Bilge Dede iyice yaşlanmıştı. Gözleri görmüyor, kulakları iyi işitmiyordu. Yemeğini bile yemekte zorlanıyordu. Üstüne başına döküyor, sofrayı kirletiyordu. Bu yüzden gelini ve oğlu Bilge Dedeye kızıyorlardı, iyi davranmıyorlardı. Evde onu tek seven, küçük torunu Selim idi. Selim, dedesine acıyor, babasıyla annesinin davranışlarına çok kızıyordu.
Bir akşam yemek yiyeceklerdi. Dede, ekmeğe uzanayım derken, kolu tabağına takıldı ve tabağını yere düşürdü. Örtüler kirlendi. Tabak kırıldı. Gelini kızdı, bağırdı. Bilge Dede, odasına çekildi. Karnı çok açtı ama yiyecek hali kalmamıştı. Ağlıyordu Allaha yalvarmaya başladı. Allahım canımı alda kurtulayım, oğluma ve gelinime daha fazla yük olmak istemiyorum
Ertesi gün Selimin babası eve elinde tahta çanak ve kaşıklarla geldi. Bilge Dedeyi evin bahçesindeki kulübeye taşıdılar. Artık burada kalacak yemeklerini de burada bu tahta çanak ve kaşıklarla yiyecekti.
Selim buna çok üzüldü. Neden böyle yapıyorlardı ki? Bir gün gelecek, onlar da yaşlanacaklardı. Onların da eli ayağı tutmaz olacaktı. Bunu annesine, babasına nasıl anlatmalıydı?
Yağmurlu bir gündü. Selimin annesi babası evdeydi. İşe gitmemişlerdi. Selim, birkaç tahta parçası getirdi. Bir bıçakla onları kesmeye, oymaya başladı. Bir yandan da annesine, babasına bakıyordu. Annesi ve babası merak ettiler. Selim bu tahtalarla ne yapıyordu? Annesi Aliye sordu:
-Bu tahtalarla ne yapıyorsun Selim?
-Tahta çanaklar yapıyorum.
-Tahta çanakları ne yapacaksın?
-Sizin için!
-Bizim için mi?
-Evet sizin için.
İksinin de yüzü kıpkırmızı oldu, söyleyecek tek kelime bulamadılar. Yaptıklarından pişman oldular. Bilge Dedenin yanına varıp ondan özür dilediler. Bilge Dedeyi tekrar yanlarına alarak onu bağırlarına bastılar. Ve bir arada mutlu mesut yaşadılar.