kabul etmiyordu. Onun için Musa sizin Rabbiniz ve evvelki atalarınızın Rabbi, dedi. Doğa üzerinde tasarrufu olan, bununla birlikte bir hükümete ihtiyaçları açıkça bilinen akıl sahiplerinin açık olan delillerini ileri sürdü ki, âlemler anlamının aslı bulunuyordu. Bunu, sizin ve atalarınızın, diye hitap ve tamlama ile ifade etmesi de, daha çok tesirli ve açık olması içindir. Çünkü, sizin Rabbiniz demekle, kendi ihtiyaçlarını göstermiş oluyor. Ve evvelki atalarınızın demekle de, insanlığın faniliğini anlatarak gururlarını kırmış oluyor. Bununla beraber onları akıl sahipleri tarafından göstermekle kendilerine bir şeref de vermiş oluyordu.
27-Buna karşılık Firavun yine etrafındakilere hitaben herhalde size gönderilmiş olan elçiniz mutlaka deli, dedi. Bu suretle Resulünüz (elçiniz) demesi belli ki, bir alay oluyordu. İşte Firavunluk taslayanların hepsi de böyle Allah yolunun adamlarına deli derler, alay ederler.
28-33-Başlangıçta yumuşaklıkla, hikmet sahibi olarak söz söyleyen Musa, bu inad ve tecavüze karşı yine önceki sözünü tefsir edip açıklayarak aynıyla karşılık verdi. O, doğunun ve batının ve bütün aralarındakilerin Rabbı'dır, eğer siz akıllılarsanız, dedi. Yani her gün görüldüğü üzere güneşi doğdurup batıran O, doğuyu ve batıyı tayin eden ve değiştiren ve bu şekilde cansız cisimleri hareket ettirerek bütün evreni yöneten, hepsinin üzerinde hüküm süren, hepsinin sahip ve maliki O. Eğer siz akıllı olsanız bunu anlardınız; O doğu ve batının Rabbinin, bizi parlatıp sizi dulundurmağa (batırmaya) kadir, ortaktan uzak olduğunu anlardınız da, O nedir? diye sormazdınız. Bu defa da Firavun münakaşadan tehdide geçerek Yemin ederim ki, dedi, eğer benden başka bir ilâh edinirsen seni mutlak ve muhakkak o zindandakilerden ederim. Zindana atarım, yerinde bu ifadeyi kullanması, o zindandakilerin acıklı halini özellikle hatırlatmak içindir.
Meâl-i Şerifi
34-68- 34- Firavun çevresinde bulunan ileri gelenlere: "Bu dedi, herhalde çok bilgili bir sihirbaz!"
35- "Sizi sihriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?"
36- Dediler ki: "Bunu ve kardeşini eğle, şehirlere de toplayıcılar gönder."
37- "Bütün bilgiç sihirbazları sana getirsinler."
38- Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
39- Halka, "Siz de toplanıyor musunuz? (Haydi çabuk olun)" denildi.
40- "Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız" dediler.
41- Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a "Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?" dediler.
42- Firavun cevaben: "Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden olacaksınız" dedi.
43- Musa onlara "Atın, ne atacaksanız" dedi.
44- Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un kudreti hakkı için şüphesiz elbette bizler galip geleceğiz" dediler.
45- Ardından Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor! 46- Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
47- "İman ettik, dediler, Âlemlerin Rabbine "
48- "Musa ve Harun'un Rabbine!"
49- Firavun (kızgınlık içinde) dedi ki: "Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz ha! Anlaşıldı ki o size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama ke stireceğim, hepinizi çarmıha gerdireceğim!"
50- "Zararı yok dediler nasıl olsa biz Rabbimize döneceğiz."
51- "Herhalde biz müminlerin evveli olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret buyuracağını ümit ederiz"
52- Biz, Musa'ya: "Kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz" diye vahyettik.
53- Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi:
54- "Esasen bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir cemaattır."
55- "(Böyle iken) hakkımızda çok gayz (öfke) besliyorlar. "
56- "Biz ise, elbette uyanık (ve tekvücut) bir cemaatız." (diyor ve dedirtiyordu.)
57- Ama (sonunda) biz, onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden, pınarlardan,
58- Hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık.
59- Ve onlara İsrail oğullarını mirasçı yaptık.
60- Derken (Firavun ve adamları) güneş doğmuştu ki, onların ardına düştüler.
61- İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları "Eyvah, yakalandık! dediler.
62- Musa: "Hayır, aslâ! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yolunu gösterecektir."
63- Bunun üzerine Musa'ya "Vur asân ile denize" diye vahyettik; vurunca bir infilak etti, her bölük koca bir dağ gibi oluverdi,
64- Ötekilerini de buraya yanaştırıvermiştik.
65- Musa ve beraberindekilerin hepsini kurtardık,
66- Sonra da ötekileri suda boğduk.
67- Şüphesiz bunda bir âyet (ibret) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.
68- Ve şüphesiz, işte o Rabbin, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Meâl-i Şerifi
69- (Resulüm!) onlara İbrahim'in kıssasını da naklet.
70- Hani o, babasına ve kavmine, "Neye tapıyorsunuz?" demişti.
71- "Birtakım putlara taparız da onlar sayesinde toplanırız" dediler.
72- İbrahim "Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?"
73- "Veya size fayda veya zararları olur mu?"
74- "Yok, dediler, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk."
75-76- İbrahim dedi ki: "İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun, neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?"
77- "Hep onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur)"
78- "O ki, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir,"
79- "Beni yediren, içirendir,"
80- "Hastalandığım zaman bana O, şifâ verir."
81- "O ki, benim canımı alacak, sonra diriltecektir. "
82- "Ve hesap günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur."
83- "Ya Rab! Bana hikmet (hüküm) ver ve beni iyiler (zümresin)e kat."
84- "Sonra gelecekler içinde beni doğrulukla anılanlardan eyle!"
85- "Ve beni naîm (nimeti bol) cennetin varislerinden eyle!"
86- "Babamı da bağışla, çünkü o yanlış gidenlerdendir. "
87- "(İnsanların) diriltilecekleri gün, beni mahcub etme."
88- "O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!"
89- "Ancak Allah'a temiz bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa erer)."
90- (O gün) Cennet müttakilere yaklaştırılmıştır.
91- Azgınlar için de cehennem hortlatılmıştır.
92-93- Onlara, "Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?" denilir.
94- Ve arkasından hep onlar (putlar ve azgınlar) o cehennemin içine fırlatılmaktadırlar.
95-96- Ve bütün o İblis orduları onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki:
97- "Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz."
98- "Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk."
99- "Ve bizi hep o günahkarlar saptırdı."
100- "Bak bizim için ne şefaatçiler var,"
101- "Ne de yakın bir dost."
102- "Ah keşke (dünyaya) bir kere daha dönebilsek de, müminlerden olabilseydik."
103- Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır; oysa çokları iman etmiş değillerdir.
104- Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
69-104- "Sonra gelecekler içinde beni doğrulukla anılanlardan eyle."
LİSÂN-I SIDK: Dünyada kıyamete kadar eseri baki kalacak güzel bir nam, yani güzel bir şöhret, dosdoğru güzel bir hatıra, şaşmaz güzel bir anı. Bunun için her ümmet Hz. İbrahim'i sevegelmiştir. Veya zürriyetim içinde benim asıl dinimi yenileyecek, benim gibi doğruluk ve tevhide insanları davet edecek doğru bir dil ki, Muhammed (s.a.v) dir. Şüphesiz bunda, yani okunan İbrahim kıssasında mutlak bir âyet var, yani ibret ve öğüt alınacak, ders edinilecek bir hüccet ve delil vardır.
Meâl-i Şerifi
105- Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla itham etti.
106- Hani kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"
107- "Haberiniz olsun ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir Peygamberim.
108- "Gelin artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin."
109- "Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafaatımı verecek olan ancak, âlemlerin Rabbidir."
110- "Gelin, artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin."
111- "Â, dediler, senin ardına hep düşük kimseler düşmüşken, biz sana hiç inanır mıyız?"
112- Nuh dedi ki: "Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur."
113- "Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Düşünsenize!"
114- "Hem ben iman edenleri kovmaya memur değilim."
115- "Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."
116- Dediler ki: "Ey Nuh! Eğer vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşa tutulanlardan olacaksın!"
117- Nuh: "Rabbim! dedi, kavmim beni yalancılıkla itham etti."
118- "Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar."
119- Bunun üzerine biz de onu ve beraberindekileri, o dolu gemide taşıyarak kurtardık.
120- Sonra da arkasında kalanları suda boğduk.
121- Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak ders) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.
122- Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
105-122- Kardeşleri Nuh, yani, ayni kavimden olan Nuh, demektir.