Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

21 Mayıs 2021 Cuma Günün Hikayesi

Tokyo

Bizi öldürmeyen şey güçlendirir.
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    3 Haz 2020
  • Mesajlar
    6,256
  • MFC Puanı
    72,460
SIKILMIYORDUM AMA MUTLU DA DEĞİLDİM…

Sık taşınan bir ailede büyüdüm. Öyle ki on dört yaşıma gelene kadar, her birinde altı ay ile üç yıl arası sürelerde olmak üzere sekiz farklı evde yaşadım. Ayrıca bu evler üç farklı şehirdeydi. Taşınmanın hem maddi hem de manevi anlamda ne kadar yorucu olduğunu çocukluğum boyunca gördüm.
Bu yoruculuk bir yana geçen gün çocukluğumu düşünürken ilginç bir şeyi fark ettim. Üç yaşımdan sonra oturduğumuz evlerin biri haricinde diğer hepsinden aklıma bolca anı geliyor. Bunlar epey renkli ve zengin anılar. Pek bir şey hatırlamadığım o evde ise uzun sayılabilecek bir süre yani iki yıl oturmuştuk. On bir, on iki yaşlarındaydım. Yaşımın da hatırlamaya gayet uygun olmasına rağmen sanki zihnimde oraya dair bir boşluk var. Biraz düşününce bu durumun sebebini fark ettim…
Taşınmanın hayatıma getirdiği olumsuzluklardan en önemlisi sokakta kurduğum arkadaşlıklarımın sık sık sona ermesiydi. Dolayısıyla her taşınma sonrası yeni arkadaşlıklar kurmam gerekiyordu. Fakat her sokakta çocuklar arasında yaşayan kendine özgü bir kültür vardı. Diğer tüm evlerimizde bol arkadaşı olup, doya doya oynayan bir çocukken, o sokaktaki kültüre bir türlü uyum sağlayamamış, çocukların içine karışamamıştım. Orada, çocuklar arasında hiyerarşinin çok keskin olduğu, daha önce karşılaşmadığım bir kültür vardı. Ve nasıl olduğunu anlayamadığım şekilde kendimi sürekli gerginliklerin içinde buluyordum. Çok geçmeden çocuk grubunun lideriyle kavga edince büsbütün dışarda kaldım. Ben de ısrarcı olmayıp sokağa çıkmadım. Sonuç olarak iki yıl boyunca okul dışında kalan zamanımı neredeyse hep evde geçirdim..
Altıncı katta bulunan evimizde kendimce bulduğum hobilerimle ilgilenirdim. Terasta bitkiler yetiştirir, oyuncak dürbünümle martıları gözlerdim. Bunların dışında ise bol bol televizyon atarimle oynardım. İki yıl boyunca her günüm üç aşağı beş yukarı böyle geçti.
O dönem ev içinde gerçekten de sıkılmayacak şekilde zaman geçirmeyi öğrenmiştim fakat ne ilginç ki aslında mutsuzdum… Dışarıda oynayan çocuklara bakıp imrendiğimi ve eski sokaktan arkadaşlarımı özlediğimi hatırlıyorum. Bir çocuğun anne babasıyla, kardeşleriyle, arkadaşlarıyla ilişkileri hayatındaki en önemli ilişkileridir. Bizim evin içinde herkes kendi işinde gücündeydi, ben de kendi halimdeydim. Bu nedenle her zaman arkadaş ilişkilerimden daha çok beslenen bir çocuk olmuştum. O iki yılda sokakla da ilişkim kalmayınca besbelli ki hatırlamaya değer pek bir şey yaşamadım. Nasıl geçtiği belirsiz, renksiz, bulanık bir dönem olarak yer etti zihnimde…
Sanırım bir çocuğun sıkılmaması, hatta bir şeylerden keyif alıyor görünmesi bile gerçekten mutlu olduğu anlamına gelmiyor. Ataride oyun oynamak eğlenceli zaman geçirmemi sağlıyordu ve o zamanlar bana sorulsaydı bunun “mutluluk” olduğunu söyleyebilirdim. Fakat şimdi anlıyorum ki durum bu kadar basit değil...
Mutlu bir çocukluk en başta doyumlu ilişkiler içinde oluşuyor. Bir çocuğun sahip olduğu potansiyelin, aklının ve gönlünün hakkıyla beslenebilmesi için insanlarla kuracağı sevecen, gerçek ilişkilere ihtiyacı var. O zaman güçlü ve derin bir mutluluk hali de ortaya çıkıyor. Başta anne babasıyla olmak üzere, büyükleriyle, arkadaşlarıyla doya doya zaman geçirme ve güzel ilişkiler kurma fırsatını bulamayan bir çocuk, büyüdüğünde çocukluk günlerini ya güzel hatırlamıyor ya da hiç hatırlamıyor. Daha da önemlisi bir yetişkin olduğunda duygusal olarak bunun sıkıntılarını hissediyor. Ve yaşamın türlü koşullarında ayakta durabilecek, onu doyumlu ve mutlu hissettirecek gücü kendinde bulmakta zorlanıyor…
Düşünüyorum da ilişkiler bakımından ev içinde ve dışında oldukça fakir kaldığım o evde çocukluğumun on yılı geçmiş olsaydı, herhalde bugün bunun türlü olumsuz sonuçlarını çok güçlü bir şekilde hissederdim. İki yıl ya da on yıl, o koşullarda geçmişse pek farklı sayılmazlar. Hatta güzel geçen bir gün bile belki bir yıldan daha doyumlu ve besleyici hissettirebilir. Atarimle geçirdiğim binlerce saatten bugün aklımda hiçbir şey kalmamışken, sekiz yaşımdayken ailecek gittiğimiz bir piknikte babamın hiç beklemediğim şekilde yakan top oyunumuza katılmasını ve o an duyduğum coşkuyu çok net hatırlıyorum. Daha da güzeli bugünüme kattığı iyi hisleri yaşıyorum...
Öyle görünüyor ki zamanı yaşama dönüştüren şey; içine sığdırdıklarımız... Ve bir çocuk için bu; anne babasıyla, büyükleriyle, arkadaşlarıyla edilen bir sohbet, oynanan bir oyun, paylaşılan bir an anlamına geliyor…

Emre Pekçetinkaya
 
Üst Alt