-
- Üyelik Tarihi
- 2 Ağu 2016
-
- Mesajlar
- 11,694
-
- MFC Puanı
- -894
Rabbinin, Ashab-ı File ettiklerini görmedin mi?
Onların hile ve düzenlerini boşa çıkarmadı mı?
Üzerlerine ebabili, sürü sürü kuşları salıverdi.
Kuşlar onlara pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyorlardı.
Böylece Allah onları kurt yeniği ekin yaprağına çeviriverdi.
(Fîl Sûresi)
Peygamber Efendimizin dünyayı teşriflerinden kırk sene kadar önceydi. Ebrehe isimli bir kumandan rakibini öldürmüş ve Necaşi tarafından Yemende vali olarak bırakılmıştı. Sanada çok büyük bir kilise yaptırmış, krala hediye etmiş ve demişti ki; "Kralım! Senin için bir kilise yaptım ki eşi görülmemiştir, Arapların haccını da buna çevirmedikçe durmayacağım." Bu sözü duyan ve çok sinirlenen Arap kabilelerinden bir adam o kiliseye gitmiş, kiliseyi kirletip sonra da kaçmıştı. Ebrehe bunu haber alınca o kadar kızmıştı ki, karşılık olarak Kabeyi yıkmaya yemin etmişti.
Ebrehe hazırladığı altmış bin kişilik orduya kraldan aldığı çok büyük olanıyla beraber oniki tane de fil katmıştı. Bu filleri tank yerine kullanacaktı ki, bundan dolayı o orduya Ashab-ı fil fil sahipleri denmişti. Ordu önüne çıkan herşeyi yakıp yıkarak Taifi de aşmış, Mekkeye yaklaşmıştı. Ebrehe Mekkeye bir elçi göndermiş, Biz savaş için gelmedik. Kabeyi yıkmaya yeminliyiz. Onu yıkıp gideceğiz. Kanlarınıza ihtiyacımız yok. mesajını vermişti.
O gün, Mekkede sözü dinlenen insan Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib idi. Ebrehenin ordusu onun ikiyüz devesine de el koymuştu. Abdülmuttalib gayet iri ve insan güzeli birisiydi. Ebrehe, onu çağırtmış, hal ve tavırlarından çok etkilenmiş, gönderdiği mesaja cevabının ve isteğinin ne olduğunu sormuştu. O da, Develerimi geri ver? demişti. Ebrehe hayretle şöyle mukabele de bulunmuştu: Seni ilk gördüğümde gözüme çok büyük görünmüştün. Fakat şu sözünle gözümden düştün. Ben senin ve atalarının tarihi mabedini, dininizi yıkmaya gelmişken sen onu bırakıp develerim diyorsun. Güç ve adet bakımından kıyaslanamayacak kadar zayıf olduklarını bilen Abdülmuttalibin cevabı müthişti ve hikmet doluydu: "Ben o develerin sahibiyim, Kabenin de bir sahibi var, sizi menedecek Odur." Ebrehe Beni kimse menedemez. deyip develeri geri teslim ederek onu göndermişti.
Abdülmuttalib kavmine dönüp meseleyi anlattı ve dağlara, tepelere sığınmalarını söyledi. Kendisi de gidip Kabenin kapısının halkasına yapıştı; ağlayarak, "Ey Allahım, kul evini, ailesini korur, gözetir. Sen de Kabeni koru. diye dualar etti ve dağa çekildi. Mekkeliler merakla olup bitecek şeyleri gözetliyorlardı.
Ertesi sabah Ebrehe, ordusuna hücum emri verdi. Önlerindeki en büyük fili Mekkeye doğru sürdüler. Fakat fil çöke kalmıştı, ayağa kalkamıyordu. Fili kaldırmak için zorladılar, başına vurdular, döğdüler.. kaldıramadılar; çengeller içine aldılar, ötesini berisini dürterek çektiler, kanattılar, yine yürütemediler. Yemen'e doğru çevirdiklerinde kalkıp koşuyordu. Mekke'ye yönelttiler yine yıkıldı. Sersem etmek için şarap içirdiler fakat fayda vermedi. Demek ki hayvan orada diğerlerinin görmediği bir tehlike hissetmişti. Bu sırada Allah Teâlâ denizden üzerlerine kırlangıça benzer bir çok kuş gönderiverdi. Her kuş biri gagasında, ikisi iki ayağında nohut gibi üç taş taşıyordu. Bu taşlar kime rastlarsa o helak oluyordu. Kaçmaya başladılar. Dehşetle koşuşturanlardan biri çaresizlik içinde yere yığılırken şöyle bağırıyordu:
Nereye kaçacaksın? Takip eden, Allah...
O gururlu, muhteşem ordu perişan olmuş, cesetleri kendi fillerinin ayakları altında ezilmişti. Ebrehe de isabet almıştı. Kaçmaya çalışıyordu ama vücudu parmak ucu büyüklüğünde parça parça dökülüyordu. Her parça düştükçe arkasından cerahat, irin ve kan akıyordu. Nihayet onu öylece San'a'ya kadar götürdüler, bir kuş yavrusu gibi olmuştu. Rivayete göre kalbi parçalanıncaya kadar ölmemişti. Ölürken kulaklarında Abdülmuttalibin sözü çınlıyordu: Kabenin de bir sahibi var; O evini koruyacaktır.
Evet, özellikle de son yıllarda İslam ve müslümanlar aleyhine pekçok komplo düzenlendi. Müslümanlar çoğunlukta yaşadıkları bölgelerde dahi hep savaş, sürgün, kan, gözyaşı, mazlumiyet ve mahrumiyetler ağında esir kaldı. Başka sistem ve ideolojiler için kurulan darağacında İslam idam edilmeye çalışıldı; Allahın dini hakaretlere uğradı. Dahası bu olup biten ciğersûz hadiselerle ümitler kırıldı...
Fakat unutulan birşey var gibi.. Kabenin Sahibi, bu dinin, İslamın da sahibidir. Kabeyi koruyan Allah İslamı ve ümmet-i Muhammedi de koruyacaktır. Elverir ki biz, kendi gönül kabemizi, iman evimizi muhafaza edelim.
Zannediyorum pek çoklarımız en sessiz dakikalarda, kimsesizliğimizi hissettiğimiz anlarda ellerimizi Yüce Dergaha kaldırıyor ve yüreğimiz çatlarcasına, Allahım, ümmet-i Muhammedin dağınıklığını gider! Allahım, ümmet-i Muhammedin gönüllerini bir eyle! Allahım, ümmet-i Muhammede rahmetinle muamele et! diye dua ediyor ve ağlıyoruzdur. Pek samimi müminleri tenzih ederim ama taşlaşmaya yüz tutmuş kalblerimize rağmen biz, müslümanların halini görüyor, üzülüyor, çare dileniyor ve ağlıyorken; O En Merhametli, Rahman ve Rahîm, yaşanan mazlumiyet ve mağduriyetleri karşılıksız ve oluruna bırakır mı? Hâşâ ki öyle olsun. Aziz u Cebbar imhal eder (zaman verir) ama ihmal etmez.
Öyleyse, gelin biz kendi işimize bakalım. İnananların yaşadığı sıkıntılara üzülsek de, sadece şikayet ve dövünmelerle ümitsizlik içinde çırpınmayalım. Kendimizden başlayarak ailemizin ve etrafımızdaki insanların imanlarını kurtarmaya çalışalım. Dünya adına kazandığımız şeyler bakışımızı bulandırmasın, bizi değiştirmesin. Mütevazi kullar olarak Allahı ve Rasulünü daha iyi tanıyıp başkalarına tanıtmaya gayret edelim. Ve halimizle gösterelim ki:
Müslüman sevgi insanıdır. Bizim düşmanımız yoktur. Biz herkesi seviyor, herkese saygı duyuyoruz. Hiçbir insanın karşısında değiliz, kimse hakkında kötülük düşünmüyoruz. Biz sadece kötü sıfat ve davranışlardan rahatsızız ve onların ıslâhıyla meşgulüz. Bununla beraber, yese takılan müminlere ve dine-dindara karşı düşmanca tavır içerisine girenlere de Abdülmuttalib gibi deriz: İslamın ve müminlerin de bir sahibi var.
Onların hile ve düzenlerini boşa çıkarmadı mı?
Üzerlerine ebabili, sürü sürü kuşları salıverdi.
Kuşlar onlara pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyorlardı.
Böylece Allah onları kurt yeniği ekin yaprağına çeviriverdi.
(Fîl Sûresi)
Peygamber Efendimizin dünyayı teşriflerinden kırk sene kadar önceydi. Ebrehe isimli bir kumandan rakibini öldürmüş ve Necaşi tarafından Yemende vali olarak bırakılmıştı. Sanada çok büyük bir kilise yaptırmış, krala hediye etmiş ve demişti ki; "Kralım! Senin için bir kilise yaptım ki eşi görülmemiştir, Arapların haccını da buna çevirmedikçe durmayacağım." Bu sözü duyan ve çok sinirlenen Arap kabilelerinden bir adam o kiliseye gitmiş, kiliseyi kirletip sonra da kaçmıştı. Ebrehe bunu haber alınca o kadar kızmıştı ki, karşılık olarak Kabeyi yıkmaya yemin etmişti.
Ebrehe hazırladığı altmış bin kişilik orduya kraldan aldığı çok büyük olanıyla beraber oniki tane de fil katmıştı. Bu filleri tank yerine kullanacaktı ki, bundan dolayı o orduya Ashab-ı fil fil sahipleri denmişti. Ordu önüne çıkan herşeyi yakıp yıkarak Taifi de aşmış, Mekkeye yaklaşmıştı. Ebrehe Mekkeye bir elçi göndermiş, Biz savaş için gelmedik. Kabeyi yıkmaya yeminliyiz. Onu yıkıp gideceğiz. Kanlarınıza ihtiyacımız yok. mesajını vermişti.
O gün, Mekkede sözü dinlenen insan Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib idi. Ebrehenin ordusu onun ikiyüz devesine de el koymuştu. Abdülmuttalib gayet iri ve insan güzeli birisiydi. Ebrehe, onu çağırtmış, hal ve tavırlarından çok etkilenmiş, gönderdiği mesaja cevabının ve isteğinin ne olduğunu sormuştu. O da, Develerimi geri ver? demişti. Ebrehe hayretle şöyle mukabele de bulunmuştu: Seni ilk gördüğümde gözüme çok büyük görünmüştün. Fakat şu sözünle gözümden düştün. Ben senin ve atalarının tarihi mabedini, dininizi yıkmaya gelmişken sen onu bırakıp develerim diyorsun. Güç ve adet bakımından kıyaslanamayacak kadar zayıf olduklarını bilen Abdülmuttalibin cevabı müthişti ve hikmet doluydu: "Ben o develerin sahibiyim, Kabenin de bir sahibi var, sizi menedecek Odur." Ebrehe Beni kimse menedemez. deyip develeri geri teslim ederek onu göndermişti.
Abdülmuttalib kavmine dönüp meseleyi anlattı ve dağlara, tepelere sığınmalarını söyledi. Kendisi de gidip Kabenin kapısının halkasına yapıştı; ağlayarak, "Ey Allahım, kul evini, ailesini korur, gözetir. Sen de Kabeni koru. diye dualar etti ve dağa çekildi. Mekkeliler merakla olup bitecek şeyleri gözetliyorlardı.
Ertesi sabah Ebrehe, ordusuna hücum emri verdi. Önlerindeki en büyük fili Mekkeye doğru sürdüler. Fakat fil çöke kalmıştı, ayağa kalkamıyordu. Fili kaldırmak için zorladılar, başına vurdular, döğdüler.. kaldıramadılar; çengeller içine aldılar, ötesini berisini dürterek çektiler, kanattılar, yine yürütemediler. Yemen'e doğru çevirdiklerinde kalkıp koşuyordu. Mekke'ye yönelttiler yine yıkıldı. Sersem etmek için şarap içirdiler fakat fayda vermedi. Demek ki hayvan orada diğerlerinin görmediği bir tehlike hissetmişti. Bu sırada Allah Teâlâ denizden üzerlerine kırlangıça benzer bir çok kuş gönderiverdi. Her kuş biri gagasında, ikisi iki ayağında nohut gibi üç taş taşıyordu. Bu taşlar kime rastlarsa o helak oluyordu. Kaçmaya başladılar. Dehşetle koşuşturanlardan biri çaresizlik içinde yere yığılırken şöyle bağırıyordu:
Nereye kaçacaksın? Takip eden, Allah...
O gururlu, muhteşem ordu perişan olmuş, cesetleri kendi fillerinin ayakları altında ezilmişti. Ebrehe de isabet almıştı. Kaçmaya çalışıyordu ama vücudu parmak ucu büyüklüğünde parça parça dökülüyordu. Her parça düştükçe arkasından cerahat, irin ve kan akıyordu. Nihayet onu öylece San'a'ya kadar götürdüler, bir kuş yavrusu gibi olmuştu. Rivayete göre kalbi parçalanıncaya kadar ölmemişti. Ölürken kulaklarında Abdülmuttalibin sözü çınlıyordu: Kabenin de bir sahibi var; O evini koruyacaktır.
Evet, özellikle de son yıllarda İslam ve müslümanlar aleyhine pekçok komplo düzenlendi. Müslümanlar çoğunlukta yaşadıkları bölgelerde dahi hep savaş, sürgün, kan, gözyaşı, mazlumiyet ve mahrumiyetler ağında esir kaldı. Başka sistem ve ideolojiler için kurulan darağacında İslam idam edilmeye çalışıldı; Allahın dini hakaretlere uğradı. Dahası bu olup biten ciğersûz hadiselerle ümitler kırıldı...
Fakat unutulan birşey var gibi.. Kabenin Sahibi, bu dinin, İslamın da sahibidir. Kabeyi koruyan Allah İslamı ve ümmet-i Muhammedi de koruyacaktır. Elverir ki biz, kendi gönül kabemizi, iman evimizi muhafaza edelim.
Zannediyorum pek çoklarımız en sessiz dakikalarda, kimsesizliğimizi hissettiğimiz anlarda ellerimizi Yüce Dergaha kaldırıyor ve yüreğimiz çatlarcasına, Allahım, ümmet-i Muhammedin dağınıklığını gider! Allahım, ümmet-i Muhammedin gönüllerini bir eyle! Allahım, ümmet-i Muhammede rahmetinle muamele et! diye dua ediyor ve ağlıyoruzdur. Pek samimi müminleri tenzih ederim ama taşlaşmaya yüz tutmuş kalblerimize rağmen biz, müslümanların halini görüyor, üzülüyor, çare dileniyor ve ağlıyorken; O En Merhametli, Rahman ve Rahîm, yaşanan mazlumiyet ve mağduriyetleri karşılıksız ve oluruna bırakır mı? Hâşâ ki öyle olsun. Aziz u Cebbar imhal eder (zaman verir) ama ihmal etmez.
Öyleyse, gelin biz kendi işimize bakalım. İnananların yaşadığı sıkıntılara üzülsek de, sadece şikayet ve dövünmelerle ümitsizlik içinde çırpınmayalım. Kendimizden başlayarak ailemizin ve etrafımızdaki insanların imanlarını kurtarmaya çalışalım. Dünya adına kazandığımız şeyler bakışımızı bulandırmasın, bizi değiştirmesin. Mütevazi kullar olarak Allahı ve Rasulünü daha iyi tanıyıp başkalarına tanıtmaya gayret edelim. Ve halimizle gösterelim ki:
Müslüman sevgi insanıdır. Bizim düşmanımız yoktur. Biz herkesi seviyor, herkese saygı duyuyoruz. Hiçbir insanın karşısında değiliz, kimse hakkında kötülük düşünmüyoruz. Biz sadece kötü sıfat ve davranışlardan rahatsızız ve onların ıslâhıyla meşgulüz. Bununla beraber, yese takılan müminlere ve dine-dindara karşı düşmanca tavır içerisine girenlere de Abdülmuttalib gibi deriz: İslamın ve müminlerin de bir sahibi var.